Sultan Gümüş
Nuri Bilge Ceylan. Benim hem sevdiğim hem takdir ettiğim bir yönetmen. Öyle ki Türkiyede parmakla gösterilebilecek yönetmenlerden. Sanatsal film denince zihinde ilk yer edinenlerden. Nuri Bilge ismini zikredince Bir Zamanlar Anadoluda kalemimizden dökülüyor ansızın. Klasik bir söylem olarak algılayabilirsiniz. Hayır! Bu öyle bir kült ki hangi dönem hangi mekan olursa olsun daima yüreğimizden de kalemimizden dökülecek. Başlayalım yolculuğumuza. İnsanın içini nedensizce ürperten, her sahnesi fotoğraf karesini andıran, izleyiciyi imgelere boğan Bir Zamanlar Anadoluda
Gece bitmek bilmez. Anadolunun bozkırında saatlerdir süren bir cinayet soruşturması herkesi yormuştur. Savcı, komiser, jandarma ve doktordan müteşekkil bir ekip, Kenanla Ramazanın gömdüğü cesedi aramaktadır. Kenan, Yaşarı gömerken sarhoş olduğunu, yalnızca top gibi bir ağacı ve bir çeşmeyi hatırladığını söylemiştir. Ceset ya o tepenin ardındadır, ya bu tepenin. Engebeli, yılankavi yolların sırtında iş uzadıkça uzar. Araba farlarının titrek ışığında kuru otlar savrulur, gölgeler büyür, karanlık adım adım koyulaşır. Arap Ali, doktora yaklaşıp Çoluk çocuk sahibi olunca anlatacak bir hikâyen olur. Fena mı? der. Bir zamanlar Anadoluda, dersin, ücra bir yerde görev yaparken işte başımdan böyle böyle olaylar geçti dersin. Anlatırsın yani masal gibi. Masalların biçim ve biçemine ayak uyduran film, kritik değişiklerle özgün bir yol izliyor. Filmin masallarla olan ilişkisini üç başlık altında toplayabiliriz.
İçerik
Bir Zamanlar Anadoludanın yapısı, halkbilimci Vladimir Proppun bahsettiği halk masalları kalıbına oldukça uyuyor. Proppun yüzlerce halk masalını gözden geçirdikten sonra mutabık kaldığı sabit bir şablon var, her masalda başkahraman (Katil Kenan), şifacı (doktor), kral (savcı), koruyucu (Komiser Naci) ve başkahramana destek veren bir yardımcı (Arap Ali) mevcut. Bu kadro belirli bir görev için yolculuğa çıkar, türlü tehlikelerden geçer ve en nihayetinde hedeflediklerini gerçekleştirirler. Masalın sonunda başkahraman bir prensesle (Yaşarın karısı ve aynı zamanda Kenanın çocuğunun annesi olan kadın) evlenir. Anlatı, mutlak iyinin zaferiyle neticelenir. Filmdeyse bu masal şablonundaki kötü tarafın (ejderha, dev, cadı vb.) eksik olduğunu görürüz. Ve yine başkahramanın ekibinin işlevsel üstünlükleri de yoktur (diyagram çözücü, silahşor, sihirbaz vb.). Kötülüğün somut varoluşunun eksikliği, filmde karakterlerin zaafları ve kişiliklerindeki karanlık taraflarla giderilerek iyi kötü dengesi korunur. Hatta film, bu denge sayesinde modernist bir hâl alır. Bununla birlikte öyküde, yorgun savaşçılara iksir veren bir peri edasıyla beliren muhtarın kızı vardır. Şimşekler çaktığında bir anda ortaya çıkan sert yüzlü, canavarımsı kabartmalar mevcuttur. Esnafın doktora belirttiği üzere ortalıkta gezinen ölü Yaşarın doğaüstülüğü söz konusudur. Bu üç nokta, filmi masal atmosferine çok yaklaştırır. Fakat tüm bunlara rağmen iyi ve kötünün belirginleşmediği, düğünle veya zaferle sona ermediği bir finali vardır. Bu durum bizi masal izleğinin ikinci katmanına götürür.
