Sayfa Yükleniyor...
Okuyanlarımız vardır mutlaka, geçtiğimiz haftalarda Korona virüsünün ve bu tür başka silahların, başka kişilerce bizim üstümüzde kullanılan bir koz olduğunu yazmıştım. Biz de bu deneyin birer denekleriydik. Hayatımızın üstünde yeri olan, yaşamımızı darmadağın eden bir kozdu bu. Ama nedense, halkımıza bilinç aşılamak için çalıştıysak da bu yeterli gelmedi günümüzde. Ölüm oranlarının durması gereken yerde devletimizin aldığı bu kadar önleme rağmen, sürekli artış gösterdiğini görüyoruz. Üstelik sağlık görevlilerimiz bizim için risk grubunda çalışarak evlerine gidip çocuklarına sarılamazken, anne babalarıyla aynı sofrada yemek yiyemezken. Düşündüm ki, öyleyse biz bu işin vahametini tam kavrayamamışız. Eğer sadece önümüzdeki bu 2 haftalık süreçte evde kalırsak tüm Türkiye olarak, kuluçka süresini geçirdiğimiz bu illetin izini de sileceğiz hep birlikte. Bunun için illa sokağa çıkma yasağı mı ilan edilmeli sizce? Biz, kendi bilincimizin derinliklerine inemez miyiz başka türlü? Elbette mecbur olanlarımız var, market alışverişlerimiz var, vs. Ama bu durum farklı, can sıkıntısına sokaklarda gezmek farklı.
Kimi zaman, dışarı çıkar gezerim sonrada ellerimi yıkarım düşüncesindeyiz biz geçler. Evet son zamanlarda ülkece hijyen kurallarına daha çok dikkat etmeye başladığımız kaçınılmaz bir gerçek. Şimdiye kadar öğrenemediğimiz bir gerçekti bunu da bize korona virüsü öğretti böylece. Lakin daha başka gerçekler de var; canlı hücrelerde yaşamını sürdüren bu virüs vücuda girdiği anda, onu sabunla atamayacağız. Belki bize hiç zararı da olmayacak; öksürük, ateş vs. belki hiç bir semptomunu da yaşamayacağız. Ama içimizde, hiç bilmediğimiz ve tanımadığımız bir katilin gizlice tohumlarını çoğaltmasına sebep olacağız. Daha sonra bu canlılar birer birer bağışıklık sistemi bizden düşük insanlara tutunacak. Kimisinin yüksek ateş sonucu yanarak sonlanacak hayatı, kimisinin de denizin içinde boğulurmuşcasına nefes alamayarak. Ve bunlara vesile olan kişi de biz olacağız. Bilmeden, habersizcesine. Katil olmak sadece somut bir kavram değil aslında, günümüzde idrak ettiğimiz gibi. Bir cana kastetmek ha silahla, bıçakla olmuş ha virüsle ne fark eder? Kurban yolda, dönülmez bir yolda.
Bu konuda en çok risk altında olan şehirlerimizden biri de İzmir. Hem nüfus açısından çok kalabalık, hem de bünyesinde çok fazla nem taşıyor ki bunu da virüs seviyor. Kendi gözümüz çerçevesinde baktığımızda günümüze, göremesek de bazen, gençlerimiz bu kadar küçümserken olayları bir can daha gidiyor ileriye adım attığımız her gün. Biz ölmüyoruz belki ama yaşamımızı sürdüreceğimiz bir hayattan da kendimizi mahrum bırakıyoruz yavaş yavaş. Nasıl mı? Çünkü süreç normale dönmüyor. Her sabah uyandığımızda, yaşanılası bir doğaya gözlerimizi açamıyoruz. Dahası bu virüs sonucu milyonlarca insan işşiz kaldı ülkemizde. Neden? Düşündünüz mü hiç? Belki de siz, farkında olmadan taşıyıcısı olduğunuz bu virüsle, bir çok insanın sağlığıyla oynadığınız için.
Yüzlerce insanımızı kaybettiğimiz içinde bulunduğumuz bu süreçte, anlamalıydık aslında hayatlarımızın pamuk ipliğine sarılı olduğunu. Ama insan başına gelmeyince anlayamazmış, ne kadar empati yapmaya çalışsa da ölüm kapıyı çalmadıkça. Artık, yaşadığımız bu dünyayı nefes almaya sevk etmemiz gerekiyor, kendimiz ve sevdiklerimiz için. Bunu da üstümüze düşen sorumluluklarımızı yerine getirerek yapmalıyız. Hiç değilse mikroskobik bir katkı sağlayalım dünyamıza.
Neden mi bu kadar olumsuzum? İçinde ölümün acı çığlığını barındıran sokaklar insanlarımızla doluyken, yaşamın değerini anlayamadığımızı bir kez daha hissetmiş bulunmakta olduğum için. Hayat... Kimimiz sevmedi, kimimiz hayal kırıklığı içerisinde bir yaşam kurdu bazen. Ama yaşadığımız hayat bize aitti. Onu yöneten bizdik. Yoksa yönetemeyecek kadar aciz olan mı bizdik? Acı gerçek. Dünya çok karanlık değil mi sahiden? Evet öyle gerçekten. Ama dünyayı bozan biziz, insanlar. Düzeltmek daha zor olsa da bazen, bu durum bizim elimizde. Kim üzülmez ki düşündüğümüzde? Yaşadığımız bu sorun hepimizin. #EvdeKal dığımız bu süreçte gündemi, izlediğim videolardan takip etmeye başladım. Çok uzak değil geçtiğimiz hafta, Korona virüsünün adıyla alevlenen tartışmaların gündemi sarstığı bu zamanda izledim, Karşıyaka Çarşısı’nda cesurca gezen o kalabalık kitleyi. Buca’nın nostaljik sokaklarında şahit olduk hep birlikte, yaşanılan bu duruma aldırış etmeyen insanlarımızın özgürce dolaşma sevdalarına. Ve bu süreçte Modern Narlıdere’nin sokaklarında gezen kovboy şapkalı temizlik görevlilerini anımsadım kimi zaman. Şimdi onların yerini alan büyüklerimiz var bu geniş sokaklarda, onlar bizim değerlilerimiz elbette. Ama bu yasak özellikle onlara. Çünkü en çok onlara sarılıyorken bu illet, sevgisiyle değil asla, tıpkı azrail gibi bir melek edasıyla.. Yaşamak da kolay aslında, fark edebilsek keşke. Bizim bir deyimimiz var bu konuda; dikili (bir) ağacı olmamak. Bu deyim mal, mülk için kullanılsa da günümüzde, en büyük zenginlik; bize nefes veren doğa aslında. Yaşamak da kolay aslında, sahip çıkabilirsek insanlarımıza, sahip çıkabilirsek doğamıza..