Sayfa Yükleniyor...
Türk Tarihi boyunca gerek sosyal, siyasi gerek kültürel hayatta gerek savaşlarda milli kimliği ile hep ön planda yerini almıştır Türk kadını. Orta Asya Türk Devletlerinde, Törenlerde ve şölenlerde kadın daima Kağan’ın yanında oturur, idari ve siyasi alanlarda tıpkı Kağan gibi görüşlerini sunardı. Kağan’ın buyrukları; “Kağan buyuruyor ki” diye başlamışsa eğer, asla kabul edilmemekteydi. Kabul edilmesi için “Kağan ve Hatun buyuruyor ki” diye başlamalıydı. İskitlerde, Hunlarda, Göktürklerde, Uygurlarda, emirlere Kağan ve Hatun ortaklaşa imza atardı. Orhun Kitabelerinde belirtildiği üzere Kağan’ın kararına Hatun katılmaz ise bu karar, asla geçerli sayılmazdı. Arap gezgini İbn Battuta, “Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türklerin kadınlarına gösterdiği hürmet. Burada kadınların kıymet derecesi, erkeklerinden daha üstündür” demiştir. Türk kadınına duyulan saygının bir diğer örneği de Altay dağlarının en yüksek tepesine “Kadınbaşı” ismi verilmiş olmasıdır. Milli kimliği ile hep ön planda yer alan Türk kadını ve Türk erkeğinin kadınına gösterdiği değere bir diğer örnek; Büyük Hun İmparatoru ile Çin arasındaki ilk barış antlaşmasını Metehan’ın Hatununun imzalamış olmasıdır. Buraya kadar Türk kadınını anlattım. Şimdi bu dönem içerisindeki “kadın” kavramını daha geniş çapta ele alalım. Yakut Türklerinde kadının miras hakkı vardı çünkü kadın erkek eşitti, birbirini tamamlayan iki birey olarak kabul ediliyordu. Araplarda cahiliye devri yaşanıyor kız çocukları diri diri sine gömülüyordu, çünkü uğursuz olarak nitelendirilmişlerdi. İngiltere’de kadınların İncil okuması dinlerini öğrenmesi dahi yasaktı (Hanry dönemine kadar). Budizm’in kurucusu olan Buda, kendi dinine kadınları almamıştı. Türk kadınları istediği dini inanışı yaşamakta özgürdü. Çin’de boşanma hakkına sadece erkekler sahipti oysa Türklerde, her alanda eşitlik olduğu gibi bu konuda da hürdüler. Hint anlayışına göre dul kalan kadınlar yakılarak öldürülüyordu. Nedeni ise içler acısı; kadınların ölen kocalarının öbür tarafta sevgiye ihtiyaçları varmış, yalnız kalmamalıymışlar. Anlayacağımız üzere Türkler haricindeki bütün milletlerde, hep erkek hegemonyası üzerine kurulu bir düzen vardı. Türkler adildi, eşitti, moderndi. Her şeyden önce kadın-erkek fark etmeksizin “insanlık” vardı. Türkler, cinsiyet kavramıyla değil fikir ve düşünceleriyle egemendiler. Kadın da geçerdi devletin ya da toplumun başına, erkek de. Tabi sonra bir takım sebeplerden dolayı etkileşimler oldu. En büyük etkileşim savaşla gelir biliyorsunuz. Kurulan devletler büyüdü, savaşlar daha geniş coğrafyaya yayıldı. Biz Türklerde kadının toplum içindeki statüsü farklı yönde değişti. Ata binen, ok atan bir nesilden, eve kapanan bir topluma evrildik. Ne zaman başkalaştık, işte o zaman geriledik, hasta adam olduk ve yıkıldık. Biraz Osmanlı Devleti’nden örnek verelim. Avrupa’da sanayi devrimi başlamıştı, bu süreç içerisinde yeniliklere ayak uyduramayan Osmanlı ne yazık ki günden güne güç kaybetmekteydi. Dönemin padişahı II. Mahmud, “kadının mevcut konumunu” geri kalmışlığın simgesi olarak nitelendirdi. Bunun sonucu, Modern kız okulları açılmaya başlandı. 1868 yılında Kamu Eğitimi Kanunu ile 6-11 yaşlarındaki kız çocuklarının ilkokul eğitimi almasına karar verdi. Daha sonra 1876 yılında ise bu eğitimi Kanun-i Esasi ile zorunlu kıldı. II. Mahmut’un başlattığı ıslahatları en son K. Atatürk tamamladı. “Türk kadını sen omuzlar üstünde göklere yükselmeye layıksın” diyen Atatürk; 1926 yılında, Türk Medeni Kanunu’nun kabulünü sağlayarak ileri düzeyde medeni haklar tanıdı, Türk kadınına. Ardından 1930’da belediye seçimlerinde gördük Türk kadınımızı, 1933’de muhtarlık seçimlerinde. 5 Aralık 1934 tarihinde ise kadınlara seçme-seçilme hakkı verildi Genç ve hür Türkiye’mizde.
B İ Z K İ M İ Z ?
Dünyanın ilk kadın savaş pilotu Sabiha Gökçen’iz
Dünyanın ilk kadın savaş muhabiri Semiha Es’iz
Dünyada İlk Kadın Yargıtay Üyesi Melahat Ruacan’ız
Dünyanın ilklerini oluşturan TÜRK KADINIYIZ!
(Dünyanın ilklerini oluşturan Türk kadınlarımızın çoğalması dileğiyle)
Biz, her birimiz, Tanrı’nın sevdiği çocuklarıyız.
Başkalaşma rehavetine kapılıp longaza düşmeyelim. Çünkü günümüzde dahi sirkte oynatılamayan, insanların korktuğu, yanına yaklaşmaya cesaret edemediği bozkurdun koruduğu Türkleriz biz. Modernlik, çağdaşlık özümüzde var. Soyumuzun derinlerindeki asil kanımızda var.
Ç ü n k ü b i z,
Al kanımızla Dünyayı saran
T Ü R K’leriz.