Sayfa Yükleniyor...
Dünyanın en zor ve riskli mesleklerin başında maden ocağında çalışmak ve denizaltılarda görev yapmak gelir. Her iki alanda da çalışan insanların karşılaştığı yaşamsal sorunlar diğer hiçbir meslek dalında bulunmadığını yaşayanlar kadar bizlerde bilmekteyiz...
Yıllar önce Hızır Reis Denizaltını ziyarete gidiyoruz. Şeytan çarmıhına tutunarak küçük bir kapağın açıldığı delikten aşağı tek sıra halinde inerken aramızda şişman olan beyefendiler denizaltının içine giremediler.. İçerisi tümüyle zayıf ve kısa boylu insanlara, görevlilere göre ayarlanmış durumda..
İki karışlık yatma yerinde ve üst üste ranza şeklindeki yataklar, yemekhanenin küçük ve sabit taburelerinin, minyatür masaların arasında sırayla geçilecek şekilde dizayn edilmiş olması o mekanda çalışmanın zorluğunu açıkça gösteriyordu.. Özellikle görev kapsamında yapılan denizaltı keşif ve kontrol görevlerinde aylarca su üstüne çıkmadan kapalı konserve kutusunda yalnızca radar ve diğer cihazların göstergeleriyle yaşamaları, görevlilerin böyle bir ortamda çalışmak zorunda kalmaları psikolojik olarak nasıl etkileyebileceğini tahmin ediyorum.
Kapalı ve dar mekan fobisi olan insanların asla görev yapamayacakları gibi birbirlerinden küsmek gibi lüksleri de yoktur. Her an daracık koridorda bir yerlere sığınarak birbirlerine yol vermeleri, aynı kaderi paylaşmaları, yüzlerce metre denizin altında yalnızca serin oksijen esintisi ile metal soğukluğunu hissederek yaşamak her insanın harcı değildir.. Sık sık mekan değişimi için fırkateyn veya hücumbotlarına gönderilmeleri, bir terapi gibi gözüküyorsa da bence yeterli değildir.. Karanlık derinliklerde kapalı bir kutu içinde yaşamak, görev yapmak, her an ölümle burun buruna gelmek, en sağlıklı insanda bile ruhsal travmaların yaşanmasına neden olmaktadır.. Esprili olarak söylenen, 6 aydan fazla görev yapan personelin tanıklığı bile kabul edilmez söylemi meslek olarak yaşanan sıkıntıyı ve risklerini, çalışma koşullarının zorluğunu göstermektedir.
Bu nedenle denizaltılarda görev yapan personele emeklilikte bazı kolaylıklar sağlanması nedeniyle, birçok görevli tarafından bilerek ve isteyerek tercih edilmesi ise insanlarımızın ekmek parası için ne kadar güç koşullarda çalışmayı kabul ettiğini, biran önce emekli olabilmek adına en zor koşullarda çalışmayı da göze aldığını biliyoruz.. En son değişen emeklilik koşulları ve yaşa bağlanması bu dostlarımı ne kadar etkilediğini bilmiyorum, ama bunların asla hakkı ödenemeyeceğini, en kutsal meslek olarak sayılması ve emeklilik haklarının dışarda herhangi bir kurumda çalışan masa başı görevden farklı değerlendirilmeleri gerektiğine inanıyorum..
Herhangi bir arıza, kaza veya saldırıda asla kurtuluşu olmayan bu denizci dostlarımın, maalesef madencilerimizden de fazla farkları yok.. Birileri denizin soğuk ve karanlık derin sularında teneke kutusunda yaşamaya, görev yapmaya çalışırken bir diğeri de yüzlerce metre yeraltında karanlığın, sessizliğin ve ölümün soğuk ürpertisi içinde ekmek parasını, çocuklarının nafakasını çıkarmak için çalışır.. En küçük bir kazada bile ölüm riskinin çok olduğu her iki meslekte görev alan emekçilerimizin sosyal hakları konusunda ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Her iki meslekte de mutlaka sıfır hata ve olağanüstü önlemlerin alınması zorunludur..
Soma, yüreğimizin yarısını kara toprağa gömen kent.. Yüzlerce emekçimizi, maden işçimizi diri diri gömen, karanlık tünellerde havasız bırakan ve öldüren kent..
Bilinen veya açıklanan 301 can, bir çırpıda yok oldu. Geriye gözü yaşlı anneler, babalar, çocuklar, eşler, akrabalar, arkadaşlar.. Hayatlarında onarılmayacak travmalar açan maden kazasının izlerini uzun süre bir kimlik gibi hayatlarında yaşayacak olan çocuklar..
Aslında bu bir kaza değil.. Hepimizin bildiği gibi bir cinayet..
Binlerce insanın çok güç koşullarda çalıştığı maden ocaklarında uluslararası çalışma normlarına göre önlemlerin alınmamış olması, ölüme davetiye çıkarırken en büyük suçlu, çalışma iznini veren ve gerekli denetimlerini yapmayan devletin kendisidir.
Küçücük bir çay ocağına anasının dinini isteyen bir sistem ve yasal kurallar, maden ocağına gelince bu kuralların işlememesi katillerin kim olduğunu da gösteriyor.. Küçücük bir pansiyona yangın söndürme sensörleri isteyen anlayış, maden ocaklarından böyle uyarıcı sistemlerini istememiş ve yaptırmamış olması katillerin kim olduğunu işaret ediyor..
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir
Aslolan kar etmek, kazanmak, sistemi beslemek, ulusal ve uluslararası sermayeye hizmet etmekse, sevgili idarecilerimiz bunu çok iyi başarıyorlar.. İlgili Bakanlıkların maden ocağı açma ve işletme izni vermeden önce yapılması gereken, alınması gereken önlemleri almadan, yapmadan, izinlerini nasıl ve kimlerin verdiğine bakmak gerekir..
Ölümün soğuk yüzünü her adımda hissettiğiniz denizaltı ve maden ocaklarında çalışmak isteyen gençlerimizin sırada olduğunu gören sistem, Devlet, Hükümet, ilgili Bakanlıklar kısa bir hüzün gösterisinden sonra hiçbir şey olamamış gibi tv ekranlarında, ihale komisyonlarında sırıtmaları ruhumuzu yaralamaktadır.
Deniz soğuk yüzünü kendine saklarken maviden, yeşile ve ordan karanlığın karnına inen teneke kutusunda yaşayan ve çalışan insanların can güvenliği o denizaltıdan..
Yüzlerce metre toprağın karanlığına kazma sallayan o köylü işçinin hayatı ve bir parmağı, sizin milyonlarca dolarlık madeninizden daha değerlidir.
Parçalanmış ciğerlerin, patlamış gözlerin fotoğrafını işverenlerinizin dolarları ve kasaların büyüklüğü kapatamaz..
Bütün maden ocakları kapatılsın..
Bütün maden işçileri ve denizaltı askerleri malulen emekli sayılsın.. Teknolojiyi yakalayan sermaye sınıfınız, robot yapsın.. Robot toplasın kendi dünyalarının iğrenç kazançlarını..