2

Küçük Prens


  • Oluşturulma Tarihi : 29.08.2017 06:27
  • Güncelleme Tarihi :

Hızlı ve modern dünyaya karşı bir anti-manifesto. İnsanların modern gündelik uğraşlarının yapaylığına, anlamsızlığına ve insanların bu anlamsızlıktan bihaber olmalarına bir eleştiri. Bundan kaçış yolu olarak çocukluk idealize edilmiş. Ne acı ki, o da bir gün mutlak olarak son bulacak.

Küçük Prens’le ilgili konuşmak ya da yazmak çok zor. Onu anlatmak için kurduğum her cümle suçluluk yaratıyor, bende. Ne yaparsam yapayım, hak ettiği değeri veremediğimi düşünüyorum. Her sanat eseri, kelimelerle anlatılamayacak bir alan kaplar insanda. Bu alanın büyüklüğü eserin de büyüklüğüdür. Küçük Prens’te bu alan, bir çöl kadar büyük. Kitap, sanki anımsanan bir koku. Hayatınızın bir dönemlerinde hissettiklerinize işaret ediyor. Ama bunu kimseye anlatamazsınız, anlatsanız da kimse anlamaz. Bir yazar olsaydım belki şansım daha yüksek olurdu.

Bir kitaptan daha fazlası olan Küçük Prens her yaştan insanı hayatının belli bir döneminde etkilemiş ve etkilemeye devam ediyor. Daha önce de sinemaya uyarlanan Küçük Prens, kitabın 70. yılında nihayet büyük bir prodüksiyonla bir kez daha çekildi ve seyirci ile buluşma fırsatını yakaladı. Filmi izlemeden önce sadece hayal dünyamda canlandırabildiğim tatlı prensi beyazperdede görebileceğim için çok heyecanlıydım. Yönetmen Mark Osborne’un Küçük Prens uyarlamasında, kitabın dünyasını birebir adapte etmek yerine kitabı okuyan herhangi birinin kitapla arasında gerçekleşen bağı ve etkileşimi filmin odak noktasına koymayı tercih etmiş.
Annesi tarafından iyi bir eğitim alabilmesi için sürekli ders çalışmaya zorlanan yalnız, küçük bir kızın gözünden izlediğimiz filmin ilk 25 dakikasında Küçük Prens’e dair hiçbir şey bulamıyoruz. Açıkçası kitabı çok seven ve kitaptan çok etkilenen büyükler için bu kısım çok fazla kabul görmemiş olabilir. Ancak filmin devamı için fırsat verildiğinde bambaşka düşsel bir dünyaya kapıların açıldığını da görebilirler.


Önce sadece üç boyutlu klişe bir animasyon sandığımız film hikayeye dahil olan pilot ve prensin dünyası ile farklı bir boyuta geçiyor, tadına doyulmaz görsel bir şölen sunuyor. Osborne tamamen kitaptaki hikayeyi yansıtmak yerine küçük bir kızın prensi tanımasını, onu kendine yakın bulmasını ve hayatına olan etkilerini anlatmayı seçmiş. Yani aslında hepimizin bu kitabı okuduğunda bizde yarattığı o muazzam duyguları görmesini istemiş.
Bence bir sufi, Küçük Prens. Fakat o hayatın kutsal bilgisine/anlamına kendi iç-görüsüyle erişmiş. Herhangi bir disiplin tarafından eğitilmemiş. Özellikle kurduğu şu cümle sufizmin özeti: ‘İnsanlar aradıklarını bir gül ya da biraz suda bulabilirler ama gözler kör. Kalp ile aramak lazım.’ Filmde yer almasa da kitapta Küçük Prens’in ölümünün planlı oluşu da biraz sufizmi refere ediyor sanki. Sufizm pratiğinde ölümün doğal bir süreç ve varoluşun geçilmesi gereken kapılarından biri olarak algılanması, Küçük Prens’in hikayesiyle örtüşüyor. Vücut, aslında sadece taşımamız gereken bir yük. Ve ölüm bu yükten arınmayı simgeliyor.

Film, çocukluğun yitişine de bir ağıt sanki. Buradaki çocukluğun yaş ile alakası yok. Büyümek, dünyanın büyüsünü kaybetmesi ve her şeyin ölçülebilir olduğu nihai ve maddi bir dünyayı kabullenmek. Büyümek, modern dünyada ölüm gibi bir mutlak son. Aslında belki de yazar ya da yönetmen, burada Küçük Prens’e değil, çocukluğuna veda ediyor.

Filmde tüm karakterlerin ortak özelliği irrasyonel uğraşlarınca körleştirilmeleri ve yalnızlaşmaları. Bu eseri benim için özel kılan şeylerden biri ise tüm filme hakim olan melankoli. Edebiyat, müzik ve sinemada beni en çok etkileyen eserler ekseriyetle hüzünlü olanlar. Filmin bu kadar basit bir dille temel varoluş problemlerinden modernizm sorgusuna kadar çok katmanlı olabilmeyi başarması da bir diğer özellik. Bu herkesin başarabileceği bir şey değil, ciddi bir ustalık istiyor.

Eserde, tilkinin evcilleşmeye/sevmeye/sevilmeye çaresizce ihtiyaç duyması da hüzünlü ve aynı zamanda ironik bence. Evcilleşmek istemesine rağmen kendini Prens’e anında açamıyor. Bir alışma ve ısınma süreci gerekiyor. Tilki bu süreci de seviyor ve doya doya yaşamak istiyor. ‘Her gün aynı saatte gel’ diyor Küçük Prens’e. ‘Böylece bir saat öncesinde sevinmeye başlayabileyim.’

Filmin piyasa şartları içerisinde yeniden üretilmesi ve alışveriş çarkına dahil edilmesi pek de şaşırtıcı değil. Aslında şaşırtıcı olan Küçük Prens’in şimdiye kadar bu çarkta çok güçlü bir yer edinememesi. Sanırım, özellikle uzun metraj bir animasyona uyarlanması sonrasında bu süreç Küçük Prens için de hızlandı. Dediğim gibi, bu kaçışı olmayan bir süreç. Aslında tek yönlü bakılmayınca bu tarz değerli eserlerin yaygınlık kazanması için olumlu bir etkisi bile olabilir. Yine de Küçük Prens, o küçük sayfalara ebediyen kazınmış kısa bir metindir, benim için. Onu oyuncak olarak ya da bir telefon kılıfında görmek pek bir şey değiştirmiyor.

Filmin en önemli özelliği çocuklara ve büyüklere aynı anda seslenebiliyor oluşu: Çocuklar için didaktik, yol gösterici bir dil; büyükler için ise yaşanan deneyimler ve çocukluğu artık geride bırakmış olmamıza rağmen içimizde büyümeden kalan bir kırıntı olduğu gerçeği. Özellikle finaliyle herkesi etkileyebilecek potansiyele sahip Küçük Prens’ten bir yetişkin olarak gözü yaşlı çıktığımı itiraf etmeliyim.
Dedim ya bir kitaptan fazlası diye. Küçük Prens, ruha dokunan ve asla akıllardan çıkmayan sözleriyle bir de beyazperdede görülmeyi sonuna kadar hak ediyor.

Küçük Prens
Sultan Gümüş Kaya
Yazarımız Kim ?

Sultan Gümüş Kaya