Sayfa Yükleniyor...
Televizyonda yaşasak. Annemiz, sevgilimiz, en yakın arkadaşımız, babamız oyuncu olsa. Banyo aynamız kamera olsa, dişlerimizi fırçalarken dünyanın en çok izlenen şovuna katılsak. Yaşadığımız yer bir stüdyo olsa. Peki ya yönetmen? Yönetmen de tanrı olsa. The Truman Show, 1998 yılından, daha Biri Bizi Gözetliyor tarzı yarışma şovlarının olmadığı yıllardan, çok katmanlı, büyüleyici bir film.
Truman Burbank, bir adada, mutlu, huzurlu ve sakin bir kasabada yaşıyor. Güzel bir karısı, annesi, iyi bir dostu, arkadaşları, komşuları, işi var Trumanın. Her şey sorunsuzdur hayatında. Ama adını koyamadığı büyük bir eksiklik vardır aslında. Gidememektedir. Truman çok istemesine rağmen o adadan başka hiçbir yere gidememektedir. Çocukken babası denizde gözünün önünde öldüğünden beri denizden korkuyor. Hava veya kara yoluyla gitmeye kalktığında da mutlaka aksilikler çıkıyor.
Çünkü aslında bu kasaba gerçek bir mekan değil bir film setidir. 24 saat aralıksız devam eden bir TV dizisinin seti. Adanın her yanına yerleştirilmiş 50.000 kamera Trumanın yaşamını sürekli takip eder ve montajsız, kurgusuz bir şekilde ekrana canlı olarak aktarılır. Dolayısıyla adada yaşayan herkes dizinin bir parçası yani oyuncusudur. Trumanın annesi karısı ve en yakın arkadaşı dahil herkes. Şov büyük bir başarıdır. İnsanlar 29 yıl boyunca bu programı hiç durmadan izlemişlerdir. Bir Yıldız Doğuyor şeklinde sunulan doğumunu 1.7 milyar insan izlemiş, ilk adımı 220 ülkeden takip edilmiştir. Başlangıçta tek bir kamerayla başlayan şov Truman büyüdükçe, teknolojinin de ilerlemesiyle 50.000 kameraya ulaşmıştır.
Bir insanın hayatı, bütünüyle gizli kameraların karmaşık ağıyla kaydediliyor ve canlı yayın ile montajsız, 24 saat, haftanın yedi günü bütün dünya tarafından izleniyor.
Düşünün yattığınız, kalktığınız, tuvalete girdiğiniz, sevgilinizle öpüştüğünüz en mahrem alanlarda bile dünyanın en çok izlenen televizyon programına konuk olduğunuzu. Biz kızlar için bu çok fena olurdu. Düşünsenize hepsinin makyajsız hallerini görebiliyoruz. Aman Allahım tam bir felaket.
Truman 30 yaşına geldiğinde hayatıyla ilgili bazı şeylerden şüphelenmeye başlıyor. Gökyüzünden bir spot lambası düşüyor bir sabah! Ama hemen akabinde radyoda bir haber geçilerek toparlanıyor durum. Lambanın bir uçaktan düştüğü ve neyse ki kimsenin yaralanmadığını söylüyor haber. Yıllar önce ölen babasıyla karşılaşıyor, bunu da hemen kılıfına uyduruyorlar ve aslında babasının ölmediği ama hafızasını yitirdiği için senelerdir ortalıkta olmadığı anlaşılıyor.
Film, Trumanın hayatındaki insanların yaptıkları rollerle, bizim günlük hayatta üstlendiğimiz toplumsal rollere gönderme yapıyor. Bir röportajda şovun yaratıcısı Christofa telefonla bağlanan bir seyirci sorar: Truman bunca yıldır neden hiç şüphelenmedi? Christofun cevabı kısacık ama çok çarpıcıdır: Dünyanın gerçekliğini, bize sunulan haliyle kabul ederiz. İşte bu kadar basit.
Trumanın karısı taksitlerini ve sorumluluklarını hatırlatıyor, bebek istiyor daima. Annesi zaten çoktan oğlunun sınırlarını çizmiş ve o sınırların dışına çıkmaması gerektiğini kafasına yerleştirmiş. Öğretmeni; Dünyada artık keşfedilecek yer kalmadı, zaten her yer keşfedildi diyerek onun merakını ve heyecanını söndürmüş, kaşif ruhunu öldürmüştür. Medya da sürekli dış dünyanın tehlikelerinden, kasabanın güzelliğinden bahseder. Eee bir de fobisi vardır: Deniz! Truman kapana kısılmış gibi bu huzurlu adaya kısılmıştır aslında. Çıkışı yok gibidir. Hayatındaki her şey şunu vurguluyor aslında: ELİNDE OLANLA YETİNMEYİ ÖĞREN, HİÇBİR ŞEYİ DEĞİŞTİRME!
Size çok tanıdık gelmiyor mu yukarıdaki paragraf? Bizim hayatımızdan bir farkı var mı?
Christof, Trumanın yaşayacağı kasabayı tasarlar, gerekli olan yerde iklim ve hava durumunu belirler, kaderini çizer, kime aşık olacağını, engellerini, hayallerini, her şeyini O belirler. Ve bunu yaparken, Trumana kötülük değil iyilik yaptığını düşünüyor. Bu yüzden Trumanın aslında şikayet etmeye bile hakkı yok çünkü O, Truman için bir cennet yaratmıştır. Fakat Truman artık şüphelerinin kıskacından kurtulamaz, yalana tahammülü kalmaz ve adadan çıkış yollarını arar. En sonunda en büyük korkusunu yenerek denize açılır. Set ekibi ve Christof, onun geri dönmesini sağlamak için denizde fırtına, dev dalgalar yaratır fakat Truman pes etmez ve sonunda o fırtınaları da atlatır. Tam artık kurtulduğunu sanıp güneşli denizde ilerlerken teknesi birden gökyüzüne çarpar! Çünkü onun gökyüzü olarak yıllardır gördüğü şey aslında gökyüzü görünümlü set duvarıdır. Kendisine sunulan dünyanın gerçekliğini reddeden Truman, cesaretiyle azmi sayesinde yaratıcısını yenmiş ve sahte dünyanın sınırına ulaşmıştır. Ve tam o sınırda şovun yaratıcıyla aralarında bir konuşma geçer: Truman: Hiçbir şey mi gerçek değildi? Christoph: Sen gerçektin! Seni izlemeyi bu kadar güzel yapan da buydu. Beni dinle Truman. Dışarıda, senin için yarattığım bu dünyadan daha fazla gerçeklik yok. Aynı yalanlar. Aynı ikiyüzlülük. Ama benim dünyamda korkacak hiçbir şeyin yok.
Şimdi Trumanın önünde özgür ve gerçek bir dünyaya açılan kapı duruyor. Bu kapıyı araladığında Trumanı zifiri bir karanlık karşılar. Yani: BELİRSİZLİK! İşte asıl cesaret gerektiren nokta burasıdır. Eski, alıştığı ve güvenli olduğu hayatı bırakmak ve içerdiği tüm belirsizliğe rağmen yeni hayata başlamak! Truman ardında çok şey barındıran şu cümleyle bitirir: Olur ya belki görüşemeyiz, iyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler.