2

GÖLGELER VE YELKOVAN


  • Oluşturulma Tarihi : 09.08.2014 06:42
  • Güncelleme Tarihi :

Basmane Altınpark yokuşunu tırmanıyor parkeli ve bıyıkları sigaradan sararmış iki genç. Açlıklarını gevrekle saklayıp susamları kuşlara attılar. Yalnızca hayalleri yorgundu.. Susup kente ve denize bakarak, yağmurun arkasından gittiler.. Yorgun pankartları vardı ve suyun renginde koşuyordu hayat..

“Su…Su…Su..Tuzlu su..Su..Şekerli su..Su..Su..”

“Az önce yirmibir haberlerini dinledim radyodan…

İstanbul’da..

Açlık grevindeki..

Üç tutuklu..

Ölmüş…”

Senin arkadaşlarını anımsadım. Bitmek bilmez Mamak ziyaretlerin geldi aklıma”

Kerbela’dan havalanan çöl rengindeki güvercinlerin, su arayan gözlerinde kurumuş umutların gölgesi düşüyordu kanatlarına. Kurumuş bir hayatın geriye bıraktığı kahverengi rüyaların içinde dolaşan kahramanlar da zayıf ve ince bir dala asılı kalıp kuzeyden gelecek bulutları bekliyordu.. Su.. Su.. Hayatın sırrı. Belki de aşka uzanan dokunuşların aktığı kanalların şeffaf bakışlarını taşıyor sözcüklere.

“Su..Su..Su..Su..Su..Su..

Geceleri uçsuz bucaksız bir deniz oluyor gökyüzü. Dışarda ıslak bir karanlık. Hiçliği ıslatıyor yağmur..”

Durmuş zamanların köşesinden içe doğru sessizce haykırarak bakıyor İbrahim Karaoğlu.. Genç yazar, sanat eleştirmeni, yurt içinde ve yurt dışında sürekli hayata pencereler açan ve kendi içinde dolaşan bir şairdir aslında Karaoğlu.. Öykülerinde kurguladığı hayatın iç dinamiklerinde fırtınalar yaratan ve yarattığı anafor içinde duygularını yelkenli yapıp sessizce karaya çıkan bir denizcinin bilgeliğini, zamana hediye eden çocuklardan biridir aslında.. Elinde hiç sönmeyen sigarasındaki imge, hayata bakış açısını ve direncini yansıtırken, hiç kimsenin bilmediği ve kurgulamadığı yollardan geçerek sokaklara, cumbalı evlere yeni roller vermektedir. Öykülerinde, sakladığı şiirlerin hiç biri hayata, aşka, ayrılığa ve özleme yabancı değildir. Sinema tekniği ile kurguladığı öykünün içinde tarihsel bir boyut kazandırarak okuyucuyu şaşırtan imgesel akışın bilinç akımını ustaca kullanıyor Karaoğlu.

Hayatı anlamlandıran insan ilişkilerindeki; büyülü akış ve düşüncenin içinde kurduğu labirentin içinde, bir dilbaz ustalığında geziye çıkarken, sizi de alıp götürmesi veya kahramanların kendisi olmanız, elinizde su bardağı varken susadığınızı hissetmeniz öykünün yarattığı etki olarak yanınızda durmaktadır, yeni yapıtında.

“Dalga Dibe Vurdu” yapıtında; şiirin hapsedildiği ve okudukça, yüzerek karaya çıktığınız kumsalın rengini ve içindeki pırıltıları avucunuzdan ruhunuza doğru aktığını hissetmenizin etkisi uzun sürerken, farklılaştığınızı ve kendi içinizdeki fırtınaların sesini duymaya başladığınızın tadına varıyorsunuz..

Öykü; kahramanın veya yazarın kendisi yapayalnız ve tek başına gözüktüğü anda bile içinde büyüttüğü ordu ile hesaplaşması, çoğalması, aşık olması, susup kendi rengini içinde boğması, deniz kıyısında bulduğu sedef bir kabuğu kulağına götürüp içindeki fısıltıyı unutulmaz bir melodiye dönüştürmesi ve bütün bu sürece okuyucuyu da katmasını, Karaoğlu’nun bir başarısı olarak görüyorum..

