1919 yılı Mayıs ayının 19’unda atamızın Samsun’a ayak basması ile başlayan milli mücadele, 1923 yılı Ekim ayının 29’unda Cumhuriyet’in ilan edilmesi ile son buldu. Görüldü ki milli mücadelenin kahramanı Atatürk ve silah arkadaşlarının yanı sıra “halk”tı. Bozkurt önderliğinde Ergenekon’dan çıkan Türkler, yine bir Bozkurt’un (Atatürk’ün) önderliğinde yürüdüler, evrenin silinmez izlerini kazıdılar. Milli Mücadele kazanıldı. Sıra siyasete gelmişti artık. Vatan taşla tüfekle kazanılmıştı ama asıl olan bunun kalıcılığıydı. Yani gerisi, zihniyet meselesiydi. Daha açık bir tabirle, toplum zihniyetinin yeni sisteme yükseltgenmesiydi.
Bu süreçte atılan adımlar arasında 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması vardı. Devamında 3 Mart 1924’te halifeliğin kaldırılması ve destekleyici diğer inkılaplarla 1925 yılına geldik. Çok tartışılan bir konudur Halifeliğin kaldırılması ama tek başına saltanatın kaldırılmasının geleceğe dönük kalıcı bir anlamı olmayacaktı. Halife varlığını sürdürdükçe Türkiye gelişimini sağlayamayacaktı. Çünkü yapmayı düşündüğü toplumsal ve laik inkılaplar hep engellenecekti. Bir takım güçlerin etkisiyle, halifelikle eski düzene dönüş olağandı. Atatürk buna karşıydı. Yeniden ayağa kalkan milletin, tökez yürümesini hiç istemedi. Artık halkın sözü geçerliydi. Halk özgür iradesiyle kimi isterse başa o geçecekti. Dinle insana bağlılık olmazdı, din insanın içindeydi ve yaratıcıyla, arasında bir bağdı. Zaten biz Türklerin tininde ezelden beri hürriyet vardı. Atılan adımlar, benliğimizle özdeşleşen adımlardı. Gerçek din adamları da bu süreçte hep Atamızın yanında yer alarak varlıklarını Türk milletine ve vatanlarına adadılar. Onlar bizden çok daha iyi biliyordu ki yaratıcı ve insan arasındaki bağ özeldi özel kalmalıydı. Bunu insan tininde yaşardı, kalbi ile hissederdi. Dillendirmeye, zedelemeye, ayrıma gitmeye gerek yoktu. Fakat bu durum dini ticarete dökenlerin kanına dokundu. Onlar için çıkar kapıları kapanmıştı çünkü. Önce vatan düşüncesinin önünde önce ben düşüncesi hakimdi. Bu nedenle Mustafa Kemal’in aleyhine çalışmalar başlatmada gecikmediler. Atamızın geçmişte kuyruklarına bastığı insanlar, kendi aralarında ittifak kurup birleştiler, çeteleştiler. Tabi bunların büyük bir etkileri olmadı. Fakat ne yazık ki, bu süreçte bazı paşalar büyük yanılgılara düştüler. Hepsi vatan için canını vermeye hazır paşalardı özünde ve geçmişte hep atamızın yanında yer aldılar. Ama düşünceleri yanlışa yönlendi, sonrasındaki yanlış tutumları ile kendi canlarının celladı oldular.
10 Haziran 1926 tarihine geldik. TBMM yaz tatiline girdi. Mustafa Kemal planlı gezilerle Adana, Tarsus, Konya, Bursa, Balıkesir vs. şehirlerini gezdi. Ardından 15 Haziranda İzmir’e gelecekti. Suikastçılar bu geziyi fırsat bildi. Atatürk’ün treninin 1 gün geç gelmesi, olayı önledi. Ya da başka bir düşünceye göre suikast haberini alan hükümet, Atatürk’ü Hükümet Konağı’nda bulunan gizli geçit yardımıyla tünelin ulaştığı Saat Kulesi’nin altında bulunan gizli odada sakladı. Bu ikinci düşünceyi şimdilik bir tarafa bırakalım, yeri gelince ayrı bir paragrafta anlatacağım.
Hep söylenen bir şey vardır ki bu da Atatürk’ün İzmir’e gelen treninin 1 gün gecikmiş olmasıdır. Bu gecikmeden şüphelenen Giritli Şevki, hükümetin bu suikastı bildiğini düşünür ve bulunduğu durumdan kurtulmak için bütün planı itiraf eder. Böylece suikast önlenir, suikastçılar yakalanır. Bu hepimizin bildiği, duyduğu bir şeydir. Ardından Atatürk, 15 Haziran 1926 tarihinde bu durum karşısında Ziya Hurşit’i bulunduğu Naim Palas Oteline çağırtır. Uğur Mumcu’nun Gazi Paşa’ya Suikast kitabının ikinci bölümünde Atatürk ve Ziya Hurşit arasında geçen diyalog, bizzat şu şekilde kaleme alınmıştır;
“Ziya Hurşit bey, uzun zaman beraber çalışmış değil miydik? Bir gaye uğruna çalışmadık mı? Nedir bu suikast hem de şebekenin elebaşısı ruhi imişsiniz öyle mi?
Ziya Hurşit; öyle, doğrudur. Suikast yapmaya geldim ama başaramadık, diyor.
Mustafa Kemal; Sizden bunu beklemezdim, sözleri üzerine
Ziya Hurşit; dünya beklenmedik şeyler ile doludur paşam. Ne yapayım ki karşınızda bu vaziyette suçlu olarak bulunuyorum ne diyebilirim, diyor.”
Ziya Hurşit’in yanı sıra olaya karışan ve idam edilen bütün isimler suçlarını itiraf ediyorlar. Kimse hayır yapmadım, benim suçum yok demiyor. Atatürk otelde Ziya Hurşit ile aralarında geçen bu konuşmadan sonra İzmir suikastını kimin planladığını tek tek öğreniyor. Bu kişilerin arasında en başta maalesef ki Atatürk’ün ayrıcalıklar verdiği milletvekili seçilen Ziya Hurşit devamında Şükrü Bey, Abdulkadir Bey, Arif Bey, Laz İsmail, Gürcü Yusuf ve Çopur Hilmi adındaki kişilerin bu suikastı planladıkları ortaya çıkıyor. Ve bütün planların Ankara’da miralay Arif Bey’in evinde yapıldığı ortaya çıkıyor. Atatürk, kendine gelen itiraflar sonucu arka planda şahsına yönelik hazırlanan bu suikastı, İstiklal mahkemelerinden çok önce, yargılama başlamadan öğrenmiştir.