2

Hoş Geldin Pepe


  • Oluşturulma Tarihi : 07.11.2015 06:39
  • Güncelleme Tarihi :

Genel seçimlerin topladığı kara bulutların bir resmini Kordon’a asıp giden hayat, sessizce kaldırımda yürüyen insanların yüzünde, kente dağılıyordu. Yağmur yağmasa da olur.

Bunca kargaşadan sonra yenilmiş orduların sessizliğini Körfez’e döken çocukların okul bahçesine bıraktığı çığlıklar duvarların içinde ve yalnızca gevrek kokusuna tutsaktı. Bu kentin alışılmış ruh hallerinden biri değildi ve ilk defa sevgiliden ayrılmış olmanın burukluğuyla kaleden Körfez’e bakan bütün kızların buğulu bakışları kente aitti.

Ordu yenilmişti. Kent yenilmişti. Komutanlar sarhoş bir sevgilinin kollarından kovulmuş olmanın hıncıyla kendini şaraba veren azizlerin izlerini arıyordu. Aslında bu kent, gerçek kimliğinde şarkısızdı... Ve yoksul beyazların birbirini avuttuğu, Çin Seddi’nden oluşan, toplama kampından farksızdı. Herkesin kendini beyaz sandığı zencilerin kardeşiydi. Akşamdan kalan ruhsuz bir şarkı sokakları dolaşıp kentin en işlek caddesinde ellerini tutacak bir kedi ararken yorulmuştu. Hiç kimse samimi değildi. Ve herkes çok mutluymuş gibi gülümseyerek yalan söylüyordu. Rüzgâr, bir önceki yaşamdan kalan afiş ve pankartların ağırlığıyla çöpe dönüşmüştü. Artık bu kentte her şey çöptü.

İdareciler ve seçilmişler, tüccarlar, şarapçılar… birbirlerine bakarak yeni başlayacak senfoninin uçarı kanatlarından düşmeden tekrar koltuk değneklerine yapışmanın duasındaydı. Taklacılar sahneye çıkmanın provasını yaparken, kaptanlar son mektuplarını yazarak bir tarihe veda ediyordu. Bu kent başkaydı.

Bu kent en hüzünlü günündeydi. Pepe geldi!

Kardeş Pepe geldi...

Devrimci Uruguay halkının saraysız ve uçaksız Cumhurbaşkanı. Pepe’nin yanında kardeşim ve yoldaşım Eduardo Galeino elinde tarihsiz dualarıyla Güney Amerika yerli halkının en önündeydi. Atları ve eşekleri yoktu. Bankaları ve altın kaplama koltukları da yoktu.

Yanlarında, önlerinde yoksul Latin halkları vardı. Ve onlar için duvarları sağlam hapishaneler.

“Martinique Adasında da bir yanardağ patlıyor. Pelee Dağı dünyayı ortadan yararcasına, kocaman bir kızıl duman püskürtüyor. Duman göğü kaplıyor, sonra için yeryüzüne çöküyor ve oluşan depremle Saint Pierree kenti göz açıp kapayana dek yerle bir oluyor. Otuz dört binlik nüfusunun hepsi telef oluyor, bir tek kişi dışında.

Hayatta kalan bu kişi kentin tek hükümlüsü Ludger Sylbaris’tir. Hapishanenin duvarları hiç yıkılmayacak gibi yapılmıştı da!”

Pepe bir gerillaydı. Hayat bir gerillaydı... Halklarının kurtuluşu için, emperyalizme karşı savaşan Tupamaros üyeleriyle beraber Halk Girişimi Hareketi'ni (Movimiento de Participación Popular-MPP) kurdu. Güllük gülistanlık değildi hayat. Amerika’nın avlusunda devrime koşmak, özgürlük şarkıları söylemek, faşist darbelere karşı direnmek, işkencelere ve hücrelere dayanmak kolay değildi. Aşksız ve şarapsız yaşamak, şarkısız ve marşları çalınmış bir halkın yoksulu olmak kolay değildi dayanmak.

