Sayfa Yükleniyor...
Dünyanın ilk sanatçısını bilmiyorum..
Ama dünyanın ilk heykelinin ülkemde, Urfada Balıklı Göl kıyısında MÖ.11.000 yıl önce yapıldığını biliyorum.. Tarihe kalacağım diye kaygısı olmayan ve yalnızca o andaki duygularını çizgiye, sözcüğe, renge, sese, yontuya, harekete dönüştüren binlerce insanın yaktığı meşalelerle ileriye doğru yürüyen bir toplumun, insanlık ailesinin bir bireyi olarak durup düşünüyorum.. Kimdi ilk çizgiyi çizen, ilk dizeyi heceleyen, ilk yontuyu yapan! Adları neydi?
Sanat yapıyorum, ben sanatçıyım, ben farklıyım gibi düşünceleri olmayan, talepleri olmayan yüzbinlerce insanın bıraktığı izleri takip edip, bugünlere geldik.. Sanatın ilk havarileri, babaları ve ustalarının, kendilerini ifade etmek ve düşüncelerini paylaşmak dışında bir talepleri olduğunu da sanmıyorum.. İlk totemin; heykel, ilk tamtamın; müzik, ilk dansın, tiyatro, bale, ilk çığlığın şiir ve operaya dönüşeceğini bilselerdi ve günümüz sanatçılarını tanısalardı sanırım, mutlu olurlardı.. Sanat; sanatçının bıraktığı eserleri, yaşadığı çağa tanıklığının somut bir göstergesi, belgesi olarak değerlendirilir. Yani sosyolojik tarihin estetize edilmiş halidir. Bir yerde sanatçı, yaşadığı çağın jurnalisti, tanığı; belgeleyen ve yaşadığı dönem ile ilgili duygu ve düşüncelerini de harmanlayarak yapıtlarıyla tarihe bırakandır. Sanatın her alanındaki üretimleri; yaşanılan çağın o sanatçı yorumuyla ifadesidir..
Neyse, bugün köylüye süt satmak değildir amacım.. Şehirliye, ruh katacak da değilim.. Herkes kendi algısı ve birikimi oranında zaten hayatı değerlendirip, çoğaltıp veya azaltmaktadır..
Ama bugün şu çirkin ve perişan, zavallı ve kimsesiz, doğumundan bugüne kadar hiç bu kadar çaresiz bırakılmamış kentimin, Smyrnanın kınalı saçlarını ördüğü Pagos Tepesinden aşağı inerek Frenk mahallesine ve oradan da Bella Vista köşesinden Kıbrıs Şehitleri üzerinden Carlo Goldoni İtalyan kültür merkezine ve oradan, Santissimo Rosario İtalyan kilisesinden sağa kıvrılarak geceleri hayatın maviye çaldığı eski Bornova Sokağındaki Karacasu Geliştirme ve Eğitim Vakfı Aphrodisias Sanat Galerisindeki Heykel Atölyesi Sergisine gitmeliyim..
Gittim.. 1841 Haziranında Masal gezgini Andersenin ayak izlerini takip ederek sokağa girdiğimde rıhtımdan koşarak gelen Fransız operet kumpanyası mascotte operetinden aryaların şarap bardaklarına çarparak dağılan sesi akşamın kızıllığına sarılıp rıhtımdan denize düşüyordu.. Leblebici Horhor Çuhacıyanın, madame Angotun kızı da aynı Rum evinin balkonundan, Smyrnanın anlamlı gününe yukardan bakıyordu.. Evet anlamlı birgün.
Tanrının kendine sakladığı yaratı sözlüğünü, ancak derisi tabaklanan bir rahibin sırtındaki öyküyü yontuya çeviren heykeltraş bir havarinin okuması mümkündü. Taşın içindeki eski zaman söylenceleri, taşların içindeki buğulu gözleri ve kayaların altında kalmış masal kahramanlarının zincirlerinden kurtulması ancak bu yontucunun esrik saatine bağlıydı. İnsan çamurdan yaratıldıysa, doğa ve hayat balçıktan şekillendiyse, sırrı keşfeden sanatçının ellerindeki hamur yüzyılların rüzgarıyla ruhunun içinde saklanan iskeleti sıvazlayarak insanla konuşturabilirdi.. Bütün heykeller sözleşmiş gibi kapıdan içeri girenlere bakıyor ve heyecanla kendi öyküsünü anlatmaya haykırmaya çalışıyordu.. Topraktan, taştan, camdan, mermerden ruh alarak, birbirlerinden bağımsız ifadelerin, aynı sahnede buluşması, birbirinden habersiz bütün söylencelerin aynı zaman diliminde hayat bulmuş olması, Aphrodisias Sanat Galerisine farklı bir anlam ve değer katıyordu.. Heykeller Canlanarak bizimle sarmaş dolaş olan Tanrılar, masal kahramanları, kediler, yılanlar ve unuttuğumuz bütün meleklerin kanadını saklayan çocuklar, gelenleri karşılayanlar arasındaydı.
