Sayfa Yükleniyor...
Çocukken uçurtmasını kaybettiği Prizrenin yeşil bayırlarına, sevdalandığı eve dönerken yanından geçtiği ve içinde yeşil kaftanlı bir türbenin yer aldığı Tekkeden gelen Mevlevi müziği ile sonsuzluğun sevgide saklandığını algıladığı, aşkın hüzün ve ayrılık demek olduğunu, komşularının Arnavut, Sırp, Hırvat, Makedon olduğunu ve farklı dillerde konuştuklarını duyduğu ve en önemlisi kalemi keşfettiği, fırçanın renklerini, sözcüklerin büyüsünü, renklerin ruhunu öğrendiği günden beri iflah olmadı.
İflah olmayacağı çocukluğundan belliydi.
Şiir yazdı, resim yaptı, edebiyat dergileri yayınladı, ulusal televizyonlarda program yaparken ud çaldı, besteler yaptı, derlemelerle uğraştı, Doğru Yol Türk Kültür Sanat Derneğinin bir ömür sürecek sadık üyesi oldu, kitaplar yayınladı, ödüller aldı, ama bunların hiçbiri onu içinde yaşadığı toplumun duyarlılığından ve sorunlarından soyutlamadı. Hep aşık oldu, hep hüzünle baktı gökyüzüne ama hiçbir zaman çocuklardan ve çocukluğundan kurtulamadı.
Sevgili dostum Zeynel, çok yönlü bir sanatçı oluşunun temelinde; yüreğinde biriken yağmurları hep aynı nakaratta aktarmakla kurtulamayacağını, ruhunu, beynini ve yüreğini dinginleştiremeyeceğini bildiği için bu yollara başvurdu.
Haklıydı.
Sesin bittiği yerde renk başlar. Rengin tıkandığı yelpazede söz başlar ve en önemlisi bunları önce kendi insanları sonra yeryüzü duyarlılığıyla paylaşma istemiyle yayıncılık yani sanatın bütün boyutlarıyla yüreğini ve düşüncelerini yaymaya başlar.
O hep aşıktır.
Aşk insanı kör eder diyor atalar... Galiba doğru. Zeynel dostum kaptırmış kendini gidiyor. Şiir, resim, yayıncılık, TV programları, müzik, besteler, derlemeler, çeviri ve zaman buldukça evine gidiyordu...
Televizyonlarımızda Müslüm Gürsesi dinleyince ud çalmayı, beste yapmayı bıraktı... Resimle başı dertteydi... Netekim Kenan Evrenin resim yapmaya başladığını duyunca resim yapmayı bıraktı. Reha Muhtarın TV programlarını izledikçe TV programı yapmayı bıraktı. En sonunda; yüreğini serin sularına bırakmayı düşündüğü şiir ırmaklarına attı kendini.
O ruhuyla çocuktu ve bir şairdi.
Yeryüzünde coğrafik / ekonomik paylaşımlar tam gaz devam ettiği ve kapsamı içinde milyonlarca insanın Fatihayı okumadan mevta edildiği, faşizmin ve sosyalizmin dört nala yarıştığı dönemde gücünü halktan alan Ne Warşova, Ne Nato ille de bağlantısız özgür/ bağımsız ülkeler dayanışmasını içerde ve dışarıda yaşama dönüştürmeye çalışan arkadaşım Tito için Gurur Duy Sen XX.Yüzyıl (Tan Yayınları 1980) şiir yapıtı ile şiir dünyasına giren Zeynel Beksaç, tarihe tanıklığını nesnel bir yorumla, çocuksu bir duyarlılıkla dile getirirken geleceğin güzel şiirlerine de zemin hazırladığının bilincindeydi.
Zeynel Beksaçın şiirinin altyapısını oluşturan Makrodan / Mikroya ulaşan çizgide gizli ayrıntıları yani, yeryüzü sorunları ile ulusal ve yerel yansımayı coşkulu bir dille somutlaştırdığı bu yapıtın en gizemli ve önemli noktası, anadilinde ifade özgürlüğünün, kültürel haklar ve babasının bu gelişmeler karşısındaki şaire aktardığı coşkudur.
Bağımsızlık mücadelesinin verildiği, halkın aç, çıplak ve silahsız olduğu saldırgan faşist güce karşı konulamayacağı inancına karşılık bir liderin değişik ırk ve dinlerin senteziyle emperyalizme, faşizme karşı halk savaşını vermesi ve zafere ulaşması bizim için yabancı bir öykü değildir. Yeryüzü şairi Nazım Hikmetin Kuva-i Milliye destanında olduğu gibi Yugoslav halk hareketinin lideri Titonun veya şairin zafer sonrasında söylediği;
Kardeş gibi çalışın, kardeş gibi yaşayın yarınlar daha bir güzel olur. Daha bir güzel, dedi o(s.7)
Elbette o güzel liderin yaptıklarını, umudunu anlattığı dizeler bir tarihi belge olarak, gerçekleşip ancak ölümünden sonra çarpıtılan bir gerçeklik olarak kalacaktır. Şairin görevi tarihsel tanıklıktır. İşte bu yapıtta sevgili Beksaç, babasının aktardıklarıyla bize mesajını vermektedir. Sosyalizmin yüceltildiği belki de olması beklenendi. Öyle oldu.
Mutluluk mu dediniz, kardeşlik mi! Onun ülkesine gelin, her adımda bulursunuz. O mu, evet kendi dilinde, evet O kendi dilinde konuşuyor. Burada herkes kendi dilinde konuşur, yaratır. Ama tüm çabalarımız özdeş mutluluk içindir. Bizleri yaşattı, binler yaşasın, der durur babam(s.8)
Türkiye Cumhuriyeti için Atatürk İmgesi ile Yugoslavya için Tito imgesi özdeşlik kazandığı şairin dizelerinde , bir sorumluluğun yaşamsal boyutu ancak dizelere yansırsa kalıcılığı söz konusudur. Türkiyede her şey değişebilir. Ama Nazım Hikmetin Kuva-i Milliye Destanı değişmez. Tıpkı Tito için şairin yazdığı Gurur Duy Sen XX. Yüzyıl gibi şiirin üretildikten sonra, yüzyıllar da geçse değişmezliği ve gerçekliğe yaşama tanıklığı anlattığı gibi. Liderler gider, sistem değişir ama şiir üretildiği ruhla ve dile getirdiği tanıklığına hiçbir güç müdahale edemez.
20. Yüzyıla damgasını vuran halkların yarattığı büyük liderlere şairce teşekkür ve minnet söylencesidir yapıt. Ateşle, aşkla, kavgayla ve umutla.
Süreç içinde şairin olgunluğu, meyveye durması, ırmağın okyanuslara ulaşması öyküsü başlar. Unutmayalım ki, şiirin de bir üretim öyküsü vardır. Olgunlaştığı ve yaşamın renklerini ayrıştırıp ana renklere, özdeğe doğru akmak ve gitmek gibi bir serüveni vardır.
1982 yılında yayımlanan Sevginin Rengini Arıyorsanız (1982 Üsküp, Birlik Yayınları) şiir yapıtı ile sevgili Zeynel, birçok kişinin gözünden kaçan ayrıntılara im koyar.
Şair kimdir, şiir nedir... Şairin yüreğini algılamak ve misyonluğu sorgulaması sonucunda;
Yeşil ırmaklarınıza / bir açılabilseydim / içimdekini / o zaman anlardınız(s.7)
Noktasına takılır. Evet bir şairi ne kadar algılayabilirsiniz?