Sayfa Yükleniyor...
İzmir’e özgü değerler sürekli azalıyor.
Anılarımızda ve bir kuş kanadı çocukluğumuzda kalan kokuların, izlerin, Selluka çiçeğinden, yalı çapkınına kadar, “Esmen” kolonyasından İzmir’in “Altın Damlası”na kadar uzanan sürecin renkli fotoğraflarında ellerimizi ararken, birden bire yere düşen takvim yaprakları karşısında şaşkınlığımızı gözlerimizde saklıyoruz.
Ne çabuk geçti zaman…
Daha dün bin bir heyecanla yayınlanan derginin, gazetenin yola çıkışına yıllar ekleniyor... Küçük diye hayallerine renkli balonlar bağladığımız çocuklar, boyumuzu geçti.İzmir, soylu duruşunu terk ederek ,yoksul bir yosma kılığında kıllı bacaklarıyla körfeze uzandı. Her şey hızla ve bir çırpıda şimdiki zamanın kıyısına yerleşti...
Yaşlanıyoruz galiba…
Galibası fazla, açıkçası dokunduğumuz her şey gibi değişiyoruz.
Elbette, olgunlaşmak; deney sahibi olmak, bilgi ve tecrübenin yüklemlediği sorumlulukla hayata anlam ve katkı koymak ayrıcalığına da ulaşıyoruz.
Bireyler gibi kurumların da “yaş”
Uruguayda politik tutuklular izin almadan konuşamazlar, ıslık çalamazlar, gülümseyemezler, hızlı yürüyemezler, başka tutuklularla selamlaşamazlar; gebe kadın, yan yana kadınla erkek, kelebek, yıldız ve kuş resmi yapmaları da yasaktır.
Ve zamanı da gelmiştir. Bu uyanış ve diriliş hareketi olarak değerlendirmek gerekir. Çünkü, imgelerin parçalanması kuramının hayatımıza getireceği özgür düşünce, şablonsuz bir hayatın var olduğu, var olabileceği, yaşanabileceği ve ilkel komünal sistemden global kapitalizme kadar uzanan çizgide insanlığın yaşadığı acılardan, savaşlardan kurtulabileceğinin başlangıcı ve işaretidir.
Karanlık ve derin gökyüzünün içindeki pırıl pırıl inci tanelerini; yıldızları sevgilisine armağan eden insanlar öldü. Gökyüzüne bakıp mutlu ve güzel bir gelecek hayal edenler veya kayan her yıldızın arkasından ölecek birisini veya gizemli bir haber beklemenin sayfalarını düşünen insanlardan kimse kalmadı. Bu sonsuz atmosferin içinde kaybolanların ayak izleri de silindi. Artık gökyüzüne bakıp da romantik bir atmosfere hayallerini serpen kuşağın son küheylanları da gitti
Bu kent seninle çiçeklerin en güzeli, seninle uykusuz bütün şiirlerin içinden çıkıp gelen özlemdi, Madrina. Birbirinin kanatlarına yaslanarak büyüyen kuşların son kanat çırpınışlarını yüreklerine taşıyan çocuklardık. Kim gitti Madrina? Sen mi gittin, ben mi kaldım! Ben mi gittim sen mi kaldın aşkımızın hüzün masallarına? Ayrılık ateşinin köprüleri şimdi sürekli tırmanıyor ruhuma. Seni görmeliyim, seni sarmalıyım, seni öpmeliyim ve sonra ölmeliyim Madrina
Okuduğum günden beri hayatımın ve bakışlarımın rengi değişti. Hiçbir şey gözüktüğü gibi değildir ama, bu kadar da değil
2005 yılında sürgüne gönderildiğim Datçada; zamanın donduğu, kokuların rüzgara yüklenmiş hafif melek kanatlarında dolaştığı bir zaman diliminde küçük ama şirin sahil kasabasının tam merkezinde galeri olarak kullanılan taş binanın içine girdim.
Yazar-yapıt-okuyucu arasındaki bileşkenin ilk dayanağını oluşturmamız vuslat için yeterli değildir.
Bir şair olarak Türk ve dünya edebiyatını yakından takip edip, yerine göre değerlendirme, önerme veya eleştirme hakkımı hep kullanmışımdır. Ben eleştirmen değilim ama var olan eleştirmen arkadaşlarımın, özellikle değindikleri yapıtı Edebiyat kuramları bağlamında değerlendirmesi, incelemesi, önermesi veya eleştirmesi hem okuyucuya hem de yazarına daha farklı nesnel bir kapıdan, kendini görmeyi de göstermesi açısından çok önemlidir.
