2

Kuşların En Küçük Kardeşi… Sedat Peker


  • Oluşturulma Tarihi : 27.02.2016 07:52
  • Güncelleme Tarihi :

Uzun soluklu masallardan kaçıp gelen kuşlar, son şarkılarını söylemek için koşturan çocuklara hüzün bakıp kanat verdiler... Zaman durmuş saatlerin içinde usulca kabuğuna çekiliyordu… Çocuklar, çocuk olmanın rengindeydi. Ve uzun kuyruklu bir uçurtmanın peşinden uçarak kuşlara doğru koştular... Kanatlarıyla anılarını saklayarak kondukları Kadifekale’den körfeze son kez uçmanın serinliğini, yağmurun ılık damlalarıyla gözlerine silip sustular… Gözleri buğulandı çocukların, kuşlar kanat renklerini kızıla boyayıp attılar yolun taşlarına, hayatın sığındığı renklere, rüzgârın kardeşliğine, kurtuluşa… Devrime…

Bu kuşların en küçüğü Sedat Peker’di.

Yıl 1961 Sivas’ın sabahın serinliğine sığınmış sığırcık kuşların birbirine anlattığı soğuk şarkılar eşliğinde ilk ninnisini pencereden hayata atan çocuk… Bütün mevsimlerin donuk fotoğraflarını türkülere nakışlayarak, gözlerinde çoğaltarak soylu bir hayatın ilk adımlarına atıyordu. O rüzgârın kardeşiydi ve bir fırtınanın beyaza sığınan çocukluğunu ellerinde salçalı kuru ekmekten başka yiyeceği olmayan çocuklara armağan ederek büyüyendi.

Mevcut renklerin dışına uçmanın yasak olduğu ve her şeyin ve herkesin haki renklere sığındığı veya kaçtığı saatlerde sakıncalı bir piyadeydi Sedat. Orta boylu, ışıl gözleri ve kuş çığlığı elleriyle sevdasına daldı bir kavganın. Bu kavga halkın kavgasıydı… Bu kavga ekmek ve özgürlük bu kavga daha güzel günlere aşk renklerindeydi.

Büyük kente geldi Sedat. Smyrna’nın betona armağan edildiği saatlerinde, kent ölüyordu… Kirliydi sokaklar. Kirliydi insanlar. Kirliydi su ve kirliydi ekmek… Kuşların en küçük kardeşi, Sedat, ürkek, suskun ve şaşkın bakışlarını yüreğine sakladı.

Herkes yaralıydı… Kuşlar ve işçiler, öğrenciler ve hayat, kuşlardan düşen; daracık sokaklardan gökyüzüne bakarak rüyalarını anlatan çocukların çığlığıydı… 

Sonra işkenceleri başladı bir tarihin… Karanlığın sesini Eylül’e armağan eden zebanilerin tankları geçti kuşların gökyüzünden… Önce çocukları öldürdüler dağlarda… Sonra barikatlarda marşlar söyleyen çocukların sesini boğdular...

Sedat suskunluğunu deklanşör’ün yüreğinde çığlığa aktarıyordu.

İnce ve uzun bir öykünün sözcüklerini saklayarak karanlık odaya hapsedip, aydınlığa, güvercin kanatlarına, umudun renklerine çeviren bir masalın ilk kahramanıydı… Sedat, sevdaya koşan kuşların kanatlarını boyayarak çocuklara dağıtıyordu.

Yalnızca kuşlar görüyordu ufukları. Yalnızca ufuklara gidip gelen kuşlara inanılıyordu. Ve onlar geleceğin şarkısını söyleyen kanat çırpınışlarını çocuklara öğretenlerdi ve Sedat havarisiydi bu okulun.

Okulun adı gazeteydi… Dergiydi… Aydınlık’tı, Milliyet’ti, Evrensel’di, Temmuz’du, Yeni Sanat’tı… Hayattı, aşktı, şaraptı ve yelkovan kuşlarının ardından bakan küçük çocuklardı. Yaşlılardı, ekmeğin kurumuş rengini yüzlerinde ısıtandı, Can’dı ve deli bir aşkın, kavganın militanıydı, şiiriydi gözleri… 

O tarihin en çocuk tanığıydı sokakların. O tarihin en çılgın sokağındaydı çocukluğun.

Ağlayan bir halkın, tarumar edilmiş bir ülkenin fotoğrafını çekiyordu…

Sedat Harran’daydı. Sedat bir kuşkanadı Hasankeyf dağlarında, Mezopotamya’nın hüznündeydi. Sedat tarihin utancını kaydetti parmaklarıyla. 

