2

Hakkari'de Kar Sıcaklığı - 2


  • Oluşturulma Tarihi : 31.01.2015 07:41
  • Güncelleme Tarihi :

Hakkari kar altında.

Beyazın gölgeye sığınmış kar taneleri, çılgın çocuklar gibi sağa sola koşturan kelebeklerin kanatlarıyla birbirine değmeden bu coğrafyanın ruhundan avuçlarımıza düşüyor. Isınıyoruz ve kar avuçlarımızda dört köşe sarılıp suya dönüşüyor. Sudan gölgeler ve figürlerin unutulmuş çizgilerinde hep suskun ama uzun bir destanın kınalı ellerini bize uzatan ezgiler akıyor. Avuçlarımız yalnızca bizi saran karın kanat izleriyle dolarken yüzümüze vurup, orda yapışıp kalan kelebeklerin hayata özlemini kokluyoruz.

Kar kokusu. Kelebek sıcaklığı; kanatların uzun soluklu öyküsü içinde, sıcak bir mevsimin çayında yayılan buhar, tarihsel bir suskunluğun içinden binlerce yıllık kadim bir sese dönüşüyor. Türküler bildiğimiz ama anlayamadığımız dillerde acıların ve hüzünlerin sofrasını açıyor. Yaralarımız çoğalıyor. Burukluğumuz ve ölülerimiz… Hep beyaz. Her şey beyaz ve kar altında.

Beyaz kefenli ölüler. Beyaz umutlu şarkılar… Beyaz kanatlı güvercinler ve beyaz dağların başında sakladığı beyaz bulutların oluşturduğu beyaz papatyalar. Bu kentin ruhu da beyaz. Ben bu kenti beyaz sevdim aslında; katıksız ve salt kendine ait beyazlığıyla ruhumun ve bugüne kadar birikmiş algılarımı beyaza boyadığı için. Yollar da hep beyaz. Kentin puslu sokaklarında dolaşan esmer gençlerin umutlarından dökülen bütün güzel bakışlı kızların rüyaları da beyaz. Kirlenmesin diye sarıp sakladıkları aşkların ayak izlerini bakışlarında taşıdıkları, sözcüklerin ucu da beyaz…

Biz kirliydik. Biz büyük kentin, kirlenmiş çocuklarıydık. Suskunluğumuzla katil, bakışlarımızla anlamsız ve kenarda durmakla celladı olduğumuz hayatın bir başka sayfasında birbirimize bakıyoruz. Kirlenmiş ve ruhunu paraya, serseri yaşama adamış kapital kokulu ve ruhsuz aşkların öksüz çocukları olduğumuzu sofraya elli kişinin aynı anda yere çömelerek yemek yediğinde anlıyoruz. Masalar bizi bölüyordu. Tabaklar ve sırt sırta dönerek egomuzu yarıştırdığımız büyük kaldırımların kirli bulvarları bizi öldürüyordu. Biz aslında bir ölüydük. Kefeni bile siyaha boyanmış ve ucuna reklam iliştirilmiş kayıp kentlerin zavallı çocukları ve zavallı ölüleriydik.

Kar bildiği gibi damlıyor saçlarımıza. Biz ıslanan yüzümüzü havlulara sarıp pencereden atıyoruz. Kendi korkaklığımızla şaşkın gölgeler gibi geçmişimizden sıyrılıp dağlara yaslanarak geçen kuşların kanatlarına özenip atlıyoruz. Hayat ve beyaz rüzgar yüzümüzde donup kalmış bakışlarımızdaki aşkları büyütüyor... Çözülüyoruz. Biz kirletilmiştik. Biz kentlerin umarsız bakışlarında ölülerini görmeden  yıkayan ve ardından meyhaneye gidip birbirini tavlayanlardık.Biz yoksulduk aslında.Dilencilerin onurlu avuçları bile yoktu bizde.Belki de suçsuzduk..Belki de büyüdüğümüz kent kahverengiydi ve belki de bütün dostlarımız  yaşayan ölülerdi..

Hakkari’de kar yağıyor. Üşümüyoruz. Bakışlarımız ve ellerimiz bir insana ve insan dolusu bir hayata dokunduğu için çocukluğumuzdan sakladığımız kanatlarımızı çıkarıyoruz. Yüzümüze düşen karların kanatlarını öperek; ayakları çıplak, bakışları çıplak, geleceği çıplak, çocuklara karışıp arınıyoruz.

