2

'Yol'unuz Açık Olsun…


  • Oluşturulma Tarihi : 25.09.2018 08:24
  • Güncelleme Tarihi :

Çeşitli nedenlerden ötürü uzun süredir sizlere ulaştıramadığım filmlerim vardı. Bugün ise boş bıraktığım haftaların affı için sizleri uzun bir yolculuğa çıkaracağım. Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Film Festivali’nde aday gösterilen hatta tanıtımı esnasında dakikalarca ayakta alkış tutulan ‘Ahlat Ağacı’na yer verme düşüncesindeydim. Ancak yolculuk demişken ve geçen hafta usta oyuncu Tarık Akan’ın ölüm yıldönümü iken Ahlat Ağacı’nı, tıpkı yönetmeni Nuri Bilge’nin her sahne atmosferinde uyguladığı gibi ‘uzaklarda’ bırakma mecburiyetinde kaldım. Evet, ‘Yol’…  Senaryosu’nu Yılmaz Güney’in yazdığı, başrollerini ise Tarık Akan, Şerif Sezen ve Halil Ergün’ün paylaştığı Yol... Yol uzun, yol tehlikeli, yol can alır. Bir film düşünün, yönetmeninden çok senaristiyle anılsın. Bir film düşünün, senaristin zihninde hayat bulan hikayesi, kendisi hapiste olduğu için tamamen onun istekleri ve direktifleri doğrultusunda çekilsin. Bir film düşünün, ülkesindeki karanlığı tüm çıplaklığıyla yansıttığı için 17 yıl yasaklı kalsın. Evet, Yılmaz Güney’in senaryosunu hapishanede yazdığı, Şerif Gören’in yönettiği Yol’dan bahsediyoruz. Cannes Film Festivali’nden Altın Palmiye ödülüne uzanan Yol’dan…
MEMLEKETLE HESAPLAŞMA
İmralı yarı açık cezaevinde yatan bir grup mahkumun hikayesidir Yol’da anlatılan. Ülkede sıkıyönetim uygulanmaktadır ve cezaevindeki kötü koşullar daha da çekilmez bir hal almıştır. Mahkumlar, umutla bayram izinlerinin çıkmasını beklerken karakterlerimizi tanıyor, hikayelerine ortak oluyoruz. Karakterlerimizi tanırken, otoritenin sadece bir ses aracılığıyla aksettirildiğini görüyoruz. İçerdeyken soyutlaştırılan otorite, dışarı çıktığımızda askerler üzerinden somutlaştırılıyor. Yılmaz Güney’in iktidar karşıtlığını da net bir biçimde somutlaştırdığı Yol, kendi deyişiyle memleketiyle hesaplaşmasını yaptığı filmidir. Bayram havası estiren izin haberiyle birlikte beş mahkum yollara düşüyor, hapisten çıkan mahkumların, başka bir hapishanedeki yolculukları da böylece başlıyor. Yönetmen Şerif Gören, ana karakterimizin hikayelerini birbirine paralel olarak anlatıyor. Bir haftalık iznin karakterlerimiz için anlamının ne kadar büyük olduğunu gözlerinden anlıyoruz. Ancak çok geçmeden onları bekleyen kötü sürprizlere şahit oluyoruz. Dışarıda çok geçmeden hem kendi acı gerçeklikleriyle hem de ülkenin gerçekleriyle yüzleşiyorlar. Dışarısının en az içerisi kadar rahatsız edici olduğunun altını çiziyor yönetmen Gören. Zaten Yılmaz Güney’in anlatmak istediği hikayenin özü de bu. Dışarısının, içeriden hiçbir farklının kalmadığını, özgürlüklerin topyekun askıya alınarak, ülkenin koca bir hapishaneye dönüştüğünü iç burkan insan manzaraları eşliğinde anlatmak… Yol’u izlerken politik bir film olduğunu unutmamalıyız. Güney’in politik duruşunun filmin politik duruşuna dönüştüğünü ve fakat politik duruşun sanatın önüne geçmediğini de belirtmemiz gerekiyor.
TOPLUMSAL ESARETİN HİKAYESİ
Karakterlerimiz, izinlerine başladıklarında, sokağa çıkma yasağı ve ardı arkası kesilmeyen kontrollerle nefes alamıyorlar. Darbenin toplum üzerinde yarattığı travmayı, her karakterin öyküsünde görebiliriz. Ana hikaye karakterlerimizinkidir, darbe arka fona yerleştirilmiştir fakat fon olarak kaldığını söyleyemeyiz. Çünkü Yol, beş mahkumun kişisel hikayelerini, dramlarını ele alır ancak bu karakterler üzerinden toplumsal bunalımımızı anlatmaya soyunur. Film, ülkenin içinde olduğu bunalımı, mahkumların dramatik hikayeleriyle pekiştiriyor ve bir bütünlük kazanıyor. Beş mahkumun kişisel hikayelerini sırasıyla incelemeyi ve bunları sizlere aktarmayı çok isterdim. Ancak vaktimiz ve sayfamız sınırlı olduğu için filmde hikayesi en kısa tutulan Yusuf üzerinden ‘ne anlatmak’ istediğime değineyim.
VE YUSUF…
Yusuf, eşine kavuşmak için yollara düşüyor. Yolculuk ettiği otobüs kimlik kontrolü için çevriliyor ve tam da bu sırada izin belgesini kaybettiğini fark ediyor Yusuf. Eşine kavuşma, özlem giderme hayalleri suya düşüyor. Kimliğinin doğrulanmasını beklerken bir haftalık iznini gözetim altında geçirecek ve bahtsızlığına içerleyecektir. Hapishane içerisinde hapishane vurgusunun bir başka örneğini Yusuf’un yaşadıklarında bulabiliriz. Filmde Yusuf’un kuşunun bir metafor olarak kullanıldığını görüyoruz. Başta Yusuf olmak üzere tüm mahkumların ve hatta toplumun esaretini kafesteki kuşa vermek istemiştir Güney. Filmde hangi taşın altına baksak aynı temalara ulaşıyoruz. Kısacası beş mahkum üzerinden bir Türkiye mozaiği resmediyor Yılmaz Güney. Yola 11 karakterle çıktığını, sonra bunu 6 karaktere kadar indirdiklerini biliyoruz. Altıncı karakter kurguda çıkarılıyor. Yol’a son şeklini filmi tekrar kurgulayan Güney veriyor. Film, beş karakterli son kurgusuyla amacına ulaşıyor. Mehmet Salih’in korkusu, Seyyit Ali’nin ikilemleri, Mevlat’ın yaşadıklarından tat alamaması, Yusuf’un umutsuzluğu ve Ömer’in sıkışmışlığı sıkıyönetim altındaki halkın duygularının birer dışavurumudur. Darbeyle birlikte Türkiye’de yaşamın bir eziyete dönüşmesi, Yol’da mahkumların bayram izinlerinin eziyete dönüşmesi biçiminde tezahür ediyor. Yol’un bazen düz bazense metaforlara başvuran bir anlatısı olduğunu görüyoruz. Bu şüphesiz ki ilginç bir tercih ve bu tercihte filmin çekimlerinin yasakların, tutuklanmaların ve işkencelerin sürüp gittiği bir ortamda gerçekleştirilmiş olmasının etkisi düşünülebilir. Sinemamızda 60’lı yıllarda görmeye başladığımız toplumsal gerçekçi filmlerin 80’li yıllardaki nadide örneklerinden biri olan filmin başarısının sırrı, Yılmaz Güney ve Şerif Gören’in cesareti, anlatıdaki ustalıkları ve eriştikleri olgunlukta yatıyor. Yılmaz Güney, Şerif Gören, Tarık Akan ve emek veren daha niceleri, iyi ki varsınız. İyi seyirler…

 

'Yol'unuz Açık Olsun…
Sultan Gümüş Kaya
Yazarımız Kim ?

Sultan Gümüş Kaya