Çocuğun 100 Dili-1-2


  • Oluşturulma Tarihi : 28.06.2021 07:10
  • Güncelleme Tarihi :
Çocuğun 100 Dili-1-2

“Bir çocuğun 100 lisani vardır;(ve yüzlerce yüzlerce dahası) ama 99’unu çalıyorlar. Okul ve bu kültür, kafayla vücudu ayırıyor. Onlar çocuğa, elleri olmadan düşünmesini, kafası olmadan yapmasını, zevk almadan anlamasını, sadece yılbaşlarında ve bayramlarda sevip şükretmesini söylüyorlar. Onlar çocuğa, zaten orada olan bir dünyayı keşfetmesini söylüyorlar ve geri kalan 99’unu çalıyorlar.” Loris Malaguzzi.

Bir ülkenin geleceği çocuklara verilen eğitimle belirlenir ve eğitim her çocuğun hakkıdır. Uzun süren araştırmalar sonucu varılan kanılara göre insan zekasının; 0 - 4 yaş arasında yüzde 50’si, 4 - 8 yaş arasında yüzde 30’u, 8 - 17 yaş arasında da geriye kalan yüzde 20’lik dilimin geliştiği uzmanlarca kanıtlanmıştır. Bu nedenle erken çocukluk dönemi, çocukların somut bilgileri geleceklerine aktarmak adına işledikleri en aktif dönemdir. Her çocuğun zihni ve düşünce sistemi birbirinden çok farklıdır. Çocuğun zihinsel gelişiminin ve merak duyusunun en yüksek olduğu dönem olan erken çocukluk döneminde kendi kapılarının anahtarını kendi ellerine almaları için çocuğun sorduğu soruya cevap veren kişinin de yine kendisi olması beklenmelidir. Bu bizim için önemsiz bir şeymiş gibi görünsede onlar için büyük bir sorumluluktur. Çocukların, tam kapasitelerini kullanmaları doğrultusunda atılacak adımlar, aileler ve biz eğitimciler tarafından onlara sunduğumuz hayat neticesinde gerçekleşecektir. Bu doğrultuda eğitimcilerimize düşen görev ise erken çocuğun gelişimini perçinleyerek olgunlaşmasını sağlamak amacıyla onlara uygun bir ortam yaratmak ve kendi fikirlerini sunmaları adına fırsat sağlamaktır. Erken çocukluk dönemi; bireylerin geleceğini inşa eden, gelecekte iyi bir birey olma adına hem kendisine hem doğasına faydalı olması için gereken en önemli zaman dilimidir. Nasıl oturduğumuz evlerdeki binaların temeli sağlam atılırsa depremlere dayanır ve içinde bulunan insanı geleceğine aktarmak adına yaşatırsa, erken çocuk da temelleri sağlam atıldığında küçük bir sarsıntıda büyük bir enkaz yaşamayacak kendisini ve çevresini, iç ve dış etkenlere karşı koruyacaktır.

