2

Kadim Türklerde Kam’lık


  • Oluşturulma Tarihi : 27.12.2021 07:36
  • Güncelleme Tarihi :

Tarih boyunca İnsan tabiatı gereği hep bir şeylere inanma ihtiyacı duymuştur ve bu inanç gereği de kendini gören gözeten bir varlık olduğuna inanmıştır. Bu doğrultuda; insanlık kimi zaman Ay’a, Güneş’e inandı kimi zaman da suya, ateşe, gök gürültüsüne inandı. Öyle görülüyor ki günümüzde doğanın kıymetinin farkında olamasak da geçmişte tinimize kodlanan inanç bizi hep doğaya götürmüştür. Yani tarih boyunca hep doğanın bir evladıydık ve kendimizi onun bir parçası olarak konumlandırdık.

Bir bakıma tabiatın, yerin göğün asıl sahibinin Tengri (Tanrı) olduğuna İnandık. Doğa, bizler ve geriye kalan her şeyin Tengrinin yeryüzündeki varlığının bir izi olduğuna inandık. Bu inanç bir zorlama değil samimi bir sevginin göstergesiydi; kendinden büyük olana ve en büyük olana tapma içgüdüsüydü, ibadet dilde değil kalpte idi.

Göğün ve yeraltının “yedi” katının olduğuna ve çeşitli ruhlarla donatıldığına inanıldı. Aynı inanış (Türklerin atası) Sümerlilerde de kendini göstermiştir, İslam’da da. Bununla ilgili olarak, Bakara suresinin 29. ayetinde; “Yeryüzünde ne varsa tamamını sizin için yaratan, sonra göğe yönelerek onları, yedi gök olarak tamamlayıp düzene koyan O’dur...”der.

Ve bütün benzerliklere rağmen tuhaf ki biz Türklere hiç peygamber gönderilmediği söylenir. Ama nasıl olur da o günün şartlarında Türkler tabiat hakkında bu kadar çok şey bilebilirdi? Elbette Tanrı Türklere de peygamber (Tanrı tarafından özel olarak görevlendirilen ve O’nun buyruklarını bildiren elçi) göndermiştir. Lakin bu sözcük kronolojik olarak daha yakın tarihe denk geldiği ve Farsça kökenli olduğu için o dönemlerde biz Türkler tarafından kullanılmamış olması olağandır.

Örnek verecek olursak Biz Türklerde de Oğuz Kağan gibi, Korkut Ata gibi Tanrı tarafından özel olarak görevlendirilen elçiler olmuştur. Hatta pek çok din bilgini tarafından daha sonraki evrelerde Kur’an’da adı geçen Zülkarneyn Peygamber ile Oğuz Kağan’ın aynı kişi olduğu söylenmektedir. İsimlerin farklı olması bizi yanıltmasın nasıl Hz. Nuh Peygamber Sümer mitolojisinde Ziusudra, Babil mitolojisinde Utnapiştim olarak adlandırılıyorsa Oğuz Kağan’ın da Zülkarneyn olarak adlandırılmış olması tarafımızca yadsınmamalıdır.

Konuya geri dönersek Türkler Tengri’ye (yerin ve göğün tek sahibine) inanmış ve kamların (şamanların) transa girme yetisi sayesinde doğaüstü güçler ile iletişim halinde olan din adamı olduğunu kabul etmiştir. Adam diye tabir etsek de kamlar genellikle kadındır. Dans eşliğinde davul (kopuz, topşuur, kıyak, komuz) çalarak seslerin çıkardığı frekanslar yardımı ile başka ruhlarla iletişime geçmektedir.

Bilinen kültür tarihimize baktığımızda sözün müziğin ve dansın bir arada kullanıldığı ve bir yönden sanatlı bir anlatımın çıktığı ilk örnek hiç şüphesiz kamlar tarafından gerçekleştirilen dini törenlerdir. Türkler İslam inancını benimseyene kadar bu törenler hep varlığını sürdürmüştür. Bu inanç sistemi Biz Türkiye (yani Oğuz) Türkleri için varlığını yitirmiş gibi görünse de aslında farkında olmadan uyguladığımız adetlerimizin içinde ve hatta günlük hayatımızda bize varlığını daima hissettirmektedir. Bunun yanı sıra diğer Türk toplumlarında; Altaylar’da, Moğolistan’da (Tanrı Dağları’nda) kamlar hala varlığını aktif olarak sürdürmektedir.

Biz Türkiye Türklerinde bu inanış daha çok gidenin arkasından su dökmek, gelinlere takılan kırmızı kurdele, kurşun dökme-nazar çıkarma, ağaçlara çapul bağlama, eve sağ ayakla girme, mezar taşı ve taştaki suluklar, cami minaresine kattığımız kubbe, vefat edene okuttuğumuz mevlid ile varlığını göstermektedir. Ama bunların yanı sıra Mevlevi ya da Alevi-Bektaşi törenlerinin de kökünün kamlığa ve geçmişte düzenlenen Türk ritüellerine dayandığını söyleyebiliriz.

Kökenlerimizin izini araştırdığımız nice yıllar bizim olsun. 2021’in son pazartesisinden sevgilerimizle, esen kalın…

Kadim Türklerde Kam’lık
Sıla Arsel
Yazarımız Kim ?

Sıla Arsel