Sayfa Yükleniyor...
Ülkemiz için, “Verme, dünyaları alsan da, cennet vatanı” demiş Mehmet Akif. Ne güzel söylemiş. Biz sahip olduğumuz bu cennet vatanı tanımıyoruz, hiç öyle bakmayın, gerçekten tanımıyoruz. Gözle görebildiklerimiz var, bir de toprağın altında saklanan bir cennet. Elimizde olana, görebildiğimize bile yeterince sahip çıkamıyoruz gibi geliyor bazen bana. Ama bu durum geçici, eminim. Tanrı kutsadığı ırkımızı her daim koruyor çünkü...
Neyse efendim, toprağın altında saklanan cennet dedim. Evet, şimdiye kadar birçok antik kent keşfettik ülkemizde. Ve her geçen gün bir sürprizle daha karşılaştığımızı düşünürsek, kim bilir belki bir Göbeklitepe daha keşfedilir ülkemizde. Antik kentleri bulmak adına yaptığımız çalışmalar durağanlığından uzaklaşıp hız kazandığında bir kademe daha yaklaşacağız toprak ananın kalbine. Sonra ülkemizin yer altındaki cennetini kucaklayacağız. Geçmişin izini taşıyan tüneller ise bize bu yolculukta eşlik edecekler.
Belki hatırlarsınız size daha önceden İzmir Saat Kulesi’nin altındaki tünelden söz etmiştim. Bu konu için örnekleri çoğaltmak adına; Konya- Selçuklu ilçesinde 1720 rakımlı Takkeli Dağ’daki Gevele Kalesi’nde ortaya çıkan gizli geçitlerden, Kapadokya bölgesinde bulunan ve kayalara oyulmuş Derinkuyu Yeraltı Şehri’nden, Tokat Kalesi’nin içindeki tünellerden, Adıyaman-Nemrut Dağı’ndaki tünellerden, Kayseri Büyük Bürüngüz Mahallesi’ndeki yapılan araştırmalar sonucu 26 girişi bulunan yer altı şehirlerinden, Trabzon’da Dehlizler Şehri olarak anılan ve 4 bin yıllık geçmişe sahip yer altı şehrinden, Kırşehir’deki Dulkadirli Yeraltı Şehri’nden vs. bahsedebiliriz. Ama benim en çok ilgimi çeken İzmir-Selçuk’ta bulunan Keçi Kalesi oldu. Çünkü İskoçya’dan Türkiye’ye ulaştığı düşünülen 12 bin yıllık tünelin bu kaleye de ulaştığı düşünülüyor kimi araştırmacılar tarafından.
Türkiye’de bunun dışında Keçi Kalesi namıyla anılan 2 kale daha var. Biri Yozgat’ın Yerköy İlçesi’ndeki Aşağı Eğerci Köyü’nde, diğeri de Bolu’nun Gerede İlçesinin Kuzeyinde.
Biz konumuz olan İzmir-Selçuk’taki Keçi Kalesi’nden devam edelim.
Tire, Efes ve İzmir yönünden gelen yolları birbiriyle buluşturan ve Gözcülük amacıyla inşa edildiği düşünülen bu kale; gökyüzünün yeryüzüne, ardından yeryüzünün yeraltına merdiven sarkıttığı, Helenistik Döneme ait bir yapıdır. Ayasuluk Kalesine gelebilecek saldırıları önceden görmek ve önlem almak için kullanılmıştır. Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı Tarihi’nde de önemli rolü olan bu yapının gizemi hala sürüyor. Çünkü her kalenin bir yaşam öyküsü vardır mutlaka çözemediğimiz. Ve tabi bir de efsanesi vardır, dilden dile dolaşan.
Bizimkinin efsanesi şöyle; ortalama 400 metre yüksekliğe sahip, keçilerin bile zar zor tırmanabileceği sarplıkta bulunan bu kale konumundan ötürü bir türlü fethedilemiyordu. Biz insanlarda olur ya, zoru düşünürüz bunun için çok çaba sarf ederiz ama başaramayız. Çünkü çözüm bazen basiti görmekte yatar. Zor olan çözüme götürmez de basit olan çözüme götürür. İşte o güne kadar hep zor olan denenmişti ve kuşatma başarısız olmuştu hep. Ama o gün basit düşünüldü ve kale hiç kan dökülmeden alındı. Nasıl mı oldu? Gece olması, karanlığın çökmesi beklendi ilk önce.
Keçinin bile zor çıktığı bu sarplığa sahiden de keçi gönderildi. Kaleye sürülen binlerce keçinin boynuzlarına fenerler bağlanmıştı. Kaleden bakan gözlemciler de, karanlığın ardında parlayan gözleri büyük bir ordu sandı. Ve savaşmadan kaçmayı tercih ettiler. Kaleyi fetih eden ordu ise bomboş insansız bir kaleyle karşılaştı. Kalenin altındaki tünellerden geçerek kaleyi terk etmişti düşman tayfası. Boş kale kan dökülmeden alındı. Bu olay sonucu kalenin adı da Keçi Kalesi olarak anıldı. Timur’un ordularının fethettiği kaleyi daha sonra Aydınoğulları sonrasında da Osmanlı ordusu fethetti. Bu kalenin hikayesi de bu.
Bize düşen görev ise kalenin içindeki tünellerin nerelere çıktığını bulmak olmalı. Kalenin içindeki koskoca ordu, toz bulutuna karışıp gökyüzüne ulaşmadı ya. Biraz da yeraltının gizemini keşfetmek gerek...