Sedat kuşların en küçük kardeşiydi… Kuşlar bu kentin yaralı çocuklarıydı…

Sonra ses oldu Sedat.

İnce bir yoldaki marşların içindeki derin bir sızının şiir sesi Menemen Çağrı Radyo’da… Sesi oldu direnişin, sesi oldu barışın, sesi oldu aşkların, kardeşliğin ve soylu kavgaların.

Yoldaşı oldu kara trenlerin. Barınaklarda köpeklerin, dostu oldu kedilerin, savaştan kaçanların, dağlara sığınanların, yaşlıların, dikenli tellerin, açlıkların ve yeryüzündeki bütün çocukların. 

O bir kuştu aslında. Ve en çok da uzakta olan kızını, hayatının anlamını sakladığı Gizem’di rüyalarında... Sıcaklığını, ellerini özlediği kızıydı... Gözleri dalıp ufuklarda aradığı aşktı… Özlemdi, sevgiydi sıcaklıktı, ekmekti ve hüzünlü şaraptı yanında… En hafif ve en ağır yüküydü Sedat’ın bu hasret… En uçarı kanatları aldığı ve yalnızken gölgesine sarılıp da yattığı Gizem’di aslında. 

Önce kuşlar terk etti bu kenti... Sonra Sedat…

Ne çabuk büyüdü zaman ve ne çabuk kanatlarını beyaz bir kefene bırakıp gitti o kuşlar…

Bu kent ne kadar karanlık... Bu gökyüzü ne kadar bulut… Bu rüzgâr ne kadar ölü… Bu barikatlar, bu sessizlik, bu suskunluğa el sallayanlar ne kadar çok… Ne kadar yağmur yağsa yine de yıkanamayacak ey ulu suskunluk…

Kuşlar gitti… En küçük kardeşleri de… Bütün renkler sustu.

Yağmur bildiği gibi yağabilir artık. Bütün sevgililer, istedikleri sokakta kalabilirler… Çığlıklar içine düşebilir şiir... Takvimler ilk basamaklarında,  fotoğrafın bir rakamında asılabilir hayat.

O kuşların en küçük kardeşiydi Sedat…

Biliyorum… Hoşça kal demeden gitmesini bilir kuşlar. Kanatlarını kendi kanlarıyla silip onaranlar onlardı zaten. Kendi gözyaşlarıyla parlayan tüylerindeki son öpücüğü de bırakarak…

Kanatlarını kendileri boyayan ve gözlerine hep yol çizenlerdi... Şarkılarını yalnızca duyanlara armağan edenlerdi onlar… Hiçbir şey istemeden ve beklemeden aydınlığa uçanlardı. Kırık kanatlarını saklayanlardı. Ve derin bir bulut içinden geçerken sessizce ağlayıp, sevgililere yağmur gönderenlerdi… Onlar çılgın, onlar dünyanın kederini kendi tarihlerine işleyenlerdi. Büyümeyen çocuklardı… 

Kuşlar… Yoldaşlarımız… 

Bu kuşların en küçüğü, en narini ve en çılgını Sedat Peker’di.

Kocaman yüreğiyle kuşlara uçmayı öğretendi. Ekmeğini ve yüreğini paylaşandı en yoksul saatlerinde. Yüreğini bir çengele asıp ağlayan babaydı, sınır boylarında aç yatan çocuklarla… Ağıt yakan annelerle anne, başını hüznün avuçlarına gömen amcaydı. Suriye’deydi, direnen cephelerdeydi, Irak’ta, Küba’da, Che’nin yoldaşıydı, Venezuela’da Chaves’in, Carlos’un kardeşi, Afrika’nın çığlığındaydı, Afganistan’ın, Anadolu’nun  dağlarında şakayık, İzmir’ de Hasan Tahsin’di... İstanbul’da Gezi direnişiydi… Aşktan barikata, sığınaklardan kavgalara uçan kuşların en delisiydi. Ufuklara baktıkça, kuşların izlerinde sessizce ağlayandı… 

Yağmura saklardı gözlerini Sedat…Kedilerin, köpeklerin abisiydi… Komşusuydu barınakların, gece yarısı nöbetindeydi ağaçların, derelerin, ağlayanların ve gün geçtikçe zehirlenen bu kentin.

Hoşça kal Sedat Peker... Hoşça kal yoldaş…

Bizim için üzülme artık... Git… Gittin… Kuşlar ve yıldızlar yoldaşın olsun…

 

Kuşların En Küçük Kardeşi… Sedat Peker
Ümit Yaşar Işıkhan
Yazarımız Kim ?

Ümit Yaşar Işıkhan