İnsanlık tarihi açısından Fransanın sicili bayağı bozuk. Olumlu, olumsuz etkileriyle uygarlığın gelişimine katkı koyduğu gibi, yeryüzünde uygulanan katliamların da başrol kahramanlarındandır.
Şiirin sessizliğini bozacak insan akıntısı sloganlarıyla kapının önünden geçtikçe sorumluluklar artıyor...
Alsancakta yeni açılan Güncel Sanat A-Galerinin kapısını çalıp içeri girdim Sonra Tablolara... Sonra ressam, Cuma Ocaklının ruhundan, beni çoğaltan renklere... Bu bir imgesel öyküydü aslında. Hayat, zaman ve ressam bir karede bakışırken zaman sustu Parçalanmış dünyanın dağları bir araya gelerek gökyüzünü onarıyorlardı. Çevreye yayılmış renklerin çığlıkları her tarafa bir şimşek renginde dağılırken oluşan çizgilerin arkasında saklanan kelebek kanatları teslim olmuş bir ruhla uzanmış ressamın o anki gözlerine bakmadan uyuyorlardı. Tanrı ve ressam, yeni bir sayfanın ilk ve son dizelerinde buluşmuş gibi tuvallerin köşelerinden kaçacak boyanın rengini merak edip kendi hayallerine baktılar...
Hayat, bütün renkleriyle gözlerimizde anlamlı bir bakışa dönüşürken aslında görülen yaşanılanların bizde bıraktığı izlerdir. Ve biz birbirimizin izlerine bakarak hayatın tortusunu yorumlayıp değerlendirmekteyiz.
100 yıl önce bu coğrafya da çizilen sınırlar asla rastlantı değildi. Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Emperyal güçler leşlerini toplayıp bu coğrafyadan ayrılırken yıllar sonra kullanılmak üzere çizdikleri haritanın bugünkü fotoğrafını görüyorlardı. Akraba toplulukların arasına çekilen sınırlar, binlerce insanın ölümüne neden olan mayınlar, ilerde kullanılmak üzere dağıtılan aşiretler, etnik kökenler hep bilinçli, planlı ve art niyetli projelerin ilk adımıydı. Osmanlıyı parçalayarak intikam alan Batılı barbarların öfkesi geçmemiş,100 yıl sonra birbirine kırdırtmak üzere coğrafyanın mozaik yapısını şekillendirmişlerdi.
Artık zaman değişti. Sancılı kabuğunu sırtımızdan attıkça geriye kalan izlerin renklerini anılarımıza taşıyoruz. Yüklendikçe ağırlaşan hayatın geçmiş sayfalarını özlemek kolay. Çünkü iyi kötü yaşanmıştır. Acı tatlı anılarıyla tekrar bizi acıtması, kanatması mümkün olmadığından en sıkıntılı günlerimizde hemen geçmişe sığınır, kimse görmeden dolaşırız.
Gün böyle başlar ansızın rüzgar renginde çığlık söyler sabaha
Mevsim tam da şiir kıyısı... Mevsim tam da yangının kendisi...
Bütün tek tanrılı dinler, sancılar içinde
Zeynel Beksaç bütün bu zorlukların bilincinde olduğunu Şahlan atlım karlı dağlar yolundur (s.41) dizesi ile anlatmakta özellikle ustalığının doruğuna ulaştığı bu yapıtında yer alan şiirlerin tümünde yaşadığı toplum ile özdeşleştiği umut, direnç, dayanışma, tepki, kızgınlık ve dil serüveninin tarihsel birer manifestosunu yarınlara belge niteliğinde bırakmaktır.
Hiçbir zaman ve hiçbir dönemde doyuma ulaşmış; Söylediği, yüreği anlaşılmış bir şair olmamıştır. Ortak bir yazgı gibi yüreğinin ağırlığı altında hep ütopyalar peşinde koşan, toplumsal değer yargılarına ters düşmüş, söylediği anlaşılmadığı gibi hor görülmüş ve içine kapanmış bir saydam yapı özelliği ile acılarını yudumlayarak yarına dönük hep umut beslemiştir.