2

MARDİN’DEN İZMİR’E -1


  • Oluşturulma Tarihi : 22.09.2015 06:44
  • Güncelleme Tarihi :

Mardin… Zamanın tarihe soyunduğu sahnenin en gizemli sayfasında yer alırken  kuşlar susar. Bu kutsal sözün veya Mardin için yapılan tanımların içindeki büyüsel rüzgârı her an hissederek yaşamanın artılarını yüklenmiş olarak İzmir’e geldim. Bireyin hayat formatını; “alt bilinç-üst bilinç oluşumu ilk altı yaşına kadar şekillenir” söylemi doğruysa benim bakış açımı, duygu ve düşüncelerimin naif yelpazesi Mardin’de şekillendi diyebilirim. Mardin’de doğmanın o büyülü ortaçağ mimari ruhunun insanda bıraktığı kanat izlerini taşıyarak başka kentlere gitmeniz o kentle olan ilişkinizi veya rüyalarınızı değiştirmez.

Herkesin dost olduğu, herkesin yardıma koştuğu, acıyı ve mutluluğu paylaştığı, kışın kar altında beyaz, yazın dam üstünde sarı olduğun bir coğrafyanın efsunlu akrep ve yılanların birlikte yaşadığı başka bir kent yoktur. Çan sesi ile ezan sesinin birbirini tamamlayan ruhani melodisi, binlerce kilometre uzaklığa ulaşan Mezopotamya ovasına yayılırken, kenti oluşturan taş evlerin damlarında ve teraslarında meneviş kokulu bir rüzgâr konuk olur. Konuklar önemli ve değerlidir Mardin’de. Dışardan gelen herkesin yabancı sayıldığı, önemsendiği, korunduğu, doyurulduğu ve işi varsa, işi bitinceye kadar eşlik edildiği son bilgeliğin ve belgeliğin kadim kenti olarak bırakmıştım.

İzmir de Namık Kemal lisesinde tarih öğretmenliği yapan rahmetli Hamdi Okyar; büyük dayımızın ilkokuldan sonra beni alıp, okutmak istemesi ailece İzmir imbatına sarılmamıza neden oldu.

Başka nedenler de vardı tabi. Babam, dedem gibi  Suriye’deki akrabalarımızdan mal getirip satan ve en son gidişinde rüşvet vermelerine rağmen sınırda yakalanan malları-sermayesi sonrasında, artık  bu kenti terk etmeliydik. Kentin suçu yoktu ama bu kenti terk etmeliydik. Ve öyle oldu. 1968 yılında Basmane Kapılar semtinde Afyonlu komşularımızın oturduğu kortejo-aile evine yerleştik.

İzmir… Işıltılı büyülü bir kent. Faytonların, yorgun atlarıyla pavyonların ( gece kulübü)  önünde sıralanması, Basmane’deki otobüs terminalinin, sebze meyve halinin, tren istasyonunun buluştuğu noktada, semtte yaşamak o dinamizmin, hareketin içinde sıkılmadan yaşamaktı. Yan yana sıralanmış üç odanın ahşapları arasında farelerin gürültülü bakışları arasında birbirimize sığınarak uyurduk.

Babam, Aliağa rafinerinin inşaatında işçi. Ben ve kardeşlerim İzmir’i tanımak ve dolaşırken kaybolmamak için dış kısmı terleyen toprak testide bardakla su satma işine başlarken, şaