Sayfa Yükleniyor...
Ümit Yaşar Işıkhan
Rüzgar, kendi yorgunluğunu taşıyarak tarihin fotoğrafına ayak izlerindeki serinliği bıraktığında mitolojinin bütün üvey tanrıları uykunun en derin saatlerinde şarkılar dinliyordu.
Çocuklar, oyuncaklarını bırakıp, buluttan arabalarına binerek kuşların kanatlarına yapışan ezgilerin peşinden yağmur damlasındaki ışıltıda, gözyaşı olarak dünyaya düşüyordu.
Kuşların tüylerindeki aşkların renkleri sözcüklere dönüşüp düşerken, tanrının kıskanç rahipleri sırt sırta verip ürettikleri masalların perilerine şiir adını vermeden önce ağladılar. Kuşların şarkıları arasında mor salkımlı bulutlara asılıp dolaşan öykülerin en hüzünlüsü şarabın rengine dökülüp tapınakların taşlarından aşağı düşerken tanrıçalar pelerinlerini toplayıp sustular.
Şiir kendi ırmağında kendini yaratıyordu. Ve hayat, alfabesiz sevişiyordu
Ses ve sözcükler ince bir hüzünden aşağı düşüp çocukların avuçlarındaki çizgiden hayata yolcular yaratırken, şairler kenarda durup kuşları izlediler.
Düşen şiirdi aslında. Kuşların hayata dönük söylencenin ilk basamağında aşkın iflah olmaz serüvenine tanıklık yapmaları masallara kanat oluyordu.
Aşk neydi diye düşündü kahin
Şiir neresindeydi kuşların çığlıkları arasında; yere düşen ezgilerden tüye dönüşen, sonra hayata adanan uzun bir söylencenin bize kalan resminde...
Şair, bütün renklerin içinden düşen, ilahilerin bir sesiydi. Aşktı, özgürlük, direniş, ayrılık, hüzün ve kavuşmanın en çılgın sayfasındaki çocuk gözleriydi.
Durdu ve kendine baktı; hayatın ve bize düşen kanatlarından, kuşların kendisiydi.
Sesleri çoğaltan ve şarabı ıslatan ayrılıkların suskun saatlerindeki akrep ve kavuşmanın uzun soluklu yelkovanıydı.. Şair kendi cehenneminden kovulmanın saatindeki çocuktu. Belki kuş, biraz da seslerin antik simyacısıydı.
Durdu zaman ve kendi sofrasını açıp çıplak aşkların en haylaz saatlerinden kendini dağlara vuran dizelerin içinden düşüyordu.
Şair sesti. Şair, kuşların en küçüğü ve çocukarın en çok acıkan bulutlardaki renkgiydi.
Hayat
Orda buluşmanın ufuk serinliğini sol yanında taşıyarak oturdu masanın başına.
Masa ve şiir, aşklar ve kavgalar bu dilimin tanıkları arasında kendini armağan eden suların köpükleri arasında yüreğini açtı.
Kızıldı herşey, çocuktu bütün sesler ve çocukların kuşlara armağan ettiği ruhani kitapların ilk sayfasındaki ezgiydi.
Şiirdi belki de.
Alfabe
Seslerin eyleme dönüştüğü kadim bir sürecin içindeki büyünün çığlığından bize kalan sevişmelerin dizeleriydi.
Bunca uğultu arasında günümüze ağıtlar yakan şair; çocuk yüzlü ellerin içinden hayata sevgi ve barışı sunarken kardeşliği kutsayan bir ırmağın kıyısında suyun ezgisini yüreğine taşıyan bir kahindi,
Şevki Özdemir.
Mitolojinin, tanrılarından güneye uçan kuşların kanatlarındaki sesi söylenceye taşırken, kıyısında oturup beklediği ırmakların serinliğindeydi
Iraklıdır, Basralı, savaşların arkasında kalan külün ve içindeki çığlık, sütün çocuklara ulaşmayan kokusunda yüreğini parçalayıp hayata armağan eden kardeşimdi...
Hayata tanıklığın, kuşlara kanat olmanın rengindeki zaman diliminde yüreğini kanayan ırmaklardan toplayan genç bir şair.
Bir kahindir aslında. İnsanlığın en kısa öyküsündeki son tanık olarak yurdunun dağlarından aşağı düşen bulutların beyazlığını barışa ve halkına adayan bir şair Rüzgarın kendisidir.
Alfabesiz Sevişmelerin sabahında ekmeğe koşan umutların öksüz çocuklarını yanında taşırken, üşüyendir. Ne aşkın Patagonyasında, ne de Pusularda bekleyen Zamanın büyüsünde ne de Rüzgarın alnındaki Şaha teslim olmayan bir yüreğin anlatacağı çok şey varken susup beklemek, ona göre değildir.
Şair; suskunluğun şiirinde yalnızca bir dize de kalmak isterken, ırmağın kaynağından hayata armağan edilen bir çağlayanın şarkısında kuşlarla uçmasının esrikliğindedir.
Şair sestir. Şiir kuşların rüzgara armağan ettiği söylencenin içinden geçen bulutun kendisidir. Ve en önemlisi sonsuza ulaşan sözcüklerin kendisidir.
Sevgili dostum, Şevki Özdemir, şiir ruhunu, yüreğine armağan eden bir eylemci olarak tanrının insana armağan ettiği sesin, sözcüklerin Alfabesiz Sevişmeler, yapıtında, hayatı yeniden kurgularken, zamana tanıklığın bütün giysilerinde aşkı, sözcüklere, sese ve kuşun kanatlarına armağan edendir.
Kendi hayatındaki ışığı, bütün insanlara, çocuklara, kuşlara armağan eden şairin suskunluğu yeni bir algının umuda koşan sayfasında kalırken, rüzgarın gelip durduğu dizeleri bize armağan ederek tarihsel tanıklığını sürdürmektedir.
Unutmak, şairin hapishanesinden yeşil bir yosuna uzanan taş duvarların aralığına düşen dizelerden bize kalandır. Anlamak, algılamak ve tanrısal kuşların kanatlarından düşen sözcüklerin bize ulaştığı ses ve renk kadar kutsal olduğunu kendi hayatına yoldaş sayan bir yolcunun iflah olmaz seyyahlarındadır şair.
O bir çocuktu aslında. O bir kuşun kendisine sakladığı ezgi. O Şevki Özdemir di, Boynun Bükük Kalmasın ve Alfabesiz Sevişmeler derken, ağlayandı, kendi yalnızlığına.
Şair, hayatın kuşlara armağan edilen kanatların sesiydi. Belki de.