Sayfa Yükleniyor...
Hayatın çıplak saatler diliminde dolaştığı ve biz hem pire hem berber iken, hayatımıza giren ve bizim bütün formatımızı belki de ilk defa bir dış müdahale ile kişiliğimizi, yürüyüşümüzü ve ideolojik yapılanmamızı değiştiren adam
Muhammed Ali Clay
Nerden çıktı bu adam, kimdi ve niçin sabahın son karanlığına ringe çıktığını, anlamadan, akşamdan mahalle çocukları ile anlaşır erkenden yatarken hem saati hem de evdekileri kuruyorduk.
İşçilerin vardiya şafağı. Gün karanlıktan laciverde geçerken yankı yapan ayak sesleri ile mutsuz ve uykusuz insanların arkasından biz, komşu çocuğumuz, çok sevdiğim arkadaşım Mehmet Demirci ile 963 sokaktan aşağıya, şelalenin en hızlı aktığı suların çoğaldığı insan akıntısının başında duran kahveye girer yer kapmaya çalışırdık.
Her işin bir adabı vardı. Kahveye gitmenin bile bir saati ve tavsiye edeni veya taşıyanı vardı. O konuda bize kanat geren Mehmet dostumun, kardeşimin o saatlerde Simav Birlikte görevli babası, işe giderken önce camiye uğrar, namazını kılar ve işe öyle giderdi. Muhammed Ali Clayın da mahallemizde konuk olacağı zaman onun eşliğinde camiye gider, ondan sonra kahve kapısında ayrılır ve kocaman adamlar arasında sandalyemize kurulurduk.
Ben namaz kılmayı bilmiyordum. Mehmet kardeşim de zorunlu olarak birkaç dua ile eğilip kalkma, oturma ritüellerini ezberlemiş önümde durarak beni de kurtarıyordu. Muhammed Alinin maçına gideceksen önce dua etmeliydin. O dünya şampiyonuydu. O zenciydi ve en önemlisi Müslümandı.
Biz kendi şaşkınlığımız ve bilgisizliğimiz içinde yalnızca büyüklerimizin kendi aralarında çok konuştuğu bu adamı görmek için kalkıyorduk. 1970li yılların başı... Mahallede hiç kimsede televizyon yok. Bu nedenle o mahallenin sakinleri Dönertaşın karşısındaki kahveye tıklım tıklım dolar siyah beyaz televizyonun yayın saatini beklerdi. Bekliyorduk da. Hiç kimseden itiraz gelmezdi. Herkes anlaşmış gibi şıngır mıngır çayını karıştırıp sigarasını tüttürürken televizyon açılır, önce istiklal marşı ve herkes ayakta birbirine bakmadan dinler ve sonra çocuklar gibi masalarına oturup heyecanla gidip gelen görüntünün netleşmesini beklerdi.
Hem zenci hem Müslüman hem de Amerikalıydı Olacak iş değildi. Biz çocuklar, yeni ve kulaktan dolma solcu ayaklarında mazlum halkların en garibi ve dışlanmışı olarak zencileri ve Amerikan yerlilerini bilirdik. Amerika katil bir ülke. Beyazlar bütün yerlileri kesip kadınlarını köle olarak kullanmışlar, sonra Afrikadan insan ticareti köleler Kamçılar, kırbaçlar, aç bırakmalar, hayvan ve insan haklarının olmadığı ama bütün dünya ülkelerinin faşist yöneticilerini besleyerek, destekleyerek katliamlar yapan bir ülkede zenci bir adam çıkıyor ve gavur beyazları dövüyordu. Hem Müslüman hem de zenciydi. Olacak iş değildi
Peki bize ne! Neden bütün ülke seferberlik ilan etmiş gibi herkes bu boks maçını seyredebilmek için erkenden, daha kargalar yokunu yemeden yollara düşüyor, zırt pırt kesilen televizyon yayınlarını izlemeye geliyor! Yer yok, ayakta omuz omuza hayalet gibi silik görüntülerin içine giriyor Her yumruk sallayışında izleyicilerin de yüzü yumruk yemiş gibi çarpılıyor. Sesli dualar okuyan insanların açık elleri birden yumruğa dönüşüyordu
Ve hep kazanmış gibi yara bere içinde kahveden çıkar, başımız dimdik evlerimize yarım kalan sıcaklığında yatağımıza geri dönerdik.
