2

BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ VE REZALET


  • Oluşturulma Tarihi : 09.05.2014 06:50
  • Güncelleme Tarihi :

5 Mayıs, gece yarısı 1972... 6 Mayıs’ın ayak izlerini karanlığa veren faşizmin korkak hakimleri ve politikacıları, mazgalların arkasında sıralandı. Sehpaya doğru kararlı bir şekilde yürüyen devrimci gençlerin idamını seyretmek için ordaydılar. Hepsi kendi korkularının gölgesine sığınmış katillerdi. Amerikan emperyalizminin yerli işbirlikçisi ve politikacılardı. Korkularından, birbirine ve silahlı uşaklarına sığınarak gecenin sessizliğinde yankılanan devrimci marşları duymamak için kulaklarını tıkıyorlardı…

42 yıl sonra İzmir’de sosyal demokrat, devrimci değil ama ilerici olduğunu iddia eden bir belediyenin kurduğu stantların ve sahnenin önünde seyirciler toplanmıştı. Çılgınca kıç sallayarak dans eden gençlerin eğlenmesi için bütün gürültüyü ideolojisinde saklayan iğrenç bir orkestra, yerel yönetimin ruhunu çılgınca haykırıyordu.

Yağmur, mevsimin romantizmini unutmuş ve Anadolu’da gelişen devrimci direnişin çığlığını bulutlarıyla gül bahçelerine serperken, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan yoldaşların tarihe bırakacakları mektupların yüreğini taşıyordu. Ulucanlar cezaevi utancından kendi taşlarına sığınırken, dışarda kuşların son kanatları da karanlığa teslim oluyordu.. Tutuklu devrimci gençlerin geceyi parçalayan marşları, idam sehpasına doğru götürülen yoldaşlarına direnmenin selamıydı.

Gençler, Büyükşehir Belediyesi’nin hazırlamış olduğu süslü sahnenin ışıkları altında ellerinde içkileriyle kendinden geçmiş, yayılan iğrenç müzikleri eşliğinde yalnızca kafa ve kıçlarını sallayarak sistemin uşaklığına sarılırken, gökyüzüne bırakılan fenerlerin kırmızı rengi kendi utançlarına yetiyordu.

Yoldaşlar aynı saatte ölüme-hakka yürürken; dimdik bakışları ve alınlarıyla bir halkın onurlu direnişini ve emperyalizme karşı mücadelenin bayraktarlığını yapmanın da bilinciyle, korkakların yüreğine basarak loş, rutubetli, paslı prangaların iz bıraktığı taş duvarların tanıklığını da tarihe işleyerek yürüdüler. Onlara eşlik eden Mahir yoldaşın türkü söyleyen silahıydı. Yanlarında yoksul halkların duaları ve inancı, yoldaşlarının mavzer sıcaklığı vardı.

Kordonboyunda, Gündoğdu meydanında toplanan kalabalık çoğalıyordu. Büyük şehir belediyesinin anma etkinlikleri dansla başlamıştı. Başlayan karanlığı çoğaltan etkinliğin çığlıkları sistemin sevinçli fotoğrafında sırıtıyordu. İhanet müzikle, ihanet içki ve serseri bir hayatın mimarı olarak yerel yönetim yetkilileri başka bir sahnede rakkaseler eşliğinde kendi devrimlerine kadeh kaldırıyordu.

Hapishane avlusunda kurulan darağaçlarının gölgesi duvarlara vurmuştu. Beyaz kefenlerini daha davaya inandıkları ilk günde giyen yoldaşlar, mazlum halkların sözcüsü ve kardeşi olmakla övünmeleri boşuna değildi. Mustafa Kemal’in tam bağımsızlık ruhuyla saçlarını taramış yoldaşların ayak sesleriyle ölüme gülümsemişlerdi. Deniz, Hüseyin ve Yusuf, dönüp yıldızlara baktılar. Kendi aydınlıklarının parladığı derinliğin içindeki umutlarına. Gökyüzü yağmur kokuyordu. Gökyüzü toprak kokuyordu. Nemli bir sayfanın içinde kendi tarihlerini yazıyorlardı.