Pepe… José Alberto Mujica Cordano… Devrimin ardından gelişen hayatın tanıklığına mektup yazar gibi pencereden bakmadı Pepe… Hayatın içinde, yoksul halkının en önünde, örgütüyle, halkıyla onurlu mücadelesini verdi Pepe.

Pepe İzmir de… Beton yığını, yaşam biçimi ve trafiği ile az gelişmişliğin başkentinde… Pepe havaalanından; çöplükler ve gecekondular eşliğinde kente geldi. Yol boyu kimse dönüp bakmadı eski arabasına. Eskortu da yoktu, yüzlerce koruması da.

Hüzünlüydü Pepe. Savaş içinde bir coğrafyanın ölüm kokusunu, kan kokusunu, açlıkları ve işkenceleri iyi biliyordu Pepe. Özgürlüğün bakışlarını tanırdı ilk dokunuşta. Çocuk seslerindeki kelebekleri ve insanı ısıtan kuşları. Yoksulluğu ve paylaşmayı biliyordu Pepe…

Pepe farklıydı… Pepe devrimci bir gerilla… Pepe üçayaklı, zayıf ve çirkin köpeğini özlüyordu aslında… Pepe’nin binlerce odadan oluşan havuzlu sarayları yoktu, hamamları, uçakları, gemileri, aşçıları, korumaları ve hırsları yoktu. Mehteran takımı yoktu. Yalakaları ve taklacıları yoktu hayatında. Aile fotoğraflarında bankaları hortumlayan sanayiciler ve bankerler yoktu, papatyalardan oluşan korosu ve televizyonları yoktu, çeyiz sandığında kayınvalidesinden milyar dolarları ve okyanus sahil yolundan rüşvet avantaları olmadı… Sünnet olmadığı için takılan milyon dolarları da olmadı…

Pepe sahnedeydi… Pepe bu kadar zulüm ve bu kadar haksızlığa sesini çıkarmayan, bütün yoksulları öldüren savaşlarda mazlumdan yana durmayan ve suçluları katilleri cezalandırmayan tanrıyı reddediyordu. Dünyanın her yerinde savaş çıkararak yoksul halkların kanından para kazanan emperyal ülkelerin utanmadan verdikleri Nobel Barış ödülünü ret ediyordu. Pepe, insandı. Pepe, devrimci bir gerillaydı. Pepe, halkların emperyalizme karşı dayanışması ve birlikte hareket etmesini şarkıya, marşa çevirendi. Mazlum halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkını haykıran ve bu kavgada yumruğu olandı.

Pepe, insandı. Pepe çocukların peşinden koşan şekerci ve renklere adanan baloncunun kendisiydi. Pepe, çocuk; Pepe, kedi ve doymadığı annesinin kucağında sonsuza kadar uyumak isteyendi.

Pepe, İzmir’deydi. Gâvurun kentindeydi. Gevrek kokusunu sokaklara satan yoksul çocukların üşüyen ellerinde sıcaklık, umuda koşan gözlerindeki pırıltıdaydı. 

Albatrosların, okyanusların, özgürlüklerin, şarkıların ve kardeşliğin ulu çınarında bekleyenlerin kardeşiydi Pepe. Anadolu halkının, Asya’nın, Afrika’nın emperyalizme karşı direnen ve çocuklarını tanrılara kurban veren halkların dağlarındandı Pepe.

Hoş geldin Pepe… Uruguay’daki “Rüzgarın Yüzyılı”na teşekkürler Pepe… Comandante Carlos’un yoldaşı Pepe, Nazım’ın, Che Guevera’nın, Fidel’in, Comandante Chavez’in, Deniz’in, Mahir’in ve bütün yoksul halkların kardeşi… Güle güle Pepe... Gitti Pepe.  İzmir’den gitti kendi yalnızlığına ve çöplüğüne dönen hayatın peşinden akşamın loş karanlığına…

Hoş Geldin Pepe
Ümit Yaşar Işıkhan
Yazarımız Kim ?

Ümit Yaşar Işıkhan