Tanrım bizi arıt. Kar sıcaklığında. Tanrım bizi hep beyaz bulutlarına sar. Beyaz bir haritanın en doğu saatlerinde bize bakan binlerce çocuğun gözlerindeki ışıltının temizliğiyle yıka. Sar ve koru. Çocuklar. Bizim çocukluğumuz aslında. Kardan tüneller açarak birbirimize masal anlattığımız günlerin anısı içinde, küçücük ama yüreği bizden daha büyük çocukların hayallerinde uyumak en güzel armağandı aslında.

Kar çoğalıyor. Çocuklar. Kelebekler. Barış güvercinlerinin ayak izleri. Şarkılar ve yalnızca birkaç odunla yanan küçücük sobanın sıcaklığı. Isınıyoruz. Çocuklar da ısınıyor. Soba bizden yana. Çocuklar karşımızda. Onlar üşümeyi unutmuş bakıyor. Yalnızca, ölmeden önce çocuklarıyla vedalaşan yaşlılar gibi duran gölgelerimize bakıyor. Biz onların gözlerindeki sıcaklığa.

Biz aslında kardeştik. Aynı zaman diliminde öksüz bırakılmış bir öykünün kahramanlarıydık. Onları ancak biz anlardık. Bizi ancak onlar anlardı. Yüz yıldır dökülen kanların üstüne kar yağıyordu. Ölen kardeşlerimizin umutları ve çığlıkları bizi saran dağların tepesinde bekliyordu. Biz o sesleri duyuyorduk. Biz masum katillerdik. Biz suskunluğumuzu kardeşlerimizin çığlıklarında boyayan kentli zavallılardık. Çalgı sesleri arasında kapitalistlerin sinemasındaydık ve izlediğimiz film bizim ölülerimizi boyamıştı. Kan, kırmızı değildi. Kan çığlığın akarsuyu değildi. Türküler ve şiirler hoyrata dönüşürken bize masal anlatılıyordu. Biz kentliler kirliydik. Biz kentli çocuklar masum çocuklardık ama suskun büyütüldüğümüz için suçluyduk. Ve hayat bizim dışımızda akıp giderken itiraz etmemiştik.

Tanrım bizi beyaz bir kar ile yıka. Bize bakan binlerce çocuğun umudu ve güzelliğiyle yıka. Aklanmalıyız tanrım. Bizi beton yüzlü fahişe kentlerden koru. Suskunluktan ve kardeşlerimiz ölürken suskun kalan şiirlerimizden. Şahmerana dolanan yalan dillerimizden. Çocuklar dağlara bakıyor. Beyazlığın türküsünü mırıldanıyorlar bize dönüp bakmadan önce. Sonra susuyorlar. Gözleri susuyor. Bakışları ve türküler. Yolun uzunluğuna susuyorlar. Babalarının neden erken öldüğüne susuyorlar. Abilerinin sınırdan getirdiği bir bidon yakıt karşılığında neden öldüğüne susuyorlar. Aç yattıkları akşamın, birbirine sarılarak yatmanın burukluğuna susuyorlar. Ninni yerine gelen bomba seslerine susuyorlar. Tıpkı biz, ruhunu çoktan öldürmüş kentliler gibi susuyorlar. Ve yalnızca bakışlarıyla çoğalıyorlar. Haykırıyorlar. Büyüyorlar.

Biz ölümü meyhanede kutluyoruz, cami avlusunda kulisler yaparak ve sırıtarak ve yalandan birbirimize sarılarak... Çocuklar parçalanan çığlıkların paylarına düşen kan uykuların açlığında ve yeni kahramanlar yaratarak uyuyorlar. Her dağ başındaki gölgeye sarılarak. Üşüyen gölgelere yürek olup, kanat olup, masal olup çoğalıyorlar. Aslında hayalleri yıkılan bizdik. Üşüyen ve aç olan bizdik. Umudu olmayan, hayalleri olmayan, masalları ve kahramanları olmayan bizdik. Biz zavallı kentli çocuklardık. Ve kar yağıyordu hayallerimize. Tanrım, beni Hakkari’de, saçlarını okşadığım o güzel çocuklardan bir masal anlat bana. Üşüyorum.

Hakkari'de Kar Sıcaklığı - 2
Ümit Yaşar Işıkhan
Yazarımız Kim ?

Ümit Yaşar Işıkhan