Kalabalık arttıkça, titreyerek sallanan gençlerin konsantrasyonu da belediye ye sallıyordu. Tek tük yanan ışıkların romantizmi içinde davul ve zurna ile eğlenmenin, anmanın, kutlamanın deli çığlıkları denize dokunup batıyordu. Devlet ve zevat ordaydı. Ellerinde bira kovalarıyla eşlik eden çiğdemcilerin çevre duyarlılığı yere dökülen tohumlarıyla ölçülüyordu. Rengarenk giysili küçük çocukların yüzünü kedi ve açlık çizmişti. Ailelerini yoksulluk. Hiçbir şey önemli değildi. Dans etmeye başlayan hayat akıyordu. Yerel yönetimler, yurtsever devrimci şehitlerimizi kucaklıyordu.

Nihayet büyükşehir belediyesi yoldaşları anıyordu. Çılgın müziğin sallandığı sahnenin hemen dibinde yüzünü saklamış bir fotoğraftan bakıyordu Deniz. Yanında, önünde sıralanmış birçok mum. Nihayet halkım, belediye öncülüğünde anma etkinliklerine katılıyordu. Dans devam ediyordu. Kıç sallayan gençlerin ayakları altında kalan mumların ışığı söndü...

Oyuna gider gibi ölüme yürüdüler. Korkunun celladı sardığı dakikalarda, pencereden bakan muvazzafların ve devletin sadık yaratıkları sahiplerine son bir mesajı çekmenin telaşını yaşıyordu. Muhbir ve muhabirlerin mesajları kendi korkularını saklamak adına uzun ve korkakça sıyrılırken, gözleri avluda darağacına doğru yürüyen gençlerin bakışlarındaydı. Gençler, marşlar eşliğinde gecenin karnını yararak, faşizme meydan okuyorlardı.

Kordonboyunda, İzmirli halkım her yerini sallayarak denize doğru yayılan müziğin ritmini yakalamaya çalışıyordu. Herkes neşeliydi… Herkes kurtlarını dökmenin alanında. Yerel yönetim büyük bir görevi tamamlamanın heyecanında. Devrimci şehitlerimizi anmak için dans pisti kurmanın ve çalıştırmanın yorgunluğu geceye dağılıyor. Davul ve zurnacı yorulmadı. Gecenin zilleri denize dökülürken, genç kızlar hayallerini kağıtlara işleyip bekliyordu. Sabah, kendi rengine dağıldı.

Deniz’i asmak üzere bekliyor cellat. Hüseyin’i ve Yusuf’u bekliyorlar şeref tribününde sırıtarak bekleyen satılmış mankenler. Onurla yürüdü, yoldaşlar. Yaralı bir halkın direniş gülleri. Yağmur yağmaya başladı. Toprağın kokusu, uzak tepelerden devrime tohum olmanın sesine dönüştü. Anadolu uyanışın ilk basamağında kardeşliğin hüzünlü sayfasında çocuklarını emzirmenin sıcaklığıyla kucağını hayata açıyordu. Deniz yürüdü… Arkasından Hüseyin… Arkasından Yusuf… Arkasından marşlar. Mahir bekliyordu. Onlar bu davaya; devrime, bağımsızlığa inanmış ve bedel ödemekten de asla çekinmemiş kahramanlardı.

Taş duvarları titreterek, demir mazgalları, demir kapıları, en derin hücrenin yüreğini okşayarak yayılan devrimci marşların koro halinde rüzgara, geceye yüklenmesi, yolculuk öncesiydi. Hazırlıklar tamamlandı… Yola çıkmak zamanıydı. Birer birer satılmış işbirlikçileri ve cellatları öldürerek sehpaya çıktılar. Onları idama mahkum edenler, artık her gün ölenlerdi. Yoldaşlar el ele tutuşup sonsuzluğa yürüdüler. Devrimci yurtseverlerimizin asıldığı saatlerde İzmir Büyükşehir belediyesi, anma etkinliği düzenleyeceğine, kordonboyunda göbek sallama yarışması için orkestra kurmasına şaşırmıyorum. Bunu kendilerine yakıştırıyorlarsa, söyleyecek sözüm yok...

BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ VE REZALET
Ümit Yaşar Işıkhan
Yazarımız Kim ?

Ümit Yaşar Işıkhan