Sayfa Yükleniyor...
Smyrna..Homerosun gözyaşlarını unuttuğu kent Memleketim
Kendi yağmurlarını unutan bulutların dağınıklığını, anlamanın sarhoşluğunu yaslandığı ağaca bırakan İskender, daha rüya görmemişti. Pagos tepesinin eteklerinde saklambaç oynayan çocukların büyütüldüğü ninniler, beşiklerde asılı dururken kapının önünden geçen Homer oğullarından bir şair suskundu İlyadadan aryalar söylemeden geçen beyaz tenli ve beyaz elbiseli kızların başında gün batımı çiçekleri ve imbatın sarhoşluğu vardı. Homerosun kenarında doğduğu Meles çayının çimenlerinde ve ağaç gölgeliğinde yaşayan kuğular, hiç bu kadar şaşırmamıştı. Rüzgar, uzaklarda deniz kokulu şarkılara uçuyordu
Körfezde yırtık yelken bezlerini diken miçoların tutturduğu ezgi, kölelerin bakışlarında özgür kuşlar kadar yabancı dururken, yazıcılar sakindi. Bu kentin kadim tarihinde birçok bilge geçip giderken geriye kalan ayak izlerini taşların yüzüne nakışlayan ustalar, yaklaşan akşamı ve aşkı kutsuyordu. Büyük İskender, uzandığı zeytin ağacının gövdesinde yaprak saklayan karıncaları izlerken daha birkaç rüzgar önce adı Ametist olan meyhanede oturup söyleştiği o ilginç; erkek giyimli güzel Omphaleyi düşünüyordu. Karıncalar dostça birbirine yol verip ağaca tırmanırken, taşıdıkları zeytin yapraklarının kırışıklığında uzun bir öykünün gizemli bir iki harfini ve yeşile sığınan işaretleri görmüştü. O işaretler, Opalin getirdiği Karyanın Altın Bebeğindeki işaretlerin aynısıydı. Ve kehanetlere göre de bütün Asyayı fethedip, Persleride bir daha gelmemek üzere Anadoludan sürecekti. Uzun bir yolculuğun, zaferin ve aşkların çalgıcıları her yağmur sonrasında çadırın önünde toplanarak şükranlarını tanrılara sunarken, İskender, Opale ( Omphale ye) ayırdığı çocuk gözleriyle baktı
Geride, dağların arkasında kalan kızıl çam ormanlarının derinliğini bir çırpıda aşan ve bin bir dehlizin, mağaranın karanlığından aydınlığa ulaşırken ışık tanrısı Apollonun yolunu aydınlattığı Omphalenin cesareti bir tarihi değiştiriyordu. Tıpkı İskender gibi. İkisi de, beyaz mermerden yapılmış Artemis Tapınağı Persler tarafından yakılırken doğmuş ve her ikisi de kaderlerini çizen mitolojik tanrıların beyaz sesli elçileri olarak uzun soluklu serüvenlerin içinde buluşmuşlardı. Yağmur altın damlalarını, aynı renge veren toprağın soylu kızı Sardesin sokaklarında, ılık bakışlarını saklayarak kendi tapınağına doğru gitti. Aynı gün doğan tanrısal sözlerin elçileri ve kılıcı buluşmuştu.
Giden Kim?.. Kalan Kim?..
Nerdeyiz? Buraya nasıl geldik? Bizden önce kimler vardı bu sokakta?.. Bu surları kim niçin yaptı?.. Kimler savaştı evimin köşesinde?. Çığlıkların sevinç ve hüzün bulutlarını tarihe, bize bırakanlar nereye gitti? Kaç kişi öldü ,çocukları nerdeydi?.. Nerde ağladılar?.. Nerde uyudu binlerce savaşçı?. Aşçıları kimdi?.. Nasıl uyuyorlardı çelik soğukluğunda?.. Tanrıları ve kahinleri şarap içerken zavallı köylüler ve savaşçılar, köleler ve ölüler hangi şarkıyı söylüyordu?.. Bu coğrafyanın ilk sahibi kim?.. biz kimiz?..
Ruhumuzu ve beynimizi uçurumdan aşağı atıyorum.. Bu coğrafyada yaşayıp da geriye dönüşleri olan bütün insanların ortak paydasını oluşturan hepimizin süt emdiği bu dağların, tepelerin, surların tapınakların, gözlerine şarap içtiğimiz yılanların, tanrıçaların ve kralların bıraktığı masalların içinde doğup büyümenin büyülü sayfasını hep rüzgara veriyorum.
