Sayfa Yükleniyor...
Distopya denildiğinde bugün akla gelen iki temel eser vardır. Bunlardan biri Aldous Huxleynin yazdığı Cesur Yeni Dünya, diğeri ise George Orwellin Bin Dokuz Yüz Seksen Dörtüdür. George Orwellin 1946 yılında veremle mücadele ettiği günlerde yazmaya başladığı ve tamamlanması iki seneyi bulan eseri, yazarın önceki kitaplarında olduğu gibi ilk etapta tek bir düşünce sistemini eleştirir gibi gözükse de aslında genel olarak bütün sistemlerdeki aksaklıkların bir toplamıdır. Hayvan Çiftliği hem solcuları, hem de sağcıları rahatsız ediyorken, 1984de sosyalizm eleştirisi gibi durup aslında totaliter olan her yapıya karşı bir tepkinin somutlaşmış halidir ve her kesimden kişiler tarafından aynı oranda nefret edilip aynı oranda sevilir. Yazılmasından yıllar sonra bile popülerliğini hala koruyan, aradan geçen yıllara rağmen etkisini hiç kaybetmemiş eserin sinema macerası da ironik bir tarihe denk geliyor. O zamana kadar çeşitli televizyon projelerinde yer alan ve birkaç belgeseli bulunan Michael Radford tarafından senaryolaştırılıp, yönetilen film 1984 yılında yayınlanmıştır. Edebiyat uyarlamalarının sinemaya aktarımında önemli kayıplar yaşadığı, eserin özünün kaybedilebildiği bilinen bir gerçekken Radford da tecrübesizliğinden ve eserin ağırlığından dolayı kitabın etkileyiciliğinden uzak bir film ortaya koymuştur. Ancak kitabı okurken hayal ettiğim o kasvetli atmosferin yaratılması hatırına filmden de söz açmak yanlış olmaz sanırım.
FİLME DAİR
Yaşanan büyük savaşların ardından dünya, üç kutuplu bir yapıya bürünmüştür. Okyanusya, Avrasya ve Doğu Asya birbirleriyle sürekli savaş halinde olan devletlerdir. Büyük Birader (Big Brother) isimli liderleri ve iktidardaki İngsos (İngiliz Sosyalizmi) partisiyle Okyanusya tam bir korku imparatorluğuna dönüşmüştür. Özel hayat ortadan kaldırılmış, tele ekran ismi verilen aletlerle kişiler evlerinde bile her an yönetimin kontrolü ve gözlemi altındadır. Geçmiş, içinde olunan günün koşullarıyla sürekli tekrardan şekillenmekte, insanlar belleklerinden yoksun, düşünmeden itaat eden robotlar gibi davranmaya zorlanmaktadır. Eğer sisteme karşı herhangi bir hareketiniz veya düşünceniz olduğu anlaşılırsa ortadan kaldırılırsınız. Gerçek Bakanlığında çalışan Winston Smith ise içinde olduğu topluma ve koşullara bir türlü uyum sağlayamayan, içerde kendi kendine derin sorgulamalar yaşayan birisidir. Çıkış yolu aradığı günlerde önce Julianın hayatına girişi, ardından sisteme karşı harekete geçmek üzere partinin üst kademelerinden OBrien ile diyalogları Smithin hayatını sonsuza kadar değiştirecektir.
VE JULİA
Julianın Winston Smithin hayatına girişi ana karakterimiz için önemli bir kırılma noktası. İkili, sisteme itaatsizliğin farklı iki yüzünü temsil etmekteler. Smith, içeriden bir rahatsızlık hissedip kalıcı bir değişim hayalleri kurarken, Julia dışarıya karşı olması gereken, uyumlu bir portre çizip içeride özgürce hareket eden ve daha geçici özgürlükler arayan biri. Tek başlarınayken sistem için çok büyük bir tehlike potansiyeli olmamalarına rağmen, bir araya geldiklerinde bir bütün olup sorun teşkil etme ihtimalleri artınca doğal olarak, zaten kendilerinden uzun süredir haberdar olan sistem tarafından ele geçiriliyorlar. Filmin nadir pozitif yönlerinden biri Smithin yaşadığı çevreye uzaklığının gösterimidir. Usta oyuncu John Hurtın başarılı performansı, karakterin psikolojisi hakkında rahat çıkarımlar yapmaya imkan veriyor. Toplu törenlerde rahatlamak amacıyla isyankarların görüntülerine bakıp çığlık atan kalabalıkta, ortama uyum sağlamak için bağırırken aynı zamanda içeriden gelen Ne işim var benim burada? durağanlığı oldukça etkileyiciydi.
ÖZGÜRLÜK EN BÜYÜK GÜÇTÜR
İstanbul Film Festivalinin ilk Altın Lalesini kazanan Bin Dokuz Yüz Seksen Dört filminde Charlie Chaplinin Modern Zamanlar eserinden de esintiler bulabiliriz. Çünkü Modern Zamanlar da insanın nesneleşmesi ve kendine dahi yabancılaşması üzerine başarılı bir filmdi ve aynı şekilde orada da her yerden izleyen, denetleyen, kişinin robotlaşmasına neden olan bir Big Brother vardı. Ancak 1984 hiçbir şekilde Modern Zamanlar kadar başarılı bir yapıt olamaz. Şunları da eklemeden köşemizi tamamlamak istemiyorum. Big Brother tarafından empoze edilmek istenen düşünce, Savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cahillik güçtür. Her dönemin muhakkak ki bir Big Brotheri vardır. Ancak tüm bu baskıcı güce rağmen unutulmamalıdır ki; Savaş hiçbir zaman için barış olamaz, barışın savaşmaktan geçtiğine inanmak asıl köleliktir, özgürlük ise en büyük güçtür. Bu arada 2+2=5 olabilir. Her ne kadar Smith sürekli bunu söylediği için işkencelere maruz kalsa da ve her ne kadar işkenceler sonucu sistemin istediği bir adam olsa da. İyi seyirler.