Sayfa Yükleniyor...
Hayatın roman
Hayatı roman Hayatım roman
Kime dokunsanız, herkes kendi duyarlılık ve algı ölçütünde, yaşama tanıklığın olumlu ve olumsuzluğun derin kanallarından geçen hayatını böyle yorumlar. Peki, gerçekten herkesin hayatı roman mı? İnsanın hayata tanıklığı elbette çok önemli. Olumlu olumsuz birçok derinliği olan ve hayatının seyrini değiştiren olaylar yaşamış olan ve bu yaşam karşısında sürekli anafor yaşayan insanların hayatı Bireysellikten çıkıp toplumsal bir forma endekslendiği an da roman olur. Veya bu formda -Roman- denebilir. İnsanın, hayatı boyunca yaşadıkları değil, toplumsal belleğe eklediği farklılıklarla veya hayata tanıklığı oranında biriktirilen an-izleklerin belirli bir disiplinle kamuya, tüketici süjeye aktarılması, sunulmasıyla mümkün olabilir.
Çünkü roman; hayatın; gerçekliğin kurgusal sayfasındaki dramın estetize edilerek tekrar hayata yeniden ve farklı bir renk, farklı bir ruh, düşünce ve duyguyla geri gönderilmesidir. İnsanların yaşarken; herkesin görmediği, gözden kaçan derinliği, ayrıntıları bol ve rahat bir zaman akışında; tanıklığın edebi bir üslupla kayda alınması ve gelecek kuşaklara aktarılmasıdır. Bu nedenle roman, diğer yazın türlerinden hem daha zor, hem daha kolaydır. Yazarın sınırları çizilmiş bir alanda, sonsuz olmayan bir hayatın özgürlük alanı içinde yaşanılanların en önemli kesitini veya bütününü algılayan değiştiren, onaran ve yok eden zaman dediğimiz ırmak kıyısında toplayabildiği, kurtarabildiği ve yazıya aktarıp ölümsüzleştirdiği birey yaşamlarından oluşan hayatlardan bir demettir. Herkes vardır, her şey vardır, hayatın bütünselliği içinde yer alan bütün aktörler birbiriyle ilintili ve birbirinin kaderini belirlemektedir. Her sanat yapıtı, aslında üreten süje tarafından hayata sunulan bir manifestodur. Talepleri, tepkileri, yaşadıkları, özlemleri, öfkeleri, yengi ve yenilgilerinin birey toplum ilişkisi içinde yaratılan anaforun kayıt altına alınmasıdır. Bu nedenle roman yazmak ve roman kahramanı olmak kolay değildir. Toplumsal hayatta aktif olan, yaşam içinde farklı rollerde hayatı biriktiren, değişen ve sancılarını toplumsal kabuğun değişiminde renk olarak kullanandır.
Güncel hayatta; hele yaşadığımız ve hızından rengini kaybetmiş olan bu çağda, herkesin aynı gemide olduğu, aynı fırtınada kendi içine veya tanrısal katmanlara sığındığı, aynı açlığın kıyısında ekmek kokusunu özlediği, kan revan bir sahneden geçerken mutlaka birkaç uzvunu bıraktığı bir çağda herkes roman kahramanı. Çağımız kahramanlar çağı zaten. Bireyin, toplumun ve bütün hayat katmanlarındaki canlıların ölüm ve yaşam arasındaki ince köprüden geçerken yaşadıkları, yüzyıllardır devam eden savaşların dumanı ve yanık hayatların kokusu, direnen ve teslim olanların arenaları doldurduğu bir sayfada gladyatörlerin sırayla ölümlerini takdis etmek zamanını çoktan kaybetmiş insanlığın romanını ancak hiç kimse yazmayacaktır. Çünkü uçurumun kıyısında yaşayan insanlığın bu dramını anlatacak, yazacak yeni bir Gabriel Garcia Marquez doğar mı, okuyacak kimse kalır mı, dağıtacak, satacak bir kitabevi, okuyacak kadar zamanı olan bir siber insan kalır mı bilemem
Ama zamanımız varken, hayatın soyu tükenmekte olan kokusunu, heyecanını, hüznünü, umudunu, aşkların kıyısını, yumurtanın sarısını, beklemenin ve direnmenin soyluluğunu, mavi gözlerin derinliğini, paylaşılan ekmeğin sıcaklığını, ağlayan çocukların birden kahkahaya dönüşen çığlıklarını anlatacak yazarları okuyalım. Ben okudum. Ve yukarıda anlatmaya çalıştığım ve özlediğim roman formatını, hayatın kabuk değiştirirken çıkardığı çığlıkları, acıları, fırtınaları, aşkların imkansız yumuşaklığını, özlemlerin ve kavuşmaların gün doğumunu, sarılmanın saf ve temiz sıcaklığını, ölümlerin, ayrılıkların sarı siyah sayfasını, sonsuz bir coğrafyanın bereketini paylaşmanın peygamberini ve en önemlisi bir çağa damga vuran hayatların ardından kalan, yetişmeye çalışan öksüz bir kızın ünlü bir ressam oluşunu okudum.
Genç bir yazar olan Selmina Melikoğlunun yazdığı Aşkın Yüzyılı-Elizabeth i okuduktan sonra sustum. Demek hala iyi ve farklı romanlar yazılıyor. Belki de sonuncusu, belki de son yağmur ve belki de yeni roman algısının ilk ayak sesleri. Geçmişten geleceğe yüzyıllık değişimin birey ve toplumsal kırılmalarından kalan sancıları toplayarak bir aşk yumağı içinde Elizabeth kimliğinde bizi de içine katarak kimyamızı değiştirmesini, yazarın kurgu ve farklı bir tekniğin-sinema tekniğinin roman akışı içinde çarlık Rusyasından, Sovyet Rusyasına ve şimdiki global kapitalizmin kıskacındaki hayata uzanan yolculuğuna bizi de katıyor.
Yazarın başarısı, yaşamadığı, bilmediği bir dünyaya girerek tarihin derinliklerinde kırılan hayatlarla empati kurarak yazmak, yarattığı karakterlerle bir tarihin tanığı olan Elizabeth Tuganovanın duygu ve düşüncelerini bir kadın duyarlılığıyla yansıtmak, yazmak kolay değildir. Bir kahramanı, roman kahramanı yapmak kolay değildir. Bir genç edebiyatçı olarak zoru başardığı için Selmina Melikoğlunu yürekten kutluyorum. Kırk yıldır şiir, öykü, deneme, tiyatro oyunu yazan bir kişi olarak roman yazmaya cesaret edemedim. Ama deneyebilirim, artık. Bu konuda benim de rehberim sevgili Melikoğlu olacak Hayatınıza yeni algılarla yeni bir yön verebilmeniz için mutlaka bu romanı okuyun. Sonra hayatınızın roman olup olmadığına karar verin.