Türkiye’nin denge politikası güttüğü 2. Dünya savaşı sonunda, savaştan çıkmış bir devlet ve yorgun bir halk vardı İtalya’da. Bedenleri yorgun olsa da zihinleri bir o kadar dinçti. Bilinçli halkın yeniden inşa etmek için yapmak istedikleri ilk şey eğitim için okul kurmaktı. Almanların İtalya’dan çekilmesinin ardından, savaştan beş gün sonra bir grup kadının okul inşa etmeye başladığı söylenceleri yayıldı. Bir savaşın ardına bıraktığı enkazdan bütün dünyaya örnek olan bir yaklaşım doğuyordu. Bu enkaz sonunda Reggio Emilia kasabasında Loris Malaguzzi önderliğinde köylü kadınların yüksek katkıları ile yeni bir eğitim sistemi oluştu. Bu yeni eğitim hareketi çocukları temel alarak onlara fırsatlar sunmayı ilke edinmiş ve çocukların yaşamlarında yaratıcılıklarını geliştirmeyi amaçlamıştır. Bu yaklaşımı hayata geçiren aslında bir kişi değil bir kasaba topluluğu ve en önemlisi de ilk etapta orada yaşayan çocukların projeleri yani fikir ve düşünceleridir. Bu doğrultuda ilk başta çocuklar için ilkokul ve ortaokul inşa edildi. Ardından anaokulları açıldı. Loris Malaguzzi, çocuk temelli eğitim anlayışıyla yola çıkarak hem çocuklardan öğrendi hem çocuklara öğretti. Çocukların her birinin kendilerini ifade etme şeklinin farklı olduğunu keşfetti. Ve Reggio Emilia Yaklaşımın pedagojik duruşunu “Çocuğun 100 Dili” ifadesiyle dile getirdi. Şimdiye kadar olan okul programlarında çocuğa tek düze bilgi aşılanmış ve onu öğrenmesi istenmişti. Ama Reggio Emilia Yaklaşımının felsefesinde çocuğa çizilmiş bir kalıp bir sınırlılık yoktu. Her çocuğun bireysel olarak farklılıkları vardı ve bu farklılıkları geleneksel eğitim maalesef ki karşılamıyordu. Çocuk sadece duyarak ya da motor gibi yazarak öğrenemezdi. Bedeninin bazen harekete bazen müziğe bazen de ışığa ihtiyacı vardı. Okulu sadece oturdukları sıralarda değil, gerçek yaşamlarında da deneyimlemeliydiler. Bu nedenle yaklaşımın felsefesi “keskin kalıbı olan okul” prensibiyle değil “okul + aile + çocuk” prensibi doğrultusunda çizilmişti. Bu yaklaşıma göre eğitmen, çocuğun ilgi alanlarını keşfederek ona yönlendirmelidir.

Çocuğun 100 Dili-2

Çocuğu bir kalıptan başka bir kalıba sokmak yerine onu gözlemlemeli ve gerekirse hata yapmasına müsaade etmeli, doğruya kendi çabaları doğrultusunda ulaşmaları için onlara fırsat vermelidir. Bu yaklaşımda eğitmen bilen değil o da öğrenen pozisyonunda yer alarak çocukların hayal dünyasını keşfetmek üzere birlikte yolculuğa çıkandır. Ailenin buradaki rolü ise çocuğun evdeki eğitimini de kesintisiz bir şekilde devam ettirmesini sağlamaktır. Adeta yardımcı öğretmen konumunda olan aileye bu bağlamda çok iş düşüyor, desek de aslında yapması gereken şey basittir; çocuğa uygun ortam sağlayarak, onu teşvik etmek ve gözlemlemektir. Böylece çocuk, (gerçek anlamda) başı boş (yani bilgisiz) yetişen bir birey değil araştıran, karşılaştığı problemleri çözebilen, öğrenen bir birey haline gelecektir. Çocukları araştırmaya teşfik eden bu yaklaşım; tamamen proje tabanlı olup yaşlarına uygun en ideal eğitim şekli olan oyunla, çocukların öğrenmesi sağlanılmaktadır. Sınıf ortamında ise daha çok karton kutulardan oluşturulmuş çeşitli materyaller, metal kaplar, kristal taşlar yer almaktadır. Ve hatta bir çam kozalağı bile Reggio Emilia sınıfının bir materyali olabilir. Çünkü bu yaklaşım doğrultusunda verilen eğitimde, çocukların evlerinde ve doğada rahatça bulabilecekleri materyaller seçilir. Bu materyallere başka örnek olarak; ışık kaynakları, çeşitli taşlar, pamuklar, düğmeler, kumaş artıkları, boncuk, ağaç kabuğu, kurumuş ağaç yaprakları, mantar tıpası, plastik hayvan oyuncakları, tepegöz gibi materyaller verilebilir. Sınıfta en çok bulunan materyallerden biri de aynalardır ki çocukların kendilerini, kendi gözleriyle görmelerini sağlar. Ayrıyeten okulun her yerinde çocuğun yaptığı projelerle çekilmiş fotoğrafları yer almaktadır ki bu sayede çocuk kendinden bir parça okula bırakmış olur. Bu yaklaşım doğrultusunda öğrencinin bir rol sergilemesi değil içten olması beklenmektedir. Çocuk çocukluğunu yaşamalıdır. Hayatının lideri olduğu ona hatırlatılmalı ve doğasına uygun hareket etmesi desteklenmelidir. Bu felsefeyle yetişen çocuk aktif bir öğrenicidir. Araştırmacı, bilgi sahibi ve sosyal bir bireydir. Potansiyelini tam kapasite kullanan merak duyusu yüksek, algıları açık, doğaya uyumlu ve sorumluluk sahibidir. Adeta her biri kendi dünyalarının küçük Einstein’larıdır. Reggio Emilia Yaklaşımının içinde yer alan çocukta; sorumluluk sahibi olmaları, yüksek özgüvenli bireyler olarak yaşamlarına devam etmeleri, ben merkezli bir hayat yaşamadıklarını, çok küçük yaşlarda olsalar dahi empati yapabilme potansiyellerinin açığa çıktığını, sosyal zekalarının yüksek olduğu gözlemlenmiştir.