Biçim
Masalların içerikleri kadar söyleyişleri, dilden dile gezintileri de önemli. Çünkü her masal, dil içinde var olup yaşamını sürdürür. Bu bakımdan film de dile sıkı sıkıya bağlı. Kenan, Yaşarı nereye gömdüğünü söylemek zorundadır, onun anlatmayışı, söylemeyişi ana atraksiyonu, tıkanıklığı, yani çatışmayı doğurur. Peynirin, etin, diğer tüm her şeyin sorgusu dil üzerinden yapılır.
Savcı tutanağı yazdırmaya başladığında bütün saptamalar, bulgular sözcüklere dönüşür, öyle ki esasta var olanın hiçbir değeri yok gibidir. Savcının, kâtibe ne söylediği, rapora ne yazdırdığı değer kazanır. Cesedi kâğıt üzerinde öznel bir biçimde tarif eder, onun Clark Gablea benzediğini belirtir. Bu yersiz şaka, karakterin kendisini bir Hollywood yıldızına, bir nevi bir masal kahramanına benzetmesi bakımından işlevsel bir detaydır. Savcı rapora Bağ çözüldü. diye bir cümle yazdırır ve bağın çözülmesini söyler. Görevliler bağı çözerler. Tutanak, bu şekilde devam eder. Savcı, yapılmamış eylemi önce kâğıda yazdırır, ardından da eylemin gerçekleşmesi komutunu verir. Kâğıda giren sözcüklerin, gerçekliği kontrol altına aldığını ifade eden bir durumdur bu. Söylem, filmde bu kadar önem arz etse de hâlâ bir şeylerin eksik olduğunu, bizi esas sonuca ulaştırmadığını hissederiz. Bu his, bizi masal izleğinin bir başka boyutuna götürür.
Yalan
Bir Zamanlar Anadoluda, elmayı ısıran Adem gibi yalnızca erkeğe veya kadına odaklanmakla sınırlı kalmaz. Yalanlarla kurulan dünyanın insana verdiği hasarları sorgular. Bir insanın otopsisine dönüşür. Suç ve vicdan ekseninde, doğruyla yalan ekseninde, iyi ve kötü ekseninde film şu neticeye varır: Öğrenilmiş Çaresizlik. Toplum içindeki masalsı söylem, yani saptırılan, fantazyalaşan söylem bir körelme yaratır ve bu körelme içinde birey, kendi göbeğini kendisi kesmek zorunda kalır. Kara mizahla anlatılan bu öğrenilmiş çaresizlik, sonucu muğlak bir masala dönüşür. Bir adam öldürülmüş ve bir tarlaya gömülmüştür. Bu kimseyi rahatsız etmez. Jandarma komutanı, yetki alanıyla ilgilenir, savcı, işini bitirip evine dönmek ister, Komiser Naci, hasta çocuğunun ilacını almanın derdindedir, muhtar, ayağına gelen fırsatı değerlendirip morg yapma bahanesiyle cebine indireceği paranın yolunu yapar, Arap Ali, tarladan kopardığı kavunları çekinmeden bagajdaki cesedin yanına iliştirir. Seyircinin özdeşleştiği esas karakter olan doktorsa, Yaşarın soluk borusunda toprak bulur. Maktulun diri diri gömüldüğü gerçeğini kabul etmez. Böyle bir tepkiyi belki de insana olan inancından ötürü verir. Ancak iyi niyetli veya değil, raporuna bir yalanı yazdırır ve fark etmeden masalın bir parçası olur. Arap Alinin dediği gibi doktorun, ilerde çoluk çocuğa karıştığında bu anısını Ben bir zamanlar Anadoludayken diye anlatırken gerçeği saptıracağı, hakikati söylemeyeceği gün gibi ortadadır.