Sayfa Yükleniyor...
Sabahın alaca karanlığından bir hayalet gibi geçen kuşların kanatlarını, ancak o gecenin uzun saatlerinde derin bir yolculuktan geçenler görür. Ve kendilerine söyledikleri şarkıların, yine kendileri gibi kendilerini bilen ermişlerin duyduğunu bilerek süzülüp düşerler, aydınlığın çizgilerine... Hayat dediğimiz bu çizgi toplamlarını kucaklayarak güneşin sofrasına dizen ve yalnızca kendilerinin bildiği sırrı yine kendilerine saklamayan dervişlerin sakin bakışları yorulmadan sesi arar
Artık uyanmak zamanıdır
Ses Ses Sesin Tanrıya ait bir anahtar olduğunu bilerek, pencereye yaklaşıp, perdesini yeni çeken güle bakarlar. Gül yalnızca gül değildir. Onu bilerek bakarlar derinliğin renklerine Ve susarlar. Ve bilirler ki çiçekler Tanrının insanoğluna sunduğu güzel armağanlardan yalnızca bir sesin renklere bürünmüş halidir.. Uykudan uyanan dervişlerin arkasından akşama kadar hayatı kucaklayacak ve dünya âlemi gezip gelecek ve tekrar dervişin kaşları arasında huşu ile yatacak sözlerden birkaçı aydınlığa dönüşür.
Yolculuk başlamıştır artık.
Kuşlar ve dervişler hayatın en uzun kanatlarını takarak Semaya bakarlar. Yüzlerini ve kanatları arasında sıkışıp kalan anılarını serinleterek geçerken çocuklar uyanır.
Artık çocuk olmak gerekir.
Veya yol
Aslında yol; insanın içindeki en ince ve en uzun bir yolculuğun başında dinlenirken buhurlar arasından sizi sarmalayan kokunun peşinden gitmektir Orta yerinde, saatlerin orta yerinde duyulan kanat sesleri, sabaha ulaşacak ulvi bir aşkın hafif rüzgârını da saçlarına alarak süzülürler hayatın içine.
Artık günah saatleri başlamıştır.
Şiirin ve masalın kardeş olduğu duvarların dışında hayat kendi eksikliğini uzun boylu bir ata bindirip gözleri kapalı insanlara sunarken, bir başka mekânda aşk, şiir içinde vuslata ermektedir.
Derviş geldi. Derin bir kitabın içine girerek tütsüleri yaktı.
Günışığı, kiremitleriyle yüzünü örten kalın duvarlı bir evin içine girmeye çalışırken, yüzyılların dileklerini kendi renklerinde saklayarak ruhani bir kokuya dönüşen odaya düşer. Odanın loş bir köşesinde kendi benliğinde bütün dünyayı ve hayatı barındıran ve uzun bir yolculuğun, ney sesiyle ruhun gül bahçesini sulayan ermiş, usulca yüreğini açıp okudu. Derviş kutsal kitabın içindeydi. Sesi ve buhurlar arasında dolaşan ilahi renkleri ve kokuları okudu. Ellerini açıp Semaya doğru yürürken gözlerini kapatıp yanındaki dervişe dokundu. İki derviş ilahi bir sesin peşinden koşarak loş bir hayatın sayfasında dönmeye başladılar Gökyüzüne, yıldızlara, evrene, kozmik ışınların göründüğü ufuklara doğru kanatlarını birbirine değdirmeden ve yakmadan döndüler.
Mevlana ve Şems ve ses ve renkler ve bütün kokular ordaydı.
Artık güneş doğabilirdi. Gecenin karanlık büyüsünü aydınlığa taşıyan pervanelerin kanatları yangındaydı. Elleri birbirinin elleri dışında hayatın bütün ağırlığını taşıyan yerdeydi. Yüreklerindeydi Gönül verdikleri aşkın fırlattığı, yeni bir göktaşının aşka ulaşan yolculuğuydu aslında. Yol, en derin anlamıyla sesin ve renklerin ve kanatların ulaştığı Tanrıydı. Yolculuk, en çıplak haliyle ruhun kanatlarını bulması ve ateşin içinde yeniden sönmüş ateşin şekillendirdiği tüyden hafif yürümekti, dönmekti, ermekti.
Vuslata ermekti, bütün bu yakmayan ateşin aydınlığında, şiire dize olmaktı
Dize şiir bildi, şiir kâinattaki ışıkların ruhunda erimekti.
Güneş doğdu. Gün aydınlandı ve günahlar dağıtılmak üzere düştü yollara. Bir dervişe ve derin bir yolculuğa çıkan kuşların kanatlarına çarpmadan.
Kanatsızlar günahı bekliyordu
İşte bizi bu anlamlı ruhsal derinliğe, yolculuğa çıkaran sevgili dostum, hocam, Melahat Ürkmezin kendi ruhsal yolculuğunda oluşturduğu, suladığı ve bizimle paylaştığı Diyar-ı Aşk- İlahi ulak Şems-i Tebrizi, Gönül Bahçesinde Mevlana, Aşkın Kâtibi, Mevlanada aşk -Sırrı ve Nihai bütünleşme, Şems-i Tebrizi, gibi eserleri ile bizi o sonsuz âleme davet ettiği için teşekkür ediyorum.
Aslında yol ordaydı, ses ordaydı, koku ordaydı, sema ve kanatlar da ordaydı. Sevgili Ürkmez, yalnızca var olan bu değerleri kendi ışığıyla aydınlattı. Yolunu görünür kıldı. Anadolumuzun bu kadim kültürüne ulaşmanın yolunda, aşkın kapısını aralarken, içerden sızan ışığı bizimle paylaştı.
Bir anlamda, ben yazarı yalnızca yol gösterici ve yolu aydınlatıcısı olarak görüyorum. Onun görevi de; dünya karanlığının arttığı bir çağda gönle ve vuslata açılan yolda fener olmak, mum olmak kanat olmak, erimek, insanı ve insanlığı kendi içsel zenginliğine davet ederek, kendi iç dinamiklerine ulaşmasının da kapısını aralamaktır. Vicdanının sesini dinleterek kendine dönmesini sağlamaktır. İşte orda başlayacak olan yolculuğun yolcuları çoğaldıkça çağımızın vebası olan hırsı, maddeye tapınma ve kazanmak adına savaşlar ve katliamların sonu gelecektir.
İşte bu aşamada değerli araştırmacı yazar Melahat Ürkmez hocamı bu yolun ışık pervanesi, kanatları tüyden hafif ama yükü ağır bir yolculuğun fenercisi olarak, verdiği eserler ve daha da vereceği eserler için kutluyorum. Yolu, yolumuz olsun!