Sayfa Yükleniyor...
BANA ÇOCUKLARINI ANLAT AMARA
Ümit Yaşar Işıkhan
Oyuncaklarını hayata armağan eden çocukları
Ellerinde Diclenin, Kızılırmaktan suların hayallerini
Ağrı dağının, Gabar dağının, Torosların, Cudinin yüreğini
Ovaların, yaylaların bereketli ellerini taşıyan çocukları
Duvarlarında slogan kokan gölgelerin şarkılarını
Mızıka çalan büyük çocukları
Büyük umutları, büyük insanlığın komutanlarını
Hüzünlerini, aşklarını, kelebeklerin rengini... Kuşların kanatlarını Böceklerin şarkısını, bulutların yağmurlarını. Anlat bana Amara... Bana özgür ve onurlu yaşamın rengini anlat... Dağlara uzanıp dinlenen marşları, çocuk şarkılarını, masallarını, umutlarını, ellerinin terini, gözlerinin derinliğini... Yüreklerinin kuş çırpınışı heyecanını anlat
Anlat ve sus. Kendi tarihin nakkaşları yol üstündedir...
Ekmeğini ve umudunu paylaştıkça çoğalan çocuklarını Amara Anlat ve sus sonsuzluğun kızıl pelerinini kendi tarihine seren kuşların kanatlarını sararak
İlk kez, duvarlarında farklı ve her daldan ülkemin rengini taşıdılar Oradan yola çık oradan başla Amara, şarkılar ve marşların sevişmesini anlat Bayramdı. Bayram olduğunu anlat Amara... Buluşmanın, çoğalmanın ve aynı doğum saatlerinin kardeşliğiydi, bahçenin bayramıydı o marşlar Pencereden, avludan, dağlardan ovalara, sınır ötesine ulaşan umutlarıydı o çılgın çocukların. Anlat Amara... Top peşinde koşar gibi. Bahçeden meyve çalar gibi Yarin gözlerine, dudaklarına dokunur gibi
Amara, ben ordaydım Yanı başında, avlunun en küçük ağacının dalında Soluduğun havada, duvardaki gölgede, ufukları çınlatan hüzünlü melodide.. Ruhunda, çocukların terinde Umutlarında...
Avludaydım... Sestim Renktim Pankarttım Şarkıydım Gülümsemeydim o küçük dudaklarda Pırıltıydım birbirine bakarken gözlerinde Çocuklar O sesin gölgesinde büyüdü çiçekler, o çocukların ayak izlerinde çizildi umutların rengi Halaydı, horondu, zeybekti kuşanan bedenlerin el ele ve gözleriydi avuçlarda sıkılan Yanlarındaydım Aynı sloganın kardeşiydim... Hayata, umuda, suya ve gölgeliğe koşturanların en küçüğüydüm Amara Görmedin!
Duvarlarında ekmeğin ve umudun kokusunu alarak dolaştılar bahçenin çiçeklerinde, gördüm Pankartlar onların çocuk öyküleriydi Sloganlar ninnisiydi çocukluklarından Kurşun ve zılgıt kardeşti hayatın bu cehennem ve cennet topraklarıydı Köyleriydi... Kentleriydi Onlar çocuktu Amara... Onlar kanatlarını yeni fark eden ve aynada yeni terleyen bıyıklarını gizleyenlerdi Onlar çocuktu Amara Onlar bizim saklandığımız yanımızdan fırlayanlardı Onlar, bizdik Korkaklığımızı ret ederek konuşanlardı... Onlar suskunluğumuzun içinden kaçanlardı, onlar firariydi özgürlüğe ve kardeşliğe koşan Onlar çocuktu Amara Onlar bizdik Bizim sakladığımız yanımızdı aslında Yıllardır birbirini görmeyen kardeşlerdik Aynı suyun kaynağı, aynı ağacın gölgesiydik Tarihin ve zulmün cebbarlarına başkaldıranlardık Açtık, susuzduk, sütsüz ve oyuncaksız büyüyenlerdik... Babasız, annesiz ve yar sıcaklığından mahrum edilenlerdik Ceplerinde topaçlarıyla, sapanlarıyla ve bezden toplarıyla aynı kalenin oyuncuları ve aynı şarkının sözleriydik... Onlar çocuktu Amara... Küçücük yüreklerinde koca bir dünya saklayanlardı Amara Geldiler... Kucaklaşarak, sevişerek, susarak ve gülümseyerek geçen yolların tepelerine umutlarını ekleyerek.
