2

Kıvırcık Saçlı Kızın Öyküsü


  • Oluşturulma Tarihi : 24.01.2015 07:34
  • Güncelleme Tarihi :

Feyza Hepçilingirler..

Kıvırcık hayatın, kıvırcık saçları uysal bir portrede herkesin ablası oldu.  Olmak zorundaydı. Çünkü, kimsenin ablası yoktu ve herkes düz coğrafyanın düz saçlarından oluşmuştu. Ve kentler hep düz bakışlı insanların işgali altındaydı. Çoğunluk susuyordu. Ve çoğunluk kendi şarkısını unutmuş bilmediği dilde Tanrı’sını ve ana dilini arıyordu.

Kent kötüydü.. Beton yığınıydı. Ve yalnızca mangala kül taşıyan zavallı çocuklardan  kalan kıvılcımlarla hayat ısınmaya çalışıyordu..

Kentler işgal altındaydı ve sürekli birileri tarafından düzeltiliyordu düz olan yanlıştı.. Düz olan birilerinin çizdiğiydi.. Düz olan  suskunluk ve  teslim olmaktı.. Düz olan  değişmeyen kaderdi.. Devrimin yolu engebeliydi. Aşk zordu.. Dürüst olmak hüzündü, çalışmak ve üretmek bedel taşıyordu.. Hayat ve devrim kıvırcık saçlıydı.

Kirli duvarların sloganları her gün siliniyordu. Ve her gün güzel yüzlü çocukların vurulduğu saatlere kan taşınıyordu. Hayat yeniden filizlenmek için yürüyüşe katılan gençlerin çığlıkları arasında haklı talepleri de vardı.. Kıvırcık saçlı kız ordaydı.. Büyümüştü ve her gün bir slogan boyunda hüzünleniyordu. Okul, çocukluğunda sakladığı kıvırcık ağaçlarla kaplıydı. Bütün binalar her gün yeniden boyandıkça bazı sözcükler saklanıyordu. Zaman devrim zamanıydı. Ve yeniden doğuşun, özgürlüklerin eşit ve adil paylaşımın ırmaklarında  yıkanan rüzgarın marşlarla kapıdan geçişini selamlıyordu. Çocukluğunda da kar yoktu, şimdi de. Ama üşüyordu. Küçücük ellerini yine küçücük bir parkanın  ceplerinde sakladı.

Hayat ihanetleri de taşıyordu.

Ve faşizm bütün kapıları tutmuştu. Ağaçların rengi sorgulanırken en çok sevdiği sözcüklere baktı. Ses ve sözcükler tutsak alınmıştı. Bütün renkler ve sesler, öğrenciler, okullar ve öğretmenler suçluydu. Kıvırcık saçlı kız büyümesine rağmen, çocuklarının serçe ürkekliğindeki yüreğini kentin bütün direnen sokaklarına taşımıştı. Zaman kara bir Eylül’ün zindanlarına dışarıdan bakıyordu.. Artık o sakıncalı kıvırcık saçlı bir kızdı. Öğrencisiz öğretmendi. Okulsuz ve sınıfsız ve soluksuz kalan kuşların arasına dağılarak ellerini ısıttı.

Kitap.. Öğrenci.. Okul.. Hayat ve devrimin bütün takvim sayfalarından sevdiği sözcükleri toplayıp çocuklarına dağıttı. Artık o kocaman bir anneydi. Zindandaki bütün çocukların, dışarıdaki bütün çocukların  göz rengindeydi.

Hayat sakıncalıydı.. Bütün sözcükleri toplayıp boğulan bir kentin batısına sığındı. Batı, aydınlığın küçük kardeşiydi. Ve batı, yeni doğacak  bıçkın çocukların saçlarını ve hayallerini saklıyordu. Yeni bir limandan  karaya çıkmanın sarhoşluğunda  bütün tayfalar sahilde toplanıp hayatı kutsuyordu. Yolculuğun yeni limanından sürekli yelkenliler geçti..

Kent beyaza benzediği günlerde kitaplar da sıradaydı.   