Biz ordaydık.. Amos kentini işgal eden Perslerin bütün savaş güçlerine rağmen bir bebeğin; Altın Bebeğin, gizemini ve üzerinde bulunan tılsımlı işaretlerini çözmeye çalışan ve bebeğe sahip olabilmek için kehanetlerin peşinde giden binlerce insanın kaderini anlatan müthiş bir kitabın karşısında zaman sustu.
Ay, dolunay tüllerini geceden sıyırıp Apollon Tapınağına ,Didyma ya giderken yolda bıraktığı ayak izlerini bir şairin bulması asla bir rastlantı değildi. Homer oğullarından ve Homerosun mağarasında aynı testiden şarap içmiş olan dostum Raşit Öztürkün, uzun soluklu Karyanın Altın Bebeği kurgusal masalı karşısında nefeslerinizi tutup o anaforun içine, savaş meydanına, kutsal ilahilere, kızgın işgalcilere ve direnen halkların idollerine olan saygıyı da kuşanarak giriyorsunuz..
Usta şair, yıllardır birlikte yaşadığı mitolojik kahramanların pelerinini taşıyarak dolaştığı Kolophon, Mylasa, Labranda Tapınağı, Alinda, Didyma Apollon Tapınağı, Amos, Kaunos, Halikanas, Myndos ,Marsyas gibi o dönemin ( M.Ö.360-340 ) yılları arasında yeryüzü aydınlığını kayalara işleyerek ölümsüz tanrılarını günümüze kadar gönderen Karyalıların işgalci Perslere karşı direnişlerini; özellikle Prenses Adanın hüznünü, kraliçe Egenin genç yaşta öldürülmesinin burukluğunu ustaca kurgulayan Şair Raşit Öztürkü yaşadığımız coğrafyanın pek az kişinin bildiği mitsel kültünü tanımamızı sağlarken, o tarihsel olayları kurgulayarak başarıyla bizimle paylaşıyor.. Roman sayfaları arasında dolaşırken, savaşçılar kadar tedirgin, kral kadar cesur ve bilge, rahibeler kadar itaatkar ve tütsü kokulu bir serinliğin içinden geçtiğinizi duyumsarsınız.
Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir ve Ezra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu ile başlayan Ege uygarlığının izlerini bulmanın ve yaşamanın heyecanı Raşit Öztürkün bu yapıtı ile doruğa çıkmaktadır. Yaşadığımız topraklarda medeniyetin beşiğini yapan ve dağıtan soylu halkların buhur kokulu soluklarını yanı başınızda hissedersiniz. Karyanın Altın Bebeği oylumlu bir yapıt olmasına rağmen ( 528 sf.) elinizden bırakamayacağınız bir yapıt. Özellikle şimdi tatil için, Muğla ilçelerine akın edecek insanların mutlaka okumalarını öneriyorum. Güneşlenmek için uzandığınız kumsalda avucunuza dokunan bir çakıl taşının, bir deniz kabuğunun üzerinde bin yılların söylencesini size getiren işaretlerin var olduğunu göreceksiniz. Serinlemek için girdiğiniz denizin dibinde belki de savaş sırasında kaçırılan bir hazinenin parçaların ışıltısını size saklamaktadır.
Yediğiniz balık, rast gele bir balık olmayıp, kraliçe Adanın sahilde döktüğü gözyaşlarını saklayan ve bu nedenle gözleri hep ıslak görülen perilerden biri olabilir.. Geçtiğiniz yollar; o derin yeşilliğin içindeki kızıl çamlar, Altın Bebeğin bulunduğu gizemli mağaraların içinde akan suyun serinliğini gizleyebilir.. Karşınızdaki tepeler, göründüğü kadar herhangi bir tümseklik değil,tam tersine Karya Prensesinin yılanlarla söyleştiği vadiyi gizleyen bir Tümülüs de olabilir.. Demir katmanlardan oluşan zırha yerleşip, yüreğinin durma noktasında burçlara oturarak Amos şehrinin güzelliğine şarap içen asker, belki de sizdiniz..
Bu yapıtı ancak bir şair yazabilirdi. Tarihsel kurgusu ve mitolojiye tutkusu ile tanınan Homer oğullarından sevgili Raşit Öztürkün hayallerini süsleyen ve yıllardır bizlerden sakladığı hazinenin bu Altın Bebek olduğunu geç de olsa öğrenirken, aslında hepimizin böyle bir bebek peşinde olduğumuzu da itiraf etmemizi de sağlamaktadır. Yazar Öztürk, okuyucuyu ormandan dağa, tapınaktan kaleye sürüklerken, şiirsel imgesini kaybettiğimiz ve bilinçaltında yatan gizemli ruh halimizin kökenini de bizimle yüzleştirmektedir. Şair Raşit Öztürke bu yapıt için teşekkürler..