2

Bana Çocuklarını Anlat Amara...


  • Oluşturulma Tarihi : 25.07.2015 08:23
  • Güncelleme Tarihi :

BANA  ÇOCUKLARINI  ANLAT   AMARA …

Ümit Yaşar Işıkhan

Oyuncaklarını hayata armağan eden çocukları…

Ellerinde Dicle’nin, Kızılırmak’tan suların hayallerini…

Ağrı dağının, Gabar dağının, Torosların, Cudi’nin yüreğini

Ovaların, yaylaların bereketli ellerini taşıyan çocukları

Duvarlarında slogan kokan gölgelerin şarkılarını

Mızıka çalan büyük çocukları…

Büyük umutları, büyük insanlığın komutanlarını…

Hüzünlerini, aşklarını, kelebeklerin rengini... Kuşların kanatlarını… Böceklerin şarkısını, bulutların yağmurlarını. Anlat bana Amara... Bana özgür ve onurlu yaşamın rengini anlat... Dağlara uzanıp dinlenen marşları, çocuk şarkılarını, masallarını, umutlarını, ellerinin terini, gözlerinin derinliğini... Yüreklerinin kuş çırpınışı heyecanını anlat…

Anlat ve sus. Kendi tarihin nakkaşları yol üstündedir...

Ekmeğini ve umudunu paylaştıkça çoğalan çocuklarını… Amara… Anlat ve sus sonsuzluğun kızıl pelerinini kendi tarihine seren kuşların kanatlarını sararak…

İlk kez, duvarlarında farklı ve her daldan ülkemin rengini taşıdılar… Oradan yola çık oradan başla Amara, şarkılar ve marşların sevişmesini anlat… Bayramdı. Bayram olduğunu anlat Amara... Buluşmanın, çoğalmanın ve aynı doğum saatlerinin kardeşliğiydi, bahçenin bayramıydı o marşlar… Pencereden, avludan, dağlardan ovalara, sınır ötesine ulaşan umutlarıydı o çılgın çocukların. Anlat Amara... Top peşinde koşar gibi. Bahçeden meyve çalar gibi… Yarin gözlerine, dudaklarına dokunur gibi…

Amara, ben ordaydım… Yanı başında, avlunun en küçük ağacının dalında… Soluduğun havada, duvardaki gölgede, ufukları çınlatan  hüzünlü melodide.. Ruhunda, çocukların terinde… Umutlarında...

Avludaydım... Sestim… Renktim… Pankarttım…Şarkıydım…Gülümsemeydim o küçük dudaklarda… Pırıltıydım birbirine bakarken gözlerinde… Çocuklar… O sesin gölgesinde büyüdü çiçekler, o çocukların ayak izlerinde çizildi umutların rengi… Halaydı, horondu, zeybekti kuşanan bedenlerin el ele ve gözleriydi avuçlarda sıkılan… Yanlarındaydım… Aynı sloganın kardeşiydim... Hayata, umuda, suya ve gölgeliğe koşturanların en küçüğüydüm Amara… Görmedin!

Duvarlarında ekmeğin ve umudun kokusunu alarak dolaştılar bahçenin çiçeklerinde, gördüm… Pankartlar onların çocuk öyküleriydi… Sloganlar ninnisiydi çocukluklarından… Kurşun ve zılgıt kardeşti hayatın bu cehennem ve cennet topraklarıydı… Köyleriydi... Kentleriydi… Onlar çocuktu Amara... Onlar kanatlarını yeni fark eden ve aynada yeni terleyen bıyıklarını gizleyenlerdi… Onlar çocuktu Amara… Onlar bizim saklandığımız yanımızdan fırlayanlardı… Onlar, bizdik… Korkaklığımızı ret ederek konuşanlardı... Onlar suskunluğumuzun içinden kaçanlardı, onlar firariydi özgürlüğe ve kardeşliğe koşan… Onlar çocuktu Amara… Onlar bizdik… Bizim sakladığımız yanımızdı aslında… Yıllardır birbirini görmeyen kardeşlerdik… Aynı suyun kaynağı, aynı ağacın gölgesiydik… Tarihin ve zulmün cebbarlarına başkaldıranlardık… Açtık, susuzduk, sütsüz ve oyuncaksız büyüyenlerdik... Babasız, annesiz ve yar sıcaklığından mahrum edilenlerdik… Ceplerinde topaçlarıyla, sapanlarıyla ve bezden toplarıyla aynı kalenin oyuncuları ve aynı şarkının sözleriydik... Onlar çocuktu Amara... Küçücük yüreklerinde koca bir dünya saklayanlardı Amara… Geldiler... Kucaklaşarak, sevişerek, susarak ve gülümseyerek geçen yolların tepelerine umutlarını ekleyerek.