Reggio Emilia Okulları’nda yetişen çocuklar doğa ile iç içe büyüyerek yaşamlarına saygı duymayı öğrenirken aynı zamanda fiziksel ve ruhsal sağlıklarını da geliştiriyorlar. Oksijeni bol olan çevrede yetişen çocuğun kalp sağlığı da korunuyor. Böylece stresten uzak, mutlu bir çocuk dünyaya, ben buradayım, diyor. Reggio Emilia Yaklaşımıyla büyüyen çocuk, daha yeni yürümeye başladığı evrelerde bile ilk bilimsel keşfini yapabiliyor. Geleceğin mucidi olmak için tasarlanmış çok yönlü bir sistemin içerisinde kendini buluyor. Kendi merak duyusuna kendi cevap buluyor böylece arayan bulan bunun için çabalayan bir birey olması yolunda bir yol çizilmiş oluyor. Kendi projelerini kendi gerçekleştiriyor. Okul öncesi hayatında aktif katılım sağlamış gelecekte bilgiye her an aç bir birey olarak büyüyor. Çok küçük yaşlarda hak sahibi olması, erken yaşta sorumluluk almasını sağlıyor.

Kendi portresini kendisinin yaratmasına fırsat sunan bu yaklaşım, ülkemiz okullarında da benimsenmelidir. Sanata, bilime, yani fen ve tabiata önem veren etkinlikler ülkemizde yeteri ilgiyi göremiyorken, özellikle içinde bulunduğumuz dünyada pandemi salgını nedeni ile eğitim çok boş kalmışken, Reggio Emilia Yaklaşımının ülkemizdeki eğitim açığını kapatacak en önemli yaklaşım olduğu görüşündeyim. Çocuğun içindeki merak güdüsü kendi hayatının haritasını bulmasında ona eşlik edecek en nitelikli güçtür. Çocuğun 100 dilini bulmak için ona sözel terimler aktarmaya çalışmak yerine onun bize kendisini açıklaması için çeşitli yollar sunmak, çok daha doğru olacaktır. Tıpkı Antoine de Saint Exupéry’nin Küçük Prens kitabındaki fil yutan boa yılanı çiziminde olduğu gibi çocuğun zihin yapısı çok farklıdır. Başka bir değişle çocuğun algısı, düşüncesi bizim idrak ettiğimizin çok ötesindedir. Yeter ki biz eğitimciler ve aileleri tarafından, çocukların bu yeteneklerinin açığa çıkması için onlara gereken desteği sağlayalım.

Çocuğun 100 Dili-1-2
Sıla Arsel
Yazarımız Kim ?

Sıla Arsel