Sayfa Yükleniyor...
Şiirin sessizliğini bozacak insan akıntısı sloganlarıyla kapının önünden geçtikçe sorumluluklar artıyor...
Kimin sorumluluğu?
Elbette duyarlılığını toplumsal boyutta buluşturanların, özellikle aydınların, sanatçıların, bilim adamlarının ve dünyanın herhangi bir köşesinde, hayata müdahil olan herkesin
Sanatın özdeksel yapısıyla; bütün dünya halklarının barış içinde ve kardeşçe yaşamlarını savunurken elbette Emperyalist-Siyonist ülkelerin halklarının kendisini değil, yönetici erklerin düşünsel ve politik hırs ve uygulamalarına karşı olmak, aydınım diyen herkesin öncül görevidir.
Kaldı ki, sanatçının tarihsel görevlerinden biri de hayata ve bütün canlılara karşı sorumluluğudur. Savaşların artarak devam ettiği, açlıkların hüküm sürdüğü, doğanın katledildiği bir ortamda sanatçının fildişi kulesinde oturup, sırtını hayata dönme lüksü yoktur.
Bunu yapan entel-dantel şahsiyetlerin kendi vicdani çürümüşlüğünde mevcut sistem dışında kimseye bir yararı, öncülüğü, aydınlığı olmadığı gibi, insanlığın gelişiminde birer geveze engeldir. Bu karakterleri tarih kendi çöplüğüne atarak ödüllendirecektir.
Bir toplumda şairler, sanatçılar susmuşsa orada her şey bitmiştir. Mustafa Kemalin dediği gibi, Hayat damarı kopmuş ve o toplum can çekişiyor demektir.
Ve biliyoruz ki; meyhanede kendini kendi sesiyle, kendini tatmin eden zavallı güruh, yazdıkları kısır bir gettodan öteye ulaşmayan, melankolik ruh yapısının zavallı sığınmacıları tarihsel misyonluklarını salt sevgilinin yapay ıslaklığında saklayan, hakim sistemin borazanlığını yapan, popülist kültürün dublörleri çoğaldıkça insanların özgürleşmesi ve barış biraz daha uzağa düşmektedir
Peki ne yapmalı? Öğrencilik yıllarımızda V.Leninin bu adda kitabı vardı... Her koşulda diyalektik mantığın toplumsal sentezde teorik bile olsa yorumunu, aydınlık açılımını bulmak mümkündü.
Yaşadığımız koşullarda bir şairin, sanatçının, aydının yapacağı, halkını aydınlatacağı veya en kötü koşullarda bile toplumsal direncin ayakta tutulacağı söylemler ve tavırları vardır ve olmalıdır.
Ulusal kazanda; faşist askeri darbeciler ile gelenekçilerin arasına sıkıştırılan bir toplumun öncüleri, aydınları, şairleri; meyhanelerde çözüm ararken, dışarıda gürül gürül akan ve ne yapacağına karar veremeyen halkımızdan ne kadar uzak olduklarının farkında bile değildirler...
Sanatın, sanatçının tarihsel misyonluğu nedir? Ne olmalıdır!
Hani insanın özgürleşmesi için, dünya barışı için verilen mücadele
Hani sevginin yeryüzünde egemenliği, hani insan hakları ve savaşlara karşı tavır alınması Hani açlıklara karşı, faşizme, emperyalizme karşı verilmesi gereken mücadele
Hani yol aydınlığı? Her sistemde bedel ödeyen, işkenceleri, sürgünü ve ölümü göze alan havariler Savaşa karşı barışın kanatlarını büyüten soylu ruhların ataları!
Şair, yazar elbette militan değildir, dağlara çıkması gereken değildir, ancak yaşadığı toplumu, hayatı ve bütün yeryüzünün hüznünü ve güzelliğini yüreğinde hissetmesi gereken ve ürünleriyle toplumun önünü ışığıyla-ürünleriyle aydınlatan -olması gereken değil mi?
