Sayfa Yükleniyor...
Büyük insanlık mitingiyle Selahattin Demirtaş İzmir Gündoğdu meydanındaydı..
Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
trende üçüncü mevki
şosede yaya
büyük insanlık.
Gündoğdu Meydanına akın eden binlerce insan... Seyyar satıcılar; sucular, yeşil nohut satanlar Bayrak, flama, şapka ve kokart satanlar Gevrekçiler, çaycılar tatlı bir telaşın içinde akıp geçen yoksul insanlar hepsi ortak bir paydanın sayfasında, aynı kaderi yaşamanın ve belki de aynı kaderi değiştirmenin hüzün ve sevincini yollara, uzun yollara serperek koşturuyorlar...
İşsizler, umutsuzlar, yoksullar, hayatları işkence ile başlayıp hücrede bitenler, ekmeğin peşinde umutsuzca koşturup aslanı- çiğneyenler, ellerinde bahar renklerinde flamaları ile koşturuyorlar... Umutla, dirençle ve birbirlerine gülümseyerek ve birbirlerinin kaderine dokunarak geçiyorlar tarihin kanlı sayfalarından...
Bunlar Nazım babanın büyük insanlığı... Yurtlarından, dağlarından, gölgesinde hayaller kurdukları ağaçların filizinden, ekmeğin sıcaklığından, yarin umutlu bakışlarından kovulanlar... Günübirlik iş bulduğunda içten içe sevinip yüreğini içine gömenler, yerde bulduğu bir parça ekmeği öpüp alnına koyanlar, lokmasını kendi gibi yoksullarla paylaşanlar... Aç, yoksul, işsiz ve umutsuzca inşaatları sırtlarında yükseltenler... Soylulara saray yapanlar, rüşvetçi zabıtaya ekmeğini kaptıranlar, işportacılar, gevrekçiler, hamallar ve hayatın bütün renklerini arayanlar... Koşturuyorlar...
Büyük insanlık sekizinde işe gider
yirmisinde evlenir
kırkında ölür
büyük insanlık.
Büyük insanlık Nazımın büyük insanları... Ana dilinde konuştuğu için hor görülen, işkence edilen, en ağır işlerde çalışan, geleceksiz hayatın denizindeki tayfa, askerde kıro, yollarda kazma, suskunlukta kürek, paylaşımda karınca, yaşamda adı bile geçmeyen sistem zayiatı mahlukat, esmer ve daha da kötüsü bu ülkenin zencisi insanlar... Koşturuyorlar... Alanlara... İsyana çağıran bir rüzgarın atlarını yüreklerinden dışarı çıkarıp hep birlikte toprak kokusuna, hayat ve özgürlüğe, adam sayıldıkları çığlığa koşuyorlar
Kadınlar bol ve renkli; çiçekli desenlerde katlanmış aşkların suskunluğunu saklayan giysilerine tülbent çekmiş, zılgıt içinde gözleri... Ellerinde ve çenelerinde sıkılmış ruhların ve hayallerin yeşil dövmelerinde kendi umutlarına koşan ceylanların peşinden gidiyorlar... Ellerinde çocuk arabaları, ellerinde ekmek arabaları, ellerinde umudun son tekerleğini hayata armağan ederek koşturuyorlar...
Çocuklar bayram yerinde... İlk defa devletin hırsızları ve zabıtaları olmadan gevrek satıyorlar Uçurtmalarını rüzgâra armağan edip alanlara koşturuyorlar Annelerine, babalarına, abilerine ve ilk defa özgürce aynı türküyü söylemenin sıcaklığına yürek taşıyorlar... Köylüler, işçiler, işsizler, sürgünler, zenciler ve beyaz bir ülkenin bütün esmerleri birleşmiş alanlara doğru yeni bir hayatı müjdeliyorlar...
Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
pirinç de öyle
şeker de öyle
kumaş da öyle
kitap da öyle
büyük insanlıktan başka herkese yeter.
Zenciler... Ülkemin yoksulları... Kardeşlerim koşturuyorlar ilk defa bayramlık giysilerine... Ceplerinde dünyanın bütün şekerleri, bütün mendilleri acıları silen... Bir büyücünün çıngırak sesleri arkasında beyaz yılanların başlarını ezerek kendi türkülerini tutturuyorlar. Hayatın değişebileceğine inanan çocukların, yalınayak izlerinde çimenlerin uzayan boynunda çiçek saklıyorlar. Koşturuyorlar, rüyaların gerçek olması için... Ekmek kokusuna, umutla ve onurla yaşam adına koşturuyorlar... Bütün renkleri severek ve bütün ezgilerin sesinden marşlar yaratarak... İşkencesiz bir hayata dörtnala koşturarak. İnsanlık...Büyük insanlık...On dokuz bin faili belli ve mezarsız evlatlarının ve kardeşlerinin ayak izlerinde kalan dağların bulutlarını saklayarak
Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor.
Koşuyor insanlar... Umuda, dirence, kendini ifade eden bütün renklere... İnadına, inadına ekmek... İnadına kardeşlik ve inadına sevmek ve kardeşçe... Bunca zulüm, bunca hakaret, bunca açlık ve işkenceden geçmiş nazlı gelinlerin zılgıt sesine uyarak gülümsemelerinden arta kalan sevinci, alanlara koşturarak tamamlayan esmer bakışlı insanlar... Zenciler... Bu ülkenin asla eşit kardeşleri... Bu ülkenin ameleleri, bu ülkenin köylüleri... Bu ülkenin mağdur ve mazlumları, ekmekle beslenen halkım... Bulgura şükreden kardeşlerim... Mendil ve çiklet satmayı oyun sanan çocuklarım... Koşturuyorlar Alanlara... Özgürlüğe, birliğe dayanışmaya ve kendi renklerinin çiçeklerine
İzmir... Zenci bedenine beyaz bir zırh çekmiş olan zavallı gavurcuk...
Bugün bütün üvey kardeşlerini ağırladı Kordonboyunun balık kokusunda... Gevrekçileri, işçileri, ameleleri, işsizleri, zabıtadan kaçanları, işkenceden geçenlerin çocuklarını, köyünü ve umutlarını yaktığımız insanları Nazım babanın büyük insanlığına sığınan bayraklarıyla, Emiliano Zapatanın arkasından gelenlerdi gevrek satanlar... Gevrek alanlarda aynı kişilerdi... Su satanlar ve çay dağıtanlar... Baloncular... Şekerciler... Kurtuluş umudunu kuşananlar... İnançları uğruna ölenler... Yeni bir dünya için Gündoğdu Meydanında buluştular. Koşturdular... Kavuştular... Sarıldılar... Kazandılar...
Beyaz maskeli bir zenci olan, gavur kardeşlerinizin arasına hoş geldiniz kardeşlerim!... Emiliano Zapatanın, Çakal Carlosun kardeşleri, benim kardeşlerim hoş geldiniz... Zafer mutlak mazlumların olacaktır biliyorum. Meydanlar ve bütün renklere hoş geldiniz!...