Bir dönem, bir kuşağı etkileyen Muhammed Ali Clay bir aktivistti. İnsan hakları talepleri ile, eşit ve özgürlük talepleri ile Amerika da başlayan zencilere özgürlük, eşitlik ve adalet talepleriyle Malcolm X hareketinin yumruğuydu. Vietnam savaşına katılmayı ret ederek vicdanı retçilerin sesi ve lideri oldu. Doğruydu ve haklıydı. Bastırılmış öfkenin ringlere yansıması ve kazanması salt kendine değil bütün dünya mazlumlarının istemi ve ifadesiydi.
Çocukluğumuzun kulaktan dolma solculuğuna bütün bunları da ekleyerek, biz de kendi ülkemizdeki beyaz zencilerin haklarını savunmaya başladık. Hatta savunmak yetmiyordu, boks dersleri alıp onun gibi ringlerde beyazları dövmeliydik. Önümüzde idol olarak bir kahraman vardı. Muhammed Ali Clay.
Kapı komşum Simavlı kardeşim Mehmet Demirci, kendini kitaplara ve judoya verdi. Ben de Boksa. Muhammed Ali gibi olmalıydık. Solcu olmak, mazlum halkların sesi olmak kolay değildi. Öğretmenim Eşrefpaşada pasta fırını olan rahmetli Ali Melek. Kırık burnunu gösterip gelecek kroşelerin nasıl savrulması gerektiğini gösterdikçe yediğim küçük yumruklardan, küçük kafamı kocaman hissediyordum. Azimliydim. Ben de Muhammed Ali Clay gibi susturulmuş halkların yumruğu olacaktım. Her şeyin bedeli vardı. Bu işin de karşılığı dayak yemekti. Piştik elhamdülillah.
Fare yavrularına ağlayan, aşk şiirleri yazan, romantik süklüm salak ben ringlerde dayak yiyerek maç kazanıyordum. Hep savunmada kalıp arada sırada bir yumruk sallamak yetiyordu. Muhammed Ali Clay gibi dans ediyorum ringlerde. Sürekli kaçtığım için dans etmeyi iyi bilmem gerekiyordu. Şişmiş gözlerimle; sonradan hangi sol örgüt tarafından öldürüldüğünü bilmediğim hocam, ağabeyim Ali Meleki izler, verdiği taktikleri uygulayarak maçı alıyordum. En son Namık Kemal Lisesinden rakibimi devirince amelelerden oluşan Çınarlı Meslek Lisesinden okul arkadaşlarım beni omuzlarına aldılar. Koskoca okulda üç kız arkadaşımız vardı. Ama Namık Kemal Lisesinde üç erkek öğrenci vardı. Bu nedenle öfkeliydik. Bu nedenle burjuva çocuklarına gıcıktık.
Zaman bir tesbih tanesinden düştü. Muhammed Ali Clay modelimiz olarak onurla kavgasını sürdürdü. Bütün mazlum halkların direniş peygamberi oldu. Biz de süklüm püklüm yenilmiş orduların son neferi olarak sol cenahın penceresinde, kim yan bakıyor gazeteciler cemiyetinin üyesi olmadan, kenarda aşklarını yazan yaşlı bir boksör ve yazar olduk. Bugün toprağa veriliyor o yoksul ve mazlum halkların yumruğu Kavgasını yoldaşlarına bırakarak. Yıldızlar yoldaşı olsun Muhammed Alinin Bizim de.