Amara Çocuklar!... Çocuklarım
Geldiler Kafileler halinde Diyarbakır işkence hanelerinde sesleri boğulan babalarının fotoğrafını ön ceplerinde taşıyarak Zılgıttan, ağıttan başka kendini ifade edemeyen annelerinin çığlığı ile geldiler Köylerinin kıraç taşlarından esmerleşen sıcaklıklarıyla geldiler Harranın, Botanın, Mezopotamyanın ovalarından kavrulmuş esmer gözleriyle, sıkılı kalan yumruğun avuç içi beyazlığıyla geldiler Kuzeyden, batıdan ve hayatın bütün ırmaklarından Tepelerinde umudu taşıyan turna kuşların izinde, kekliklerin hüznünde, güllerin adını bile yasaklayan bir sayfanın son dizesinden geldiler Kentlerin varoşundan, denizin çakılından, işkencenin narasından, içlerine gömdükleri gözyaşlarının aşka duruşundan geldiler...
Geldiler... Bayram sabahı Bayram kucaklaşması ve kardeşlik sofralarında oyuncaklarını masaların üzerine bırakarak, çocuk bahçelerine gittiler. Oyun topluyorlardı, umut ve anıları taşıyacak aşkların bir kıyısından tuğlaya dönüşerek
Onlar çocuktu Amara Onlar umuttu...Onlar oyuncak Şarkı ve kardeştiler..
Tanrım! Sen yoktun
Tanrım, meleklerin derin ve beyaz bir uykudaydı...
Zebaniler bastılar oyun bahçesini Oyuncakları öldürdüler, çocukları Çiçekleri Kuşları Umudun renklerini, şarkıları, sütü öldürdüler Suyu, ekmeği, babaları, anneleri ağaçları, gölgeleri, aşkları... Aşklarımızı... Çocukları... Çocuklarımızı Güneşi Aydınlığı Hayatı Sonsuz denizlere açılan teknenin yelkenini, cehennemde rüzgarın serinliğini, denizin maviliğini, toprağın kokusunu, ekmeğin tandırını yok ettiler
Çocuklarını öldürdüler. Beni öldürdüler
Artık paramparçasın Amara.
Artık hayatın 32. Ayetine mahkumsun Amara.
Artık çocukların göç ettiler. Uzun bir yolculuktan taşıyıp getirdikleri renkli ve müzik çalan oyuncaklarını bıraktılar bahçene... Ellerinin terini bıraktılar... Sloganlarını Zılgıtlarını...İnanç ve direnişlerini, pankartlarını bıraktılar, toprak rengi kaderinin duvarına asarak Flamalarını ve umutlarını bıraktılar, kimsesiz kardeşlerine Mızıka çalarak geçtiler Amara Bu cennet bu cehennem ülkenin can damarından
Artık sen o çocukların annesisin Amara
Hep aynı yaşta ve hep aynı yumuşak elleriyle
Ört üstlerini, uyurken üşür onlar Ninniler söyle sabaha karşı, ovanın ishak kuşuna, Yusuf peygamberini çağırarak. Bütün renklerini topla yeryüzünün, dağıt rüyalarına Saçlarını okşa arada sırada anne sıcaklığında Sevgilinin mahcup öpücüklerini de dağıt uyandıklarında Süt ver...Ekmek...Tandır kokusu ve hayatın en soylu sayfalarından destanları anlat onlara
Anlat Amara Onlara onları anlat, Amara