Sayfa Yükleniyor...
Son yıllarda ülkemizin değerli yönetmenlerinin minimalist sinema türüne yönelmesi ile Türkiyede güzel işler ortaya çıkmaya başladı. Bunlardan bir tanesi Semih Kaplanoğlunun Yusuf Üçlemesi. Her bir seride Yusufun bir dönemi anlatılıyor. Örneğin Yumurtada yetişkinlik, Sütte gençlik ve Balda çocukluk süreci ele alınır. Semih Kaplanoğlu, seriyi sondan başa doğru çekmiştir. Tıpkı Christopher Nolanın Memento filminde kullandığı teknik gibi. Böylelikle Yusufun karakteristik özelliklerinin hangi olaylara bağlı geliştiğini ve şekil aldığını merakla bekleyerek görebiliyoruz. Semih Kaplanoğlunun kullandığı naif sinema dili ise oldukça güçlü. Özellikle film ile bağımızı koparmamamız adına bir köprü görevi görüyor. Şimdinin hikayesi geçmişte saklı ve adım adım ona yaklaşıyoruz.
YUMURTADAN ÇIKAN BİR ŞAİR
Yumurta filminde Yusuf idealleri doğrultusunda bir şiir kitabı yayınlamıştır. Lakin beklediği ilgiyi görememiş ve bunun sonucunda yaşadığı hayal kırıklığı ile hayattan soğumuştur. Bir zorunluluk ile yıllar önce terk ettiği Tireye dönmek zorunda kalır. Fakat her şey bıraktığı gibi değildir. Anne-oğul ilişkisi belirli bir sorgulama sürecine girer. Bunun nedenleri ise belli değildir. Yumurta filminin temposu gayet iyi ve insanı yormayacak şekilde. Nejat İşler ve Saadet Işıl Aksoy karşılıklı olarak sırıtmayan oyunculuklar sergiliyor. Yusufun son dönemine tanık oluyoruz. Belki ruh olarak farklı yörüngeye geçiyor. Fakat biz bu ruhun hangi aşamalardan geçtiğine tanık olamadığımız için serinin bundan sonraki bölümleri bu filmi kafamızda oturtmamızda oldukça yardımcı olacaktır.
METAFORLARLA DOLU SÜT
Bir yıl aradan sonra gelen Süt filminde Yusufun gençlik döneminin iniş-çıkışlarıyla yüzleşiyoruz. Yusufun her şeyden önce şiir düşkünlüğü fakat zaruri hayat koşulları insanı etkileyen kısımlar. Yönetmen Yusufun kendi içinde bocalanmasını annesi ile olan ilişkisini tökezlemeden anlatıyor. Bir önceki filmde anne-oğul bağının neden bu kadar kopuk olduğunu görüyoruz. Birbirini anlamayan karakterlerin birbirinden beklentileri de haliyle farklı oluyor. Bu farklılıklara filmde açıkça vurgu yapılıyor. Semih Kaplanoğlu Yumurta filminden farklı olarak Sütü daha fazla metaforlarla süslüyor. Üstelik bazı yerlerde uzun sekanslar halinde. Bunun gerekliliği ve olumsuz yönleri tartışılır ama burada güzel sahnelere de imza atıyor diyebiliriz.
SON DURAĞIMIZ BAL
Oldukça iyi eleştiriler alan Bal filmi ise son durağımız, son maceramız. Yusufu Yusuf yapan ana olaylar için çocukluğuna gidiyoruz. Yalnız sadece Yusufun değil belki de kendi çocukluğumuza dönüyoruz. Okul sahneleri hem hüzünlü hem etkileyici. Bize bir şeyler hatırlatan sahnelerde burası oluyor. Yusuf henüz okumayı sökme evresindeyken dahi bir yarışa tabi tutuluyor. Daha hayata başlamadan başarısızlık kelimesine maruz kalıyor. Yanlış anlaşılmasın bu durumla sözlü olarak karşılaşmıyor. Fakat yoğun bir psikolojik evreden geçiyor. Dolasıyla içi içini yemekte ve bir an önce buna son vermek istemektedir. İlk iki filmde Yusufun annesiyle olan ilişkisini görmüştük. Şimdi ise babasıyla olan bağını görüyoruz. Yusufun kendine en yakın hissettiği insan ve güvendiği limanı. Erdal Beşikçioğlu baba rolünü hakkıyla üstleniyor. Yine ikinci film gibi Kaplanoğlu filmin belirli yerlerinde yoğun metaforlar kullanıyor. Bora Altaşın şaşırtıcı derecedeki başarılı oyunculuğu ise parmak ısırtıyor. Tülin Özende bir yerden sonra filmin ilgi odağı oluyor.
KORKULAR VE KABUSLAR
Biraz toparlarsam film bir üçleme olarak insana birçok şey katıyor. Özellikle üçlemenin bazı kısımlarında gözlerimin yaşarmasına ne yazık ki engel olamadım. Hele ki Bal filminde bu anlamda çok iyi sahneler var diyebilirim. Ayrıca siz değerli okurlarımıza şu emek dolu bilgiyi vermeden geçmek istemiyorum. Film izleniş sırası olarak; Yumurta, Süt, Bal olarak bir ya da iki sene aralıklarla yayınlandı. Ancak mantıksal gelişimi ve asıl izleniş sırası ise; Bal, Süt, Yumurtadır. Tıpkı hayatımız gibi değil mi aslında? Başlıkta da bahsettiğim gibi Yusufun değil de hayatımızın üçlemesi misali. Yumurta filminde Yusuf yani Nejat İşler, yola çıkmayı düşündüğünde hep bir şeyler çıkıyor karşısına ve istemeden gidişini erteliyor. Yunanlı büyük şair Kavafis, Şehir şiirinde şu dizeleri söylüyordu:
Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın/ bu şehir arkandan gelecektir./ Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın./ Aynı mahallede koşacaksın;/ aynı evlerde kır düşecek saçlarına. Kaplanoğlunun şair Yusufu böyleydi işte. Çocukluğunda hep nefret ettiği bu topraklar bırakmıyor şairi. Kâbusları da var şairin. Yusufun bu korkularına ve kabuslarına tanıklık etmekte güzel. Kendi korkularınla yüzleşiyorsun ne de olsa. İyi seyirler