Sabaha uzanan rüyalarda  “Eski bir balerin”in  terk edilmiş evinin bir köşesinde  “sabah yolcuları” olarak “ürkek kuşlar”ı yoldaş bildi. Sevdalar boyunca çocukluğundan kalan sesleri takip ettiğinde “kırlangıçsız geçti yaz” demeden direndi. Kıvırcık kıyılarda sakladığı  bebekler arasında hiçbir zaman unutmadığı  boncukları özledi. Çünkü, yalnızca  onun bildiği ”arada aşk vardı”.. Aşkın adını Pelin koydu.. Saklamalıydı, saklanmalıydı, kentin kahverengi yüzüne karşılık uçup kıvırcık kıyılarına gitmeliydi.. “Harflerin gizli dünyası”nda, “uçtu uçtu pelin uçtu” diyerek  büyülü bir sahnede  “üç nokta çizgi” çekerek  “çirkin prenses”i  “üç valiz iki sandık” içinde  “anne kimdir” diyerek  kıvırcık kıyılarına gönderdi.

Zaman kendi saatlerinde kaybolduğunda, ıslık çalarak geçen çocukların peşinden gitti. ”Yıldızların suya döküldüğü”, “Dilin zamana dokunduğu”, “Rüzgarın göğe savurduğu”, “Tohumun toprağa düştüğü” “Filizin boy verdiği”, “Ekinin harman olduğu” sayfalara dokunarak dolaştı.. Ayak izlerine, onu takip eden kuşların kanatlarından birer tüy bırakarak kendine yarattığı kıvırcık masallar arasına çocukluğunda öğrendiği kuşların son şarkısını bırakarak geri geldi..

Hayat yorgundu.. “Türkçe off”,  “Dedim ah !”.. “Dilim dilim anadilim -Türkçe off”… kendisine sorulmadan, “Nasıl pop yazar olunur” deyip  “Bu dağların karı erimez” türküsünün  aralarında şiir yerine   “Öyküyü okumak” için  sustu.

Susmak ona göre değildi.. Kıvırcık saçlı hayatlar için içten içe  haykırmanın melodik yapısını  rüzgardan ödünç alırken, kıvırcık ağaçların dallarına ve Cunda’nın  sokaklarına takılan  uçurtmaların hayat kadar renkli olması gerektiğini  söylüyordu.

Kıvırcık saçlı kuşların şarkısını söyleyen kıvırcık saçlı kız, benim ablamdı.

Toplum içinde Feyza hocam, kimse yokken Feyza ablam..

Sonra büyüdü hayatın renkleri. İzmir’den  uzanan yolların burukluğunu İstanbul’a taşıdı. Kent büyüyen yüreğiydi. Özlemleri ve haykırmak istediği sayfadaydı. Akan bulutların izlerini boğazdan bütün kıyılara taşıdı. Her koyda ve her sayfada Ayvalık’a uzanan  kıvırcık hayallerini, sürekli büyüyen kuşların türküsünü çocukluğundan çıkarıp  büyüklere ve kavgalara dağıttı. Kuşlar büyüdü, Pelin uçtu, çiçekler papatyaya sığındı. Okyanus ötesinden kendi bebekliğini sevdi. Kendi izlerini ve saçlarını çoğaltarak yeni öykülerin kahramanlarını resim defterinden çıkarıp hayata yapıştırdı. Avuçlarında hep zeytin renkli çocuklar ve şarkılar saklayarak yürüdü. Yürümek, direnmekti ve aynı zamanda kuşlara kanat olmaktı.

Sonra, zaman uzun bir yolculuğun donduğu noktada kaldı. Feyza ablam hep küçük hayallerin burukluğundaki yalnızlığa sığınırken kimseye yüreğini göstermeden dolaştı sokakları. Renkli taşların izlerinde çocukluğundan kalan özlemlerini çıkarıp yine çocukluğunda beklediği yelkenliye yükledi. Beyaz  köpüklerin sesinde rüzgar hep  mavi şarkılara düştü. Hep ıslaktı yüreği, hep kıvırcıktı hayalleri ve  kendine sakladığı elleri.

Kıvırcık Saçlı Kızın Öyküsü
Ümit Yaşar Işıkhan
Yazarımız Kim ?

Ümit Yaşar Işıkhan