Amara… Çocuklar!... Çocuklarım…

Geldiler… Kafileler halinde Diyarbakır işkence hanelerinde sesleri boğulan babalarının fotoğrafını ön ceplerinde taşıyarak… Zılgıttan, ağıttan başka kendini ifade edemeyen annelerinin çığlığı ile geldiler… Köylerinin kıraç taşlarından esmerleşen sıcaklıklarıyla geldiler… Harran’ın, Botan’ın, Mezopotamya’nın ovalarından kavrulmuş esmer gözleriyle, sıkılı kalan yumruğun avuç içi beyazlığıyla geldiler… Kuzeyden, batıdan ve hayatın bütün ırmaklarından… Tepelerinde umudu taşıyan turna kuşların izinde, kekliklerin hüznünde, güllerin adını bile yasaklayan bir sayfanın son dizesinden geldiler… Kentlerin varoşundan, denizin çakılından, işkencenin narasından, içlerine gömdükleri gözyaşlarının aşka duruşundan geldiler...

Geldiler... Bayram sabahı… Bayram kucaklaşması ve kardeşlik sofralarında oyuncaklarını masaların üzerine bırakarak,  çocuk bahçelerine gittiler. Oyun topluyorlardı, umut ve anıları taşıyacak aşkların bir kıyısından tuğlaya dönüşerek…

Onlar çocuktu Amara… Onlar umuttu...Onlar oyuncak…Şarkı ve kardeştiler..

Tanrım! Sen yoktun…

Tanrım, meleklerin derin ve beyaz bir uykudaydı...

Zebaniler bastılar oyun bahçesini… Oyuncakları öldürdüler, çocukları… Çiçekleri… Kuşları… Umudun renklerini, şarkıları, sütü öldürdüler… Suyu, ekmeği, babaları, anneleri ağaçları, gölgeleri, aşkları... Aşklarımızı... Çocukları... Çocuklarımızı… Güneşi… Aydınlığı… Hayatı… Sonsuz denizlere açılan teknenin yelkenini, cehennemde rüzgarın serinliğini, denizin maviliğini, toprağın kokusunu, ekmeğin tandırını yok ettiler…

Çocuklarını öldürdüler. Beni öldürdüler…

Artık paramparçasın Amara.

Artık hayatın  32. Ayetine mahkumsun  Amara.

Artık çocukların göç ettiler. Uzun bir yolculuktan taşıyıp getirdikleri renkli ve müzik çalan oyuncaklarını bıraktılar bahçene... Ellerinin terini bıraktılar... Sloganlarını…Zılgıtlarını...İnanç ve direnişlerini, pankartlarını bıraktılar, toprak rengi kaderinin duvarına asarak…Flamalarını ve umutlarını bıraktılar, kimsesiz kardeşlerine… Mızıka çalarak geçtiler Amara… Bu cennet bu cehennem ülkenin can damarından…  

Artık sen o çocukların annesisin Amara…

Hep aynı yaşta ve hep aynı yumuşak elleriyle…

Ört üstlerini, uyurken üşür onlar… Ninniler söyle sabaha karşı, ovanın ishak kuşuna, Yusuf peygamberini çağırarak. Bütün renklerini topla yeryüzünün, dağıt rüyalarına… Saçlarını okşa arada sırada anne sıcaklığında… Sevgilinin mahcup öpücüklerini de dağıt  uyandıklarında…Süt ver...Ekmek...Tandır kokusu ve  hayatın  en soylu sayfalarından  destanları  anlat onlara…

Anlat Amara…Onlara onları anlat, Amara…

Bana Çocuklarını Anlat Amara...
Ümit Yaşar Işıkhan
Yazarımız Kim ?

Ümit Yaşar Işıkhan