Sayfa Yükleniyor...
Melekler aldatıldı.
Çünkü, hayatın bellek süzgecinden taşarak kayda geçirilmesi, hesapta yoktu.
Sonbahar Gelin gibi tüllere sarılan güneşin belirsiz sıcaklığından kaçarak dallara konan kuşların melodisi hızla değişiyordu. Ağustos böceklerinin arkasında kalan hüzünlü boşluğu mutlaka bir yaprağın sallanarak düşüşü ile havada oluşan titreşimler dolduracaktı. Ancak özel algısı olan insanların duyabileceği bu çılgın senfoniyi günlere dağıtmak bu mevsimin sarıya olan tutkusu ile mümkündü. Deniz, aylardır taşıdığı terli bedenlerin bıraktığı umutları, balıklarla paylaşarak uzak kıyılara taşıyordu. Taşınan aslında hayatın bir kesiti ve bizim ömrümüzün bir daha gelmeyecek olan anlarıydı. An Hayatın noktada saklanan sonsuzluğuydu. Devirdiğimiz takvim sayfalarında yerleşen renkler bir daha geri gelmeyecek tadları da saklıyordu.
Oysa zamanı durdurmak ve bir nokta gibi sonsuza taşımak mümkündü. İşte bu basamaklardan geçen insanoğlunun bıraktığı izler, sonsuza kadar taşınabilecek enerjiyi saklayan sözcük diziminden ibaretti. Uzun bir öyküydü hayat.Yazıcılar doğmamıştı. Ama herşey, bir çığlığın kayda geçmesine, yere düşmesine bağlıydı Ses Şaşkın insan bakışları birden dondu. Sesin kutsallığını kavrayan insan şaşkındı. Ses Dağıldı O sesin peşinden gittiler.
Sesin sözcüğe dönüştüğü zaman diliminde insanın kendini ifade etmesi, ellerini kullanması, ilk adımları kadar önemliydi. Hayatın kayıt altına alınması ve sorgulanmasıyla başlayan bu süreç, ilk sözcüklerin simgeye dönüşmesiyle başlarken lapa lapa yağan karın serinliği ve tertemiz beyazlığı içinde silinmeyen izleri de tarihe taşıyordu. Simgelerin buluştuğu ilk papirüsün lahitlerden farkı o günün anlamını saklaması ve kolay taşınmasıydı... belki de bize öyle geliyordu... Yazılan ve saklanan her sözcük o günün gizeminden günlük hayata bir tanık olarak geleceğe dönük bir belge olarak varoluşunu insanlık tarihine bırakıyordu.
Kimdi ilk sesi sözcüğe, sözcüğü simgeye, simgeyi yazıya çeviren insan?
Günlük olarak yazılan bu metinleri rüzgar sakladı, toprak sakladı, ben sakladım.
Ve mutlak mevsim yine şimdiki gibi sonbahardı Ve mutlaka Babil Diclenin kıyısında yükselen yedi katlı şehir. Zagguratların en tepesinde oturan Tanrı Marduk, som altından yatak odasında talimatlar yağdırıyordu tablet yazıcılarına Tarihe im koymak, zamanı değildi. Kaygıları da yoktu.
Ama gün anlamlıydı.Gün kayda geçmeliydi.
Tarih kazıyıcıları; Mezopotamya da Hammurabi'nin ilk yasa metinlerinin önce günlük notlarla hazırlandığı ve ünlü yasa metinlerinin günlükler toplamı olduğu ,Babil'de tarihin ilk Günlüklerinin yazılmış olduğunu söyleye dursun (Bağdat Arkeoloji Müzesi), Romalılar döneminde savaş verilerinin günlük olarak kayıt altına alınmış olması, günlük tutmanın tarihçesi açısından önemliydi Tanrı kralların M.Ö başlayan günlük tutanakların, hesapların, talimat veya kararların edebi bir niteliğinden çok tarihsel önemi insanın gelişim sürecindeki tanıkları oldu. Tek tanrılı dinlerde insanın uyması gereken kuralların toplu bir yapıt olarak değil de günlük ve ihtiyaca veya sorunlara göre, dağa çıktıkça, günlük olarak tebliğ edilmiş olması, edebi bir bütünlüğe dönüşen Günlüklerin içinde yer alan ifadelerin ne kadar önemli olduğunu da göstermesi açısından önemliydi
Zaman kanatlı atların tepesinde soluklanmadan uçuyordu. Çağdaş dünyada günlükler; bir edebiyat türü olarak tanrısal özelliğini yitirdi. Artık yazıcıların-sanatçıların anlık duyarlılığı ile içsel ve dışsal etki-tepki yorum, eleştiri ve değerlendirmeleriyle hayatımıza katıldı. Mevsim soğuk pelerinini hazırlamaya doğru uykuya daldı. Başlayan sessizliğin içinde hayata pencere açan doğa bilimci, gezgin yazar Ali Tiyar Gökün 2007-2010 tarihlerinde Datça da yazdığı günlüklerin yer aldığı Acısı Damıtılmış Günlükler yapıtı; yaşadıkları, tanık olduğu, birey-toplum ve doğa üçlemesindeki önemli ayrıntıları paylaşırken farkında olmadan bizi de bu sürecin tanığı haline getiriyor. Ali Tiyar ile hüzünlenip, Ali Tiyar ile sevinçle bir papatyanın yapraklarına konan arıların bacaklarındaki polenin tadını almak için davet ediyor Tarihsel ve doğa zenginliğiyle ülkemizin bakir kalmış en son yarımadası Datça da geçen hayatın, bulguların, doğa ve tarihsel zenginliğin anılarla süslenmesi ve yaşadığı zaman dilimindeki toplumsal olaylarla duygularını dile getirmesi, söylemini Türk ve dünya sanatçılarının duygularıyla pekiştirip sonsuz bir renk harmanlaması içinde yüreğimizi de çoğaltıyor..
