Sayfa Yükleniyor...
İranlı sinema yönetmeni Bahman Ghobadi, Kaplumbağalar da Uçar filmiyle bizlere, savaş gerçekliğine daha yakından bakabilme fırsatı sundu. Filmini, diktatör ve faşistlerin politikalarına kurban edilen tüm masum dünya çocuklarına ithaf eden Ghobadi, bu filmiyle savaş ortamında büyüyen çocukların çığlığı da oldu aynı zamanda. Mayın tarlaları içinde büyüyen hatta geçimlerini bölgedeki mayınları toplayıp satarak sürdüren çocukların, bedenleri gibi paramparça edilmiş hayatlarına tanık olmamızı sağlayan film, bizleri film boyunca sorgulamaya ve yaşanmışlıkların izini sürmeye çağırmakta.
KENDİSİNİ MUTSUZ EDEN HER ŞEYİN FİLMİ
Saddamın devrilişinden 3 gün sonra Anayurdumun Şarkıları filminin gösterimi için Iraka giden Ghobadi, İrana döndükten sonra orada kendisini mutsuz eden her şeyin filmini yapmaya karar verir. Mayın tarlaları, sakat çocuklar, yakınlarını kaybetmiş insanlar, gitgide artan huzursuzluk. Böylece Irak Savaşına dair ilk film de hayat bulmuş olur. Dünya televizyonlarının savaşın bittiğini duyurduğu sıralarda, Bushun Saddamın ya da herhangi bir diktatörün başrolde olmadığı bir film için, gerçekliğin ta kendisine, kimselerin bahsetmediği Irak halklarına kamerasını çevirir.
FİLMİN ÖYKÜSÜ
Savaşı, çocukların gözünden ve onların hayatlarına odaklanarak anlatmayı tercih eden Kaplumbağalar da Uçar filmi, Irak-Türkiye sınırındaki bir Kürt mülteci kampında geçiyor. Filmde hikâyesine daha yakından bakabildiğimiz çocuklardan ilki Satellite yani Uydu lakaplı Soran. Gerçeklerin farkına varana dek Amerika hayranı olan ve diğer mülteci çocukların lider olarak kabul ettiği 13 yaşlarındaki bir Kürt çocuğu. Teknolojiye meraklı, yaşından ve bedeninden büyük sorumlulukların altına gözünü kırpmadan giren, yaşanan çelişkilerin farkına hemen varabilen bir karakter. Köye kurduğu uydu sayesinde televizyon haberlerine bakıp, köylülere savaşın ne zaman başlayacağını haber verebilecek olan tek kişi aynı zamanda. Tabi yarım yamalak bildiği İngilizcesiyle. Bushun savaş demeçlerini Yarın hava yağmurlu olacak diye çevirecek kadar. Ve sonra Agrin, Riga, Hengov. Savaşın paramparça ettiği hayatlarına kaldığı yerden asla devam edemeyecek olan 3 çocuk. Agrin henüz 12-13lerinde Halepli bir kız çocuğu. Abisi Hengovla birlikte bir gecede hayatı alt-üst olan güzeller güzeli bir çocuk. Bedenleri gibi hayatları da parçalanan çocukların hikâyesi ise şöyle:İki kardeşin anne-babası köylerine gelen askerlerce öldürülür ve Agrin, abisinin gözleri önünde tecavüze uğrar. Filmin bir kısmına kadar kardeşi zannettiğimiz henüz 2 yaşlarındaki gözleri görmeyen Riganın ise, Agrinin anne-babasının katillerinden geriye kalan çocuğu olduğunu anlarız. Suskunluk çökmüş, gözleri donuklaşmış bu çocuklar, yaşamlarına kaldığı yerden asla devam edemez. Kollarını mayın nedeniyle kaybetmiş Hengov, kardeşinin ve Riganın ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bu sefer de ağzıyla mayın toplamaya devam eder. Agrin mi? Agrin ise yalnızca ölmek ister. Bazen bir uçurum kenarında, bazen bir nehirde bazen de üzerine gaz yağı dökerek.
DERİNLERE DALINCA GÖRÜNENLER
Eski bir hikâyeye göre; gölde yaşayan bir kaplumbağa, her gün etrafında kanat çırparak yükselen kuşlara özenip uçmayı, gölün karşı kıyısına geçmeyi diler. Dileğini kuşlara söyler, kuşlar da: Uçabilirsin. Kaplumbağalar da uçardiye yanıtlar. İki kuş, kaplumbağaya bir dal uzatırlar ve ağzıyla dala sımsıkı tutunmasını söylerler. Kaplumbağa tutunur. Kuşlar havalandıkça, ömrü boyunca hiç çıkmadığı kadar yükseklere çıkan kaplumbağanın şaşkınlık ve heyecandan ağzı açık kalır. Ağzını açmasıyla birlikte dalı bırakır ve göle düşer. Hayatının ne bir adım gerisine ne de ilerisine. Sırtında koca bir kambur gibi taşıdığı yüküyle, eviyle, ocağıyla, usul usul yaşadığı, ait olduğu dünyasına. Filmde de Agrin, sırtında taşıdığı çocuğu Rigayla uçurumun kenarına gider sık sık. Kim bilir belki de, gözlerindeki ışığı bile söndüren o gece hiç yaşanmamışçasına ait olduğu dünyasına, sevdiklerinin yanına kavuşacağını düşlemektedir o sırada.
TIPKI KIRMIZI BALIKLAR GİBİ
Filmin duygusal olarak en yoğun sahnelerini Agrinin ve kör bebeği Riganın ölüme yolculuğu oluşturur. Kehanet gücü sayesinde kardeşi Agrin ile Riganın ölümünü rüyasında gören Hengov, uyanır uyanmaz koşarak nehrin kenarına gelir. Ancak yetişemez, küçücük göletlerde kaplumbağalarını yüzdürerek oyunlar oynayan Riganın, bu kez, ölmüş bedeninin suyun altında kaplumbağalarla yüzdüğünü görür. Ailesinden geriye kalan son varlıkları da kaybeden Hengov, uçurumun kenarında Agrinden geriye kalan mor terlikleri ağzıyla alarak film boyunca gördüğümüz o bomboş, uçsuz bucaksız dağlara olanca gücüyle haykırır: Agrin! Agrin! Agrin! Geriye ise koskoca bir boşluk kalır. Agrin artık hayatta değildir. Tıpkı sahte kırmızı balıklar gibi, vaad edilenlerle hayat arasında koskoca bir uçurum kalır geriye. Tüm bu acılar yaşanırken, savaşın yalanlarla dolu ve acımasız yüzü bir kez daha suratımıza çarpar. Bu yönüyle bakıldığında, filmdeki Agrin, Soran, Hengov ya da Riga şu an yanı başımızdaki Suriye Savaşının da çocuklarıdır bir bakıma. Bir şekilde yolumuzun kesiştiği belki yanından geçtiğimiz belki yanlarına gidip el uzattığımız ancak anlatılmadığında asla bilemeyeceğimiz acı hikâyelere sahip olan çocuklar. Bu masum çocukları üzmeyelim. İyi seyirler.