Nerde topluma ve tarihe tanıklık! Neden bu suskunluk ? Genelde sanatçılar özelde şairler de mi mehdi bekliyor!
Elbette bu ülkenin tarihsel sorunları var. Ama o sorunun çözümü hepimizin omuz omuza özgürleşmesi ve yüreğini umudunu paylaşması ve emperyalist güçlere ödün vermeden birlikte mücadele etmesiyle mümkündür... Çünkü hepimiz aynı kaderi paylaşıyoruz, tıpkı Çanakkale savaşındaki atalarımız gibi
Çevremizde kan kazanları kaynıyor... Ortadoğu ölüm kuyusu Ve ölenler ekmeğe doymadan gidenlerdir Ölenler hep aç doğup aç ölen insanlardır Doğal halinde bile bıraksanız, genç yaşta gözleri çukurlaşmış, elleri titrek ve hayata doymadan en önce gidecek olan insanlardır Emperyalizmin bütün yoksul halklar için dünyanın her yerinde çizdiği tablo aynıdır
Bu nedenle Sanatçı kim? Sorumluluğu nedir? Sorgulamak zorundayım/ız
Bir zamanlar faşistlerin ırkçı söylemlerinde başat sloganı olan Titre ve kendine gel söylemini; Amerikan emperyalizmini ve işbirlikçilerini reddederek yeryüzü için, bütün insanlık için yüreği çarpan sanatçı kardeşlerim için söylüyorum Titre ve kendine gel
Titre derken elbette, meyhanede değil, ego tatmininde değil tabi ki, alanlarda Ürünlerimizle... Yapıtlarımızla... Yüreğimizle... Beslendiğimiz kaynağa... Halkların arasına ve türkülerimizle çoğalarak...
Nazım babanın dediği gibi, Sen yanmazsan, ben yanmazsam.. Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa..
Günümüz şairleri, sığındıkları meyhanenin dumanlı söyleminden, üstü kapalı ve özel günlere endeksli lüks binaların küçücük salonlarından dışarı çıkmak zorundadırlar. Melankolik söylemlerin ve birbirini dinleyen zavallı küçük gettoların kapılarını kırıp sokağa; halkın, hayat içindeki çelişkilerini kucaklayıp aktığı o deli ırmaklara karışmak ve birlikte çoğalmanın, paylaşmanın hazzına ulaşmak zorundadır
Ressamlar münzevi hayat yaşadıkları küf kokan bodrum katlarından bahçeye, sokaklara, alanlara şövalelerini taşımak zorundadırlar... Müzisyenler bestelerini dört duvar tatmini içindeki zavallı güruha, seçkin sınıfın aval bakışlarından ve yapay gösterilerinden kurtarıp sesin ve ruhun özgürlüğü için insanların aktığı yollarda söylemelidirler Heykeltıraşlar önce kampusların zavallı renksiz duvarlarını aşıp hareketli bir platform üzerinde mermeri yüreklendirmenin, bronz umutları dökmenin heyecanını halkın içinde meydanlarda, pazar yerlerinde aramalıdırlar
Bu nedenle Anadolu sanatçıları olarak; başta halkımızı olmak üzere bütün yeryüzü halklarını kucaklayacak, savaşa karşı tavrını militanca sanat platformunda savunacak, aydınlığıyla bizleri daha güzel günlere taşıyacak, özgürlüğe ve barışa olan inancını ürünlerinde, yapıtlarında yansıtacak olan sanatçıları, beslendiği kaynağa Halkın yanına, önünde durmaya davet ediyorum...
Bu davet bizim Nazım babanın davet şiirinde olduğu gibi
Hep bir ağızdan şarkı söylemek için aşklara, barışa ve hayata İşte bu inançla yola çıkmak isteyenleri
Merkezi Türkiye olan Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliğinde buluşmaya davet ediyorum.
Aşk için, barış için, demokrasi için, hayatın bütün ırmaklarında buluşmak için.
SANATÇILAR BİRLEŞİN