Daha önce Kırda Bayırda Gezginin Cep Kitabı ile bir doğa simyacısı edasıyla bugüne kadar bilinmeyen şifalı bitkilerin dökümünü detaylı bir şekilde hazırlayıp sunmuş olması bu alanda çaba harcayan birçok araştırmacı-gezgin yazarlardan farklılığını da ortaya koymaktadır.
Özellikle edebiyat dünyasında bilinen birçok yazarın kedilerine olan tutku, Ali Tiyar Gök'te de görülmesi beni şaşırtmadı.Alexandre Dumas'ın 1. ve 2.Mysouff'u, Halid Ziya Uşaklıgil'in Tosun'u, Refik Halit Karay'ın Zeynep'i, Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Sarı, Nazlı ve Fındık isimli kedileri ile Edgar Allen Poe'nin kara kedisi gibi, Datça da küçük bahçeli evinde yoldaşı, arkadaşı, çocuğu kadar sevdiği, Saşa, Tarçın, Carlos, Kayısı, kekik isimli kedileri önemseyip hayatını paylaşması ve günlüklerinde özel bir yer vermesi bir doğa ve hayvan sever olarak beni de şaşırtmadı
Tiyar'ın özellikle modern İspanyol şiirinin babası, ünlü Endülüslü şair, F.G.Lorca gibi kendisinden sonraki önemli ozanları da etkileyen Juan Ramon Jimenez gibi doğaya olan tutkusunu ve büyüsel yönünü keşfederken naifçe paylaşması, buz tutmuş ırmakların derinden ve sakin akan berrak suları gibi şiirsel bir dille hayatını, acılarını, coşkularını paylaşması, okuyucuyu bulunduğu ortamdan alıp sisli dağlara, dağların arkasındaki gizli bahçelere taşıması övgüye değer. Yazarın, çocukluğundan beri aşık olduğu kuşları anlatırken; göç eden kırlangıçların arkalarına dönüp bakmalarındaki hüznü, serçelerin genç aşıklar, yaramaz çocuklar gibi telaşını anlatırken yoksul halkların devrimci şairi Pablo Neruda'nın Kuşlar Sanatındaki gibi şair kuşlara veda ediyor Günlükten öte ülkemizin sosyolojik-politik tarihini de sanatçı duyarlılığıyla buluşturup gelecek kuşaklara tarihsel tanıklığını da sunuyor.
Günlükler arasında; Kioto tapınağında resim yapan çocuklar, Sartre, Balthaus, Y.Seferis, Leyla Gencer, Marıa Callas,Yoyo Ma, Ahmet Altan, Elif Şafak, Erendiz Atasü, Esra Yalazan, Aragon, Halikarnas Balıkçısı, Ezra Erhat, Atila İlhan, Mozart. Doğa, ışık, çocuk dizeleri ile bütün insanlık tarihini, saflığını, zamansızlığın boyutlarında bize duyuran F.H.Dağlarca, Beckett ve en önemlisi Dağlar Kartalı annesi ile sevgilisi Yasemin ve kızı İdil'e olan aşkını uzun soluklu bir öykünün kısa ama uzun bir zaman diliminde bizimle paylaşmaktadır. Yazarın tanık olduğu hayatın çıkmazlarını ve acılarını da gelecek kuşaklara aktarmak gibi görevleri vardır. Nesnel yaklaşmak zorunluluğuyla; Şarapnel parçasıyla öldürülen Ceylan'ın, Dersim Katlimanı'nın, Ermeni Tehciri'nin, vesayet altındaki katillerin, zulmün ve direnen mazlumların da hüznünü tarihe not düşmektedir.
Acısı Damıtılmış Günlüklerde; doğa, hayat, aşk, hüzün, ayrılık, eleştiri ve hepimizin yüreğini uzaklara taşıyacak bir şiir vardır. Bizimle paylaştığı için teşekkürler, ellerine sağlık sevgili Ali Tiyar Gök.