Yazarın amacı bu mu acaba.. Okuyucuyu kendi içinden çıkarıp, kurguladığı hayatın içinde dolaştırarak kendi sesini bulmasına yöneltmek midir ?..

Çok az öykü beğenen biri olarak, yıllardır yakından izlediğim; sinema film senaryolarında, öykülerinde, sanat eleştirmeni olarak hazırladığı ressam kataloglarında ve bütün üretimlerinde hep farklı bir büyü, farklı bir derinlik ve farklı bir imgelem sarhoşluğu içinde okuduğum sevgili Karaoğlu, yine beni şaşırtmadı.

Yine müthiş bir yapıtla “Gölgeler ve Yelkovan” öyküleriyle hayatı sorgulamaya, unuttuğumuz şarkıları deniz kıyısında dalgalarla çoğaltıp çocukların rüyalarına sığdırmasına, ellerimizi ve geçmişimizi ekleyerek onunla birlikte cumbalı Rum evlerinin önünde sakız kokulu bir hayatın perdesinden geçmeye, çocuk kalmaya, devam ediyor.

“Zaman durdu.Tersine dönmeye başladı yelkovan”

Birlikte büyüdüğümüz eski İzmir kokulu sokakları özleyen haylaz bir çocuğun, ilk ve son şiiri saklanıyor sayfalarda. Umudu ve hüznü, kavuşmaları ve ayrılığı buruk bir iç çekişle betimlerken, geçmişin anılarında dolaşan bir çocuktur aslında. Yalnız ve çok olan anıların sokaklarında dolaşan eskicinin elleri kadar yüreği de yorgundur. Hep uzaklara bakıyor, çocuk.

Dönüp arkasına bakmıyor Karaoğlu.. Dönüp baksa orda kalacağını ve gidemiyeceğini biliyor.. Çünkü cumbalı evin derinliğinden “Yo Era Ninya’yı söyleyen Şirozer’i görecek; çocukluk aşkını, belki de kendini.

“En uzakları severdik. Ne geçip giden zamanı, ne de yolları hesaplardık. Gölgelerden bilirdik zamanı”.. Sonra büyüdü zamanın yelkovanı ve sürükledi hayatı acılı bir Eylül’ün kara vitrinlerine..Tarihle, katillerle hesaplaşıyor yazar.. ”Öldüğünü söylediler ve yüzünü göstermediler” sevdiği kızın. El ele yaslandıkları duvarlarda kalan gölgelerini ruhuna kazıyarak suskun bakışlarını taşıyor.. Uzun zaman ve hiçbir zaman konuşuyor anılarıyla veya susuyor. Belki de içinden fırtınaların geçtiği mevsimlerin çocukluğunu bırakıyor, yürüdükleri deniz kıyısında..

Büyüdüğü ve yüreğini bıraktığı kenti, İzmir’i sorguluyor.. Ölen kentin sokaklarında kendi izlerini bulmaya çalışıyor. Hüznünü taşıyıp bırakıyor, gölgelerinin sığındığı duvar diplerindeki taşlara. Arnavut taşları, rengarenk. Yeryüzüne düşmüş gökkuşağının ayak izlerini ve kendini bırakıp gidiyor, yazar.

Sonra, sonra dönüyor çocukluğuna adam. Cumbalı evler yok..Gölgeler, şarkılar, çocukluğun martı çığlığı ..Furuğ’un şiirine yaslanarak yaralı yüreğini götürüyor. Artık gölgelerin şarkısı bitti. Artık, kuşlar kanatlarını bıraktılar direncin susuzluğuna.

“Otopsi raporu: 19 yaşında; ölmeden 16 gün önce açlık grevi nedeniyle hastaneye kaldırıldığı, ilk gün tedaviyi kabul etmediği, açlık grevinin 55. günü öldüğü belirlendi..”

Ses hayatın damarlarında ve inançla yankılanıyordu…Su..Su..Su..

Bıyıkları sigaradan sararmış parkalı iki genç Basmane’den yukarı çıkıyordu.. Ellerinde kendi çocuk seslerini duvarda bırakarak..

Tekrar hoş geldin sevgili Karaoğlu.. Parkalı arkadaşım..

GÖLGELER VE YELKOVAN
Ümit Yaşar Işıkhan
Yazarımız Kim ?

Ümit Yaşar Işıkhan