Sayfa Yükleniyor...
-Neden o Alman paltosunu giyiyorsun?
-Üşüyorum çünkü.
Piyanist filminin en anlamlı repliği buydu sanırım. Çünkü insanı insan yapan değerler var. Merhamet, hoşgörü, kardeşlik, adalet gibi. Değerlerimizi kaybetmeden başkalarının yaşam hakkına saygı duymak gibi. The Pianist bu değerler ile birlikte filmin yönetmeni Roman Polanskiye hiç beklenmeyen bir Oscar getirmişti. Film, hakkında çok fazla film izlediğimiz Yahudi soykırımı üzerine bir yapım. Hitler Amerikasının Polonyada yarattığı etkilere göz atıyoruz bu sefer. Filmin merkezinde gerçekten de tüm bunları yaşamış olan Polonya Yahudisi ünlü piyanist Wladyslaw Szpilmann var. Müzisyenin kendi yazdığı kitaptan uyarlanan filmin senaryosunu ise Being Julia, The Diving Bell and the Butterfly, Australia gibi filmlerin yazarı Ronald Harwood kaleme aldı.
HADİ SEYİRCİ AĞLA DEMİYOR
The Pianist çok yenilikçi bir film değil esasen. Daha çok tüm gerçekleri önünüze sunup durumu sizin değerlendirmenizi istiyor. Evet, çekilen tüm acılar gösterilmiş. Alman askerlerinin acımasızlığını filme koymaktan hiç çekinmemişler. Lakin Hadi seyirci, ağla! diye de emretmiyor hiç bir sahne. Ki bu da soykırım filmlerinde görmeye alışık olduğumuz ajitasyonun yok olduğu anlamına geliyor. Bocalamanız mümkün. Bana kalırsa filmin gerçekten hüngür hüngür ağlanacak tek sahnesi Szpilmanın Alman askerine piyano çaldığı sahneydi. Şaşırtıcı, öyle değil mi? Roman Polanski olaya çok tarafsız olmasa da fazla zorlamadan sunmuş hikayesini. Sonlara yakın yıkılmış bir Polonya sahnesi var, izlemeseniz bile görmüşsünüzdür bir yerlerde eminim. O sahne Polanskinin The Pianistdeki yönetmenliğinin zirveye çıktığı anlardan birine tanıklık ediyor.
VELHASIL BİR FİLMDEN ÖTE
1 Eylül 1939da Almanlar Polonyayı işgale başladılar. 16 gün sonra da SSCB ülkenin doğusunu ele geçirdi. Savaş boyunca süren işgal ülkeye ağır hasar verdi ve yaklaşık 1 milyon Polonyalının ölümüne neden oldu. Haliyle Polonya sineması işgal ve direnişi konu alan filmler yaptı. Ünlü yönetmen Andrzej Wajda A Generation, Kanal, Katyn gibi eserlerinde o dönemin olaylarını çeşitli açılardan irdeledi. Kayda değer bir başka çalışma ise Aleksander Forddan geldi, 1948 tarihli Border Street, işgal yüzünden birbirine düşman olan bir grup yeniyetmeye odaklanıyordu. Bunlar önemli çalışmalardı ama konuyla ilgili film yönetmeye belki de en çok Polanskinin hakkı vardı. Çünkü Roman kitabında da anlattığı gibi onun çocukluğu Nazi işgali altındaki Varşovada geçmişti. Tüm bu filmlerde işlenen pek çok olayı bizzat yaşamış, yıllarca etkisinden kurtulamamıştı. İşgalle ilgili film çekmek istemesi doğaldı. Sonunda Polanski aradığı projeyi buldu. Wladyslaw Szpilmanın anılarından oluşan kitap ona, daha önce yapılanlara hiç benzemeyen bir Nazi işgali filmi çekme imkanı verdi. Andığım diğer eserler ikiye bölünmüş bir dünyayı resmeder. Bir yanda mağdur Polonyalılar diğer yanda zalim Almanlar. Piyanist ise çok daha gerçekçi bir tablo çiziyor. Szpilman için topladığı paralarla kaçan bir Polonyalı da var bu filmde, onun saklanmasına yardım eden, ona yiyecek götüren bir Nazi subayı da. Diğer eserlerden farklı olarak kahraman Polonyalı imajı yok bu eserde, tersine ana kahramanı fena halde korkak. Aylarca çeşitli harabelerde, terk edilmiş evlerde tek başına yaşayan, direnişçilerin çabalarına tanık olduğu halde düşmana bir tek kurşun bile sıkamayan biri.
ALMAN PALTOLU SZPİLMAN
Polonyanın resmen hiç teslim olmadığı ve 6 yıl boyunca elden geldiğince savaştığı düşünüldüğünde, gerçek bir hikayeyi, yaşandığı biçimiyle perdeye aktarmaya çalışan Polanskinin ne kadar cesur ve hümanist davrandığı daha iyi anlaşılıyor. Dolayısıyla bu filmin başarısı Oscarda büyük bir sürpriz değil, Polanskinin duruşu çok daha şaşırtıcı. İnanılmaz derecede objektif kalmayı başarıyor, örneğin Nazilerin uyguladığı şiddeti özellikle vurgulamaya çalışmıyor, içeriği ne olursa olsun her planda aynı derecede sakin ve olgun. Bir insanın hayatta kalma çabasına odaklanıyor ve bunu o kadar başarıyla işliyor ki, tek bir şahsın hikayesi tüm sinema tarihinin en önemli savaş karşıtı filmlerinden birini oluşturabiliyor. The Pianist hiç şüphesiz iyi bir film. Her şey tadında, olması gerektiği gibi. Adrien Brodynin performansı da ayakta alkışlanacak cinsten. Brody demişken meraklıları için şu bilgiyi de es geçmek istemem. Oyuncumuz Brody yani Szpilman oynadığı karakterin duygularını daha iyi anlayabilmek için oturduğu evden taşınmış, arabasını satmış ve çekim boyunca TV izlememiş. Bence bu denli bir emek göz ardı edilmemeli ve hala izlemeyenler varsa Alman paltolu Szpilmanı tanımalı. İyi seyirler.