Sayfa Yükleniyor...
Biz çocuk değildik aslında. Birden birileri çekti gökyüzünü perdesinden. Ve birden, cemseler geçti, ambulanslar ve hızla bize yetişmeye çalışan tanklar, uçaklar, bombalar, hapishaneler, ölüm ve devrim şarkıları. Birileri ölüyordu. Biz ölüyorduk. Faşizm kışlasından çıkmıştı.
Hep sen geleceksin diye bekledim. Saatler de bekledi. Duvarlar, çiçekler ve korkuyla tepemizden geçen kuşlar. Sokaklar, komşuların beni izleyen bakışları, titreyen perdeler ve hüzünlü bir sabahın köşelerinde kalan bütün anılar. Sen yoktun...
(*) Kimler susmadı ki dar sokaklarda
Kimler ölmedi ki gün doğumu
Aynı deli pırıltılarda çiçek
Biz ağlamıyorduk, biz gülmüyorduk
Parkın içindeki odayı vermezler cane
Ve her akşam aynı saatte geçen kedi
Bizi bize geri vermezler
Vermezler cane
Sessizce kendi çığlığını içine gömen buharlı trenin arkasından baktı içimizden dışarı çıkan çocuklar. Ellerinde fuardan geçerken kopardıkları karanfil kokusu vardı. Gözlerinde buğulanmış bir hayatın açlıklarını sedeften bir tomurcuğa düşürdü hayat. Büyüyen biz değildik aslında. Giden de biz değildik. Birileri asfaltladı kırık oyuncakların arasında saklanan parkımızı. Birileri attı mendilin sarısını yolumuza ve aslında konuşmadan ve arkasına dönüp bakmadan giden de biz değildik. Bir rüyadan uyanmıştı hayat. Biz kuşatılmıştık aslında. Biz işkence yapılan devrimcilerin son şarkısıydık. Ölenlerin son elleri ve soğuyup kenara atılan tank paletlerinin altında yatanlardık. Çocuktuk aslında, hem de efendi çocuklardık mahallenin bekçisi geçerken sırtımızı dayardık ağaçlara.
Ve İzmir
Yıkılmış bütün sevda duvarları
Üşüyen biz miydik
Ölen çocuklar mıydı
Kalleş bir kurşunun döküldüğü
Sen de biliyorsun cane,
Artık bütün babalar gibi
Kara yaslıdır şiir
Günlerin en uzunu, çocukların en küçüğü, aşkların en büyüsü, açlıkların en delisindeydik. Büyüyorduk, biz birbirimizi büyütüyorduk. Biz büyüdükçe ölüyorduk. Üşüyordu zaman, üşüyordu her şey yokluğunda. Sen yoktun, sen gitmiştin ve ben senin arkandan gitmiştim. Her yöne, ayrılıkların bütün yönlerine tuz döktüm. Gözlerimin uykusuzluğuna düştüm o yollardan. Yalnızdım ve soğuktum. Gitmiştin, gitmiştim Ellerimizin sevişirken bıraktığı sıcaklığı üşüdüğüm mevsimlere taşıdım.
Oysa gidecektik cane
Daldır gözlerini serin sular
Gök aynı sevda denizi
Gök aynı Yeşilırmak kıyısına
Mevsimler mi değişti Cemseler, tanklar ve uçaklar beni kendimden kaçırıyordu. Ellerim sıkıca sarıldığı bir rüyadan zorla koparıldı. Askerler vardı elleri ağır silahlı. Ölüm vardı aşkın kıyısında. Beni götürüyorlardı, seni götürüyorlardı ve kapalıydı dükkanında aşk tanrısı.
Gidecektik biliyorum. Hep gidecektik ve hep yolcuyduk dünyanın bütün mazlum halklarına. Ekmeğin kutsalına, devrimin sabahına, sarhoşluğun aşkına, çocukların oyuncağına, sesinde huzur saklayan ırmakların şarkısına. Komşu evimiz de olacaktı. Kütüphanemiz ve daktilosu şiirlerin. Devamlı yazacaktık, hep yazacaktık ve sustukça kalemi kıracaktık aşkımızda. Çocuklara pamuklu şeker kendimize bir bardak sübye ve arkasından kaleye çıkıp denize yelken olacaktık.
Önce sen gittin.
Önce ben gittim.
Sonra bütün yollar ayrıldı kentlerin damarlarına. Sessiz bir yağmur tanesini bırakarak ayak izlerimizde. Hep yorgun uçtu kuşlar ve sonra tütsülerin dumanından düşen çocuklar, sonra ninniler kesildi hayatın ve öldük.
Şimdi
Doğacak kara kaşlı bir çocuğun
Haykırışıdır rüzgar
Ve ellerim
Ve o koca yürek
Bir aşk işçisidir direnç
Yaşamın gözbebeği
Sensiz, mayıs daha uzak
Bir masal böyle başlamıştı uykusuna. Gökyüzünden düşen elmaların hepsi denize düştü. O günden sonra hep ölü doğuyor imbatın eşliğinde balıklar. Ve o günden sonra şiir sustu kendi yaralarına. Çocukları kalmadı hayatın. Parkları askeri barınak yaptılar. Ağaçların gölgesini uçaklar çaldı. Bulutları bakışlarıma verdiler. Hüznün telinden düşen şarkılar çalındı meyhanelere ve ben ardından gittim yolların. Ve ben ardında kaldım rüyaların.
İşte cane
Seni sevebilirim güneş yangını
Seni öldürebilirim yaprak
Seni sarabilirim rüzgar
Seni öpebilirim
Ve sonra ben
Ben de gidebilirim..
Önce ben gittim
Önce sen gittin
Ve sonra biz gittik, çocukluğun yarım kalan aşklarına. Her şey uykudaydı zaten. Ellerinin ve ellerimin sıcaklığı evin son perdesinde kaldı. Çekildi zaman. Karardı hava. Düştü yağmur, soldu çiçek, kanatsız kuşlar, renksiz kelebekler, sokağa düşen ayak sesleri ve öksüz hayat Hepsi birden ve hepsi kaybolan iki çocuğunu arıyorlar
Söz etme vurulduğumuz kıyılardan
Dışarıda yağmur yağıyordur
Sırtı dönük bir çocuk ağlayacak
(*) 1986 yılında yayınlanan bu şiir 2000 yılında Avusturya da yaşayan Müzisyen Cemre tarafından Yol çekilir gibi değil adıyla bestelenmiştir.