2

APHRODISIAS.. HEYKEL  ATÖLYESİ


  • Oluşturulma Tarihi : 08.07.2014 07:02
  • Güncelleme Tarihi :

Dünyanın ilk sanatçısını  bilmiyorum..

Ama dünyanın ilk heykelinin  ülkemde, Urfa’da Balıklı Göl kıyısında  MÖ.11.000 yıl önce yapıldığını biliyorum.. Tarihe kalacağım diye kaygısı olmayan ve yalnızca o andaki duygularını çizgiye, sözcüğe, renge, sese, yontuya, harekete dönüştüren binlerce insanın  yaktığı meşalelerle ileriye doğru yürüyen bir  toplumun, insanlık ailesinin bir bireyi olarak  durup düşünüyorum.. Kimdi ilk çizgiyi çizen, ilk dizeyi heceleyen, ilk yontuyu yapan!  Adları neydi?

Sanat yapıyorum, ben sanatçıyım, ben farklıyım gibi düşünceleri olmayan, talepleri olmayan  yüzbinlerce insanın bıraktığı izleri takip edip, bugünlere geldik.. Sanatın ilk  havarileri, babaları ve ustalarının, kendilerini ifade etmek ve düşüncelerini paylaşmak  dışında  bir talepleri olduğunu da sanmıyorum.. İlk totemin; heykel, ilk tamtamın; müzik, ilk dansın, tiyatro, bale, ilk çığlığın şiir ve operaya dönüşeceğini bilselerdi ve günümüz sanatçılarını tanısalardı sanırım, mutlu olurlardı.. Sanat; sanatçının bıraktığı eserleri, yaşadığı çağa tanıklığının somut bir göstergesi, belgesi olarak değerlendirilir. Yani sosyolojik tarihin estetize edilmiş halidir. Bir yerde sanatçı, yaşadığı çağın jurnalisti, tanığı; belgeleyen ve yaşadığı dönem ile ilgili duygu ve düşüncelerini de harmanlayarak yapıtlarıyla tarihe bırakandır. Sanatın her alanındaki üretimleri; yaşanılan çağın o sanatçı yorumuyla ifadesidir..

Neyse, bugün köylüye süt satmak değildir amacım.. Şehirliye, ruh katacak da değilim.. Herkes kendi algısı ve birikimi oranında zaten hayatı değerlendirip, çoğaltıp veya azaltmaktadır..

Ama  bugün şu çirkin ve perişan, zavallı ve kimsesiz, doğumundan bugüne kadar hiç bu kadar çaresiz bırakılmamış kentimin, Smyrna’nın  kınalı saçlarını ördüğü Pagos Tepesi’nden aşağı inerek Frenk mahallesine ve oradan da Bella Vista köşesinden Kıbrıs Şehitleri üzerinden Carlo Goldoni İtalyan kültür merkezine ve oradan, Santissimo Rosario İtalyan kilisesinden sağa kıvrılarak geceleri hayatın maviye çaldığı eski Bornova Sokağı’ndaki Karacasu Geliştirme ve Eğitim Vakfı Aphrodisias Sanat Galerisindeki Heykel Atölyesi Sergisine  gitmeliyim..

Gittim.. 1841 Haziranında Masal gezgini Andersen’in ayak izlerini takip ederek sokağa girdiğimde rıhtımdan koşarak gelen Fransız operet kumpanyası mascotte operetinden aryaların şarap bardaklarına çarparak dağılan sesi akşamın kızıllığına sarılıp  rıhtımdan denize düşüyordu.. Leblebici Horhor Çuhacıyan’ın, madame Angot’un kızı da aynı Rum evinin balkonundan, Smyrna’nın  anlamlı gününe  yukardan bakıyordu.. Evet anlamlı birgün.

Tanrı’nın kendine sakladığı yaratı sözlüğünü, ancak derisi tabaklanan bir rahibin  sırtındaki öyküyü  yontuya çeviren heykeltraş  bir havarinin okuması mümkündü. Taşın içindeki eski zaman söylenceleri, taşların içindeki buğulu gözleri ve kayaların altında kalmış masal kahramanlarının zincirlerinden kurtulması ancak bu yontucunun esrik saatine bağlıydı. İnsan çamurdan yaratıldıysa, doğa ve hayat balçıktan şekillendiyse, sırrı keşfeden sanatçının  ellerindeki  hamur yüzyılların rüzgarıyla ruhunun içinde saklanan iskeleti sıvazlayarak insanla konuşturabilirdi.. Bütün heykeller sözleşmiş gibi  kapıdan içeri girenlere bakıyor ve heyecanla kendi öyküsünü anlatmaya haykırmaya çalışıyordu.. Topraktan, taştan, camdan, mermerden ruh alarak, birbirlerinden bağımsız ifadelerin, aynı sahnede buluşması, birbirinden  habersiz  bütün söylencelerin aynı zaman diliminde  hayat bulmuş olması, Aphrodisias Sanat Galerisi’ne farklı bir anlam ve değer katıyordu.. Heykeller… Canlanarak bizimle  sarmaş dolaş olan Tanrılar, masal kahramanları, kediler, yılanlar ve unuttuğumuz bütün meleklerin kanadını saklayan çocuklar, gelenleri karşılayanlar arasındaydı.

