2

Herkes Yalan Söyledi


  • Oluşturulma Tarihi : 19.08.2015 06:43
  • Güncelleme Tarihi :

Biz sevgi açlığı içinde büyüdük.

Dedelerimizin önünde veya başka insanların önünde çocuklarını kucaklayıp seven, saçını karıştırıp şakalar yapan, onlarla oyun oynayan babalarımız olmadı. Onlar da aynı sahneden geçtikleri için toplum–mahalle baskıları nedeniyle asla yüreklerini veya yüreklerinde onları yakan cevherleri çıkarıp çocuklarının önüne atamadılar. Sevgi sarmalından uzak yaşayan ciddi çocukların içinde körelen duyguların varacağı nokta buydu. Biz aslında hiç birbirimizi içimizden geldiği gibi sevmedik.

Herkes yalan söyledi…

Uzakta kalan köy bizim köyümüz değildi.

Cumhuriyet, bütün çocuklarını yürekten ve eşit sarmadı. Evde diktatör baba, sokakta bekçi, caddede polis, kasvetli karakol binaları, demir parmaklıklar, vergi memurları, zabıtalar, jandarmalar, mahkemeler ve tek tük halkevlerinde ezberletilen milli marşlar… Hayatımız küçük bir çocuğun oyun alanıydı. Ve bunların dışında elimizi, ruhumuzu, beynimizi ısıtacak bir sayfa olmadı.

Biz asker gibi büyütüldük. Ortaokulda şapkalarımız, üniformalarımız, yürüyüş ve emir komuta zinciri ile daha o yaşlarda beynimize paslı pencereler ve çerçeveler yerleştirmenin çivileri çakılıyordu.

Biz şehirliler, sokakta meyve, sebze satan, eşekler üzerinde dağdan kestiği odunu satan, yoğurt bakraçlarını ve kaymak tabaklarını üzerinde tozpembe sulanmış şekeriyle vitrinlere, beylere taşıyanlara Kürt, cahil, köylü deyip aşağılayan veya belki de kendi çıkmazlarını bir alt sınıftan gördüğü zavallı insanlar üzerinden dengeleyen tuhaf giyimli insanlar olarak büyüdük.

Komutan, polis, imam ve papaz efendi çok önemli şahsiyetlerdi.

Herkes, tanıştığı memurları abartarak birbirine anlatırdı. Anlatılanlar arasında asla aşk öyküleri yoktu. Aşk yasaktı. Cinsellik tabuydu. Devlet ve erkânı en çok korkulandı. Hele polis, hâkim ve savcıysa herkes el pençe önünde durur, yoldan geçerken oturanlar ayağa kalkardı. Bu gösterilerde sevgi asla yoktu. Korkunun, baskının egemen olduğu bir zaman diliminde hepimiz hortlaklar gibi büyüdük…

Köylerde de; ağalar ve ağaların kapı bekçiliğini yapan jandarma en korkulan, imrenilen, yalakalık yapılan kişilerdi. Karakola gelen süt ve yumurta sayısı korkunun oranını belirlerdi. Onlar köylüydü… Onlar köyleriyle alınıp satılırdı. Tanrı ve yeryüzü temsilcileri bu yüksek duvarların arkasında otururdu.

İnsanlar aşağılıktı. Köylüler cahil, köylü, pis ve Kürt’tü. Şehirliler;  Arap, Süryani ve korkaktı

Kiliseler tehlikeli ve düşmandı. Yan yana oturduğumuz sınıf arkadaşlarımızdan ve komşularımızdan korkmayı öğrenenlerdik.

Şehirliler yalaka, ödlek, ama güce tapan, devletin ve paranın huzurunda teslim olanlardı.

Devlet güçlüydü. Ve sevgisizdi.

Babamız güçlüydü ve sevgisizdi.

Bizler korktuğunu saklayanlardık, ölürdük ve sevdiğimizi öldürenlerdik…

Bizler bu ülkede yaşayanların bir özetiydik.

Bu ülke aslında kayıp kuşaklar cehennemiydi ve bizler zavallı meleklerdik...

Aslında biz Mardinliydik… Aslında biz Türkiyeliydik…

Güneyde Arap ve Kürt’tük, Doğuda, Acem,  ve Ermeni, Kuzeyde Çerkez, Rum ve Laz’dık, Ege’de adalardan gelen göçmendik, Boşnak ve Yörük’tük, Müslüman, Süryani, Musevi, Ermeni ve aynı tanrıya inananlardık.

Dünyanın bütün kardeşleriyle aynı renkte ve aynı kaderin ülkesindeydik.

Kül bizimdi. Ekmeğin kırıntıları, okulların müstahdem odası, hapishanelerin paslı kelepçeleri, sınırda mayın tarlasından kavun çalanlardık, eşkıyaydık, çocuktuk, ayrılık türkülerinin ve genç ölümlerin ağıtıydık.

Devlet sevgisizdi.

Babamız da sevgisiz büyüdü.

Reyhani oynarken ipek Acem kuşağında hançeri taşır ve rakıyı içer gibi yaptılar.

Bütün komşular aynı kaderin kardeşiydi aslında ve aynı hüzünlü şahmeran masalından arta kalanlardı.

Büyüdük işte, büyüdü hayat

Yaşlandık,

Yaşlandı hayat.

Değişen bir şey yok fotoğraflarımızın renklerinde. Çoğaldık… Kentlere kaçtık, büyük hapishanelere, büyük meydanlara ve hala aynı türkünün hüzün sofrasındayız.

Çocuklarımız sevgisiz büyüdü, ruhumuzla yükselttiğimiz beton yığınında.

Biz uçarı kuşlar gibi gönülden gönüle annelerimizi arıyoruz.  Mutsuz ve serseri bir hayatın öznesinde şehirleri eskitiyoruz… Ölüme yaklaşırken Azrail’i oluyoruz hayatın. Gençleri öldürüyoruz… Öldüre öldüre ölüyoruz…

Çocuklar birbirini öldürüyor… Sevgisiz büyüyen bütün çocuklar öfkesini karşıdan alıyor. Oysa hepimiz aynı ceberut kitabın son şiiriyiz.

Devlet Sevmedi bizi… Biz kimseyi…

Devlet zulmü ve baskıyı astı yol kenarlarına. Bizi de.

Çocukları ayırdı birbirinden, yolları ve fotoğrafları. Devlet adil değildi…

Devlet sevmedi hiçbirimiz aslında…

Ah… Zaman geçiyor hızla…

Koyun gramofona bir plak anılarımdan. Mardin’in kardeşlik havalarından… Horon ve halaydan sonra zeybek en sonda da reyhani oynamak istiyorum kilisenin, caminin avlusundan.

Kardeşlerim gelsin… Bütün yeryüzü renkleri

Barış içinde kol kola… Çağırın Zorbayı, Nikos Kazancakis'i, Nazım Hikmet’i, Yaşar Kemali, Mahmut Dervişi, Nerudayı, Nizar Kabbani’yi, Yılmaz Güney’i, Ahmet Kaya’yı… Dostlarımı…

Hep çaldınız… Tekrar çalınız hayatımdan, yalnız bir atlı gibi Mezopotamya ovasına düşen Reyhani’yi…

Herkes Yalan Söyledi
Ümit Yaşar Işıkhan
Yazarımız Kim ?

Ümit Yaşar Işıkhan