Sayfa Yükleniyor...
Sonbaharın hüzünlü yüzünü bulutlara serpen rüzgârın serin ellerini hisseden yalı çapkını kuşların zamanındayım. Sarı bir sayfanın ürpertisiyle sokaklara uykulu gözlerle bakan çocukların, penceresinden düşmek üzere olan öksüz çocukların resimlerini kendime sakladım. Ben ve kediler ve hayat kendine yeni bir sayfa açarken kıyısından tutunarak kente dağılıyoruz.
Bu sokak, dünkü sokak değil, bu cadde asla değil. Ruhumuzu saran renklerin solgun yüzü bütün duvarlara, kaldırımlara serilmiş sessizliği dinliyor. Bu mevsim aslında ruhların dinlenme saatidir. Renklerin yılan soğukluğuna deri değiştirdiği rüyaların en derinliğindeki umursamazlığıyla yağmura koştuğu ve sığındığı pencerelerin solgun perdesindedir.
Ve zaman İzmirden sonra Diyarbakırdan geçiyordu
Abdullah Efelti, karısı ve yedi çocuğuyla beraber Şırnakın Silopi ilçesine bağlı Bostancı köyü Güven mezrasında yaşıyor, çiftçilik yapıyordu. Sonbaharda gözaltına alındı. Dönemin Jandarma Komutanı Cemal Temizöz ve korucubaşı Kamil Atağa açılan davanın dosyasında, oğlu Mesut Efeltinin 30 Mart 1995te savcılıkta verdiği şu ifadesi yer aldı:
Tahminen 37 gün önce tanımadığımız iki taksi köyümüze geldi. Bir taksi plakasızdı diğeri ise 73 ve son rakamı 334 olan Toros marka binek tipi beyaz bir taksi idi. Bu taksiler gelmezden önce bizim karakol askerleri köyün etrafını sarmışlardı. Yukarda söylediğim iki taksi gelince oradaki askerler bizim evimizi gösterdiler. Babam gelen şahıslara benim ne suçum vardır, dedi. Babama, çocuklara söyle korkmasın seni nasıl aldıysak tekrar seni aynı şekilde köye getireceğiz, dediler. Babamı alıp götürdüler. Abdullah Efeltinin cenazesi 13 Mayıs 1995te Cizre Nusaybin karayolu üzerinde Varlık köyü yakınlarında bir arazide gömülü şekilde bulundu. (*)
Hüzün perdesi Ünlü şairlerden bize kalan son dizeleri çoğaltacak çocuklar yapmalıyız.
Hayat ve rüzgâr hüzün kokuyor. Sokaklar; koşturarak duraklara ve belki de birbirine sığınarak rüyaların soğukluğunu ısıtmaya çalışan insanların donuk bakışlarındaki suskunluğun ilk sayfasıdır. Ortaçağ karanlığını yeni sıyırmış yelkenlilerin bordaladığı rıhtımda eski çımacılar da yok. Martılar akıllı kuşların kanatlarını saklayarak tepeden sessizce geçip rıhtımda, kimsenin hüznünü bırakmadığı babalara oturarak çocukları, gevrek satan çocukları beklemektedir.
Hıncahınç dolu otobüslerin taşıdığı insanların hepsi pencereden yollara anlamsız ve dileksiz bakarak geçerken biraz daha kalınlaşmış bedenleriyle yazdan kalma son gölgeyi de duraklara bırakarak rüzgâra sığınıyorlar
Hüzün var bu kentte. Hüzün var bu kuşlarda Rüzgârında sarı bir ekinin ağırlığı, mısır püsküllerindeki dağınıklığı örterek bakışlarını uzaklara, kız memesi çatal tepeye bırakıp körfeze akan rüzgarın peşinden gitmenin serinliğini, ceplerindeki ellerini çıkararak ısıtıyorlar.
Yanlış besleniyordu insanlar Birbirlerinin gözlerine bakarak konuşmaya az kaldı.
Yine Temizöz davasındaki ifadelerden, babası Ramazan Uykur gözlerinin önünde öldürülen İsmet Uykurun anlatımları: Beyaz bir Toros geldi. Toros marka araçtan inen sanık Tamer Atak, babama araca binmesini söyledi. Babam araca binmeyip yoluna devam edince, 50 metre ileride kaldırımda araçla önünü kestiler. Tamer arabadan indi ve elinde tabanca vardı. Aralarında boğuşma yaşanırken araçtan Kukel Atak indi. Babamı kaleşnikof ile taradı ve oradan ayrıldılar. Ben korkup şok geçirdiğim için olay yerine gidemedim. Çevredekiler kimi korkudan kaçtı, kimi kepenklerini kapatarak olay yerinden uzaklaştı. Cizrede o dönemde korku hâkimdi. Kimin kimi öldürdüğü belli değildi ve insanlar kendi canlarının derdine düşmüştü.
İnsanlar koşturuyor. Yüzleri eskimiş bir halının birbirine sığınmış figürleriyle, korkarak birbirlerine bakıyorlar. Duvarlarda yüzyıllık masalların peşinden koşan ve yenilgiye uğrayan kanatlı atların buruk bakışlarıyla geçmişe yolcu taşıyan trenin buhardan bıraktığı hayalleri buluşturarak güncel hesapların peşinden koşuyorlar. Tanrı birdir. Hayat her gün yenilenen yüzüyle bir önceki günü arayan çocukların işgali altındadır. Sarı saçlarını kendi mevsimine adayan kuşlar ve çocuklar kendi mecrasını oluşturup duvarın dibinde oturuyor. Hiç kimse rahat değil bu kentte. Hiç kimse mutlu değil. Yüzünden ve denizin renginden bunu öğrenen martılar kanatlarını ufuklara armağan etmek için eşyalarını hazırlıyorlar. Bu kente bir şeyler oldu . Kemeraltında çalışan ve her güne yeni bir umut ekleyen yoksul kızların rüyalarında kalan prenslere ait atların bırakıldığı hanlardan geçerek susuyorum. Hüznümü anlatacak ve onlara gerçeği anlatacak şiirler bırakmalıyım. Kendi yüzüne doğru yürümeye çalışan yorgun bir dilenci mendilini açmak için yalnızca ilahi sese inanan cami duvarı arıyordu.
Aranan tanrıydı, saatlerin bütün günlerine armağan edilen duaların kanatlarında
60 yaşındaki Selahattin Akbulut, Diyarbakırın Bismil ilçesine bağlı Kenhizirkan köyü Mehmetşirvan mezrasında yaşıyordu. Koruculuğu kabul etmediği için baskı altındaydı. Defalarca gözaltına alındı, işkence gördü, ölümle tehdit edildi. 21 Haziran 1995te askerlerin Mehmet Şirvan mezrasına düzenlediği baskında sivil giyimli beş kişi Akbulutu evinden zorla alıp Beyaz Torosa bindirdiler, Komutan çağırıyor, karakolda ifaden alınacak, götürüp hemen geri getireceğiz diyerek götürdüler. Ailesi ondan sekiz ay haber alamadı. 26 Şubat 1996da telefonları çaldı, kendini astsubay olarak tanıtan bir kişi, Kuruçayda gömülü olan bir ceset teşhisi için çağırdı. Akbulutun eşi ve kız kardeşi kol ve ayakları kesilmiş tanınmaz haldeki cesedi giysilerinden teşhis etti.