Bir panter gibi gerilerek üzerinize atlamaya hazır kedinin bakışları, Neolotik çağdan kalma bir  rölyefin içinden altınlarla kuşanmış bir boğanın boynuzları, şaraba hazır üzüm salkımları, hemen yanında, size, ihanet edeceğinizi bile bile sırrını açan  Şahmaran, karşı köşede  ayağa kalkan yarı Tanrıçanın çıplak vücudunu saran ipek bir örtünün düşmeden önceki sıkıntısı, başucunuzda ve sizi koruyan meleklerin bembeyaz kanatlarına  sarılması, Buda’nın ermiş duruşundaki sükunetin huzuru, içerde kaybolan rüzgarın ayak izlerinde saklanan yılanlı Medusa..

Ve birden kapı açıldı.. Attilla İlhan’ın Karantinalı Despinası.. Smyrna’nın üvey kızı, sapsarı saçlarını topuz yapmış üstündeki tüllerle bir şiirin dizesine sığınıyor. Yerde Afrikalı Leo, yaşlı ve kendinden daha yorgun şapkasıyla yaşamını yüzündeki haritaya vermiş bir adam. Kahkahalar arasında bir gelin ve bir damat. İnce ve zayıf bedenlerin gizlendiği emanet giysileriyle, kına gecesine doğru oturuyorlar.. Bedenine  çiviler saplanmış ve sancı çeken bir kadın. Ruhunu arayan bütün azizelerin  buluştuğu  heykel kahramanların en yoksulu Hermes, köşede unutulmuş, “aşktan sonra hüzün” dediğimiz  yüzünü dondurduğu soylu bir portredeki  kadına  bakıyor.

Yüzyılların, bin yılların öyküsünü, insanlık tarihini ve estetiğini canlandıran bu eserlerin  sanatçıları da birer ölümlü tanrıça gibi ayakta konuklarının bakışlarını okumaya çalışıyor.. Anlattıkları öykülerin sessiz kahramanlarıyla, izleyicilerin gözlerinde yanan meşalenin yansıyan ışığını, tütsülerin buğulu dumanını yapıtlarına bırakarak dolaşıyordu.. Aynur Ermiş, Ayşegül Özbek, Banu Tarcan, Berrin İnce Gürsel, Celal Güler, Ceren Yüksel Kabaoğlu, Demet Karakaş, Devrim Ekici, Esen Tunalı Alakavuklar, Filiz Yumak, Gönül Ocak, Pınar Pekcan, Ruhşen Berke, Sedef Ertem, Selmina Melikoğlu, Sevinç Özçam, ve Yıldız İlhan.. Heykeltraş arkadaşlarımı bu muhteşem eserleri için kutluyorum.. Özellikle bu serginin  yüreğini ve ruhunu  belirleyen  atölye  öğretmeni  Heykeltraş  Gülcan Erçin’i  ve her sergisiyle İzmir sanat ortamına  farklı bir renk katan, anlam katan  Karacasu Geliştirme ve Eğitim Vakfı  Başkanı, Aphrodisias Sanat Galerisi kurucusu sayın Prof.Dr.Ali Küpelioğlu’nu  ve bu güzel sergide  emeği geçen herkesi kutluyorum..

Dünya heykel tarihinin en önemli ve en büyük merkezi olan Karacasu Aphrodisias  adına kurulmuş böyle bir sanat galerisinin temel işlevi hep heykel sanatının ve sanatçısının gelişmesi, tanıtılması ve yaygınlık kazandırılması  olmalıdır. Bu görevin  tarihsel miras anlamında kendilerine verildiğini  biliyorum. Mekanların  özüne bağlı işlev görmesi bağlamında  Aphrodisias Sanat Galerisi çok önemli  bir misyonluğunu  da yerine getirmiş bulunmaktadır. İzmir’ de heykele ve heykel sanatçısına  verilmeyen değerin şimdiden sonra asıl merkezinden, misyoner  ruhu ve toplumsal sorumluluğuyla bu kurum tarafından  yerine getirilmesi ayrıca ulusla ve uluslararası bir saygınlığı da getirecektir... Eh, bu kadar sözden sonra bugün açılışı yapılacak olan ve 25 Temmuz’a kadar açık olacak olan Heykel sergisine  koşalım.. Çünkü, her biriniz  bir mitoloji kahramanı olarak geri döneceksiniz.. Ben de..

 

 

APHRODISIAS.. HEYKEL  ATÖLYESİ
Ümit Yaşar Işıkhan
Yazarımız Kim ?

Ümit Yaşar Işıkhan