Bir panter gibi gerilerek üzerinize atlamaya hazır kedinin bakışları, Neolotik çağdan kalma bir rölyefin içinden altınlarla kuşanmış bir boğanın boynuzları, şaraba hazır üzüm salkımları, hemen yanında, size, ihanet edeceğinizi bile bile sırrını açan Şahmaran, karşı köşede ayağa kalkan yarı Tanrıçanın çıplak vücudunu saran ipek bir örtünün düşmeden önceki sıkıntısı, başucunuzda ve sizi koruyan meleklerin bembeyaz kanatlarına sarılması, Budanın ermiş duruşundaki sükunetin huzuru, içerde kaybolan rüzgarın ayak izlerinde saklanan yılanlı Medusa..
Ve birden kapı açıldı.. Attilla İlhanın Karantinalı Despinası.. Smyrnanın üvey kızı, sapsarı saçlarını topuz yapmış üstündeki tüllerle bir şiirin dizesine sığınıyor. Yerde Afrikalı Leo, yaşlı ve kendinden daha yorgun şapkasıyla yaşamını yüzündeki haritaya vermiş bir adam. Kahkahalar arasında bir gelin ve bir damat. İnce ve zayıf bedenlerin gizlendiği emanet giysileriyle, kına gecesine doğru oturuyorlar.. Bedenine çiviler saplanmış ve sancı çeken bir kadın. Ruhunu arayan bütün azizelerin buluştuğu heykel kahramanların en yoksulu Hermes, köşede unutulmuş, aşktan sonra hüzün dediğimiz yüzünü dondurduğu soylu bir portredeki kadına bakıyor.
Yüzyılların, bin yılların öyküsünü, insanlık tarihini ve estetiğini canlandıran bu eserlerin sanatçıları da birer ölümlü tanrıça gibi ayakta konuklarının bakışlarını okumaya çalışıyor.. Anlattıkları öykülerin sessiz kahramanlarıyla, izleyicilerin gözlerinde yanan meşalenin yansıyan ışığını, tütsülerin buğulu dumanını yapıtlarına bırakarak dolaşıyordu.. Aynur Ermiş, Ayşegül Özbek, Banu Tarcan, Berrin İnce Gürsel, Celal Güler, Ceren Yüksel Kabaoğlu, Demet Karakaş, Devrim Ekici, Esen Tunalı Alakavuklar, Filiz Yumak, Gönül Ocak, Pınar Pekcan, Ruhşen Berke, Sedef Ertem, Selmina Melikoğlu, Sevinç Özçam, ve Yıldız İlhan.. Heykeltraş arkadaşlarımı bu muhteşem eserleri için kutluyorum.. Özellikle bu serginin yüreğini ve ruhunu belirleyen atölye öğretmeni Heykeltraş Gülcan Erçini ve her sergisiyle İzmir sanat ortamına farklı bir renk katan, anlam katan Karacasu Geliştirme ve Eğitim Vakfı Başkanı, Aphrodisias Sanat Galerisi kurucusu sayın Prof.Dr.Ali Küpelioğlunu ve bu güzel sergide emeği geçen herkesi kutluyorum..
Dünya heykel tarihinin en önemli ve en büyük merkezi olan Karacasu Aphrodisias adına kurulmuş böyle bir sanat galerisinin temel işlevi hep heykel sanatının ve sanatçısının gelişmesi, tanıtılması ve yaygınlık kazandırılması olmalıdır. Bu görevin tarihsel miras anlamında kendilerine verildiğini biliyorum. Mekanların özüne bağlı işlev görmesi bağlamında Aphrodisias Sanat Galerisi çok önemli bir misyonluğunu da yerine getirmiş bulunmaktadır. İzmir de heykele ve heykel sanatçısına verilmeyen değerin şimdiden sonra asıl merkezinden, misyoner ruhu ve toplumsal sorumluluğuyla bu kurum tarafından yerine getirilmesi ayrıca ulusla ve uluslararası bir saygınlığı da getirecektir... Eh, bu kadar sözden sonra bugün açılışı yapılacak olan ve 25 Temmuza kadar açık olacak olan Heykel sergisine koşalım.. Çünkü, her biriniz bir mitoloji kahramanı olarak geri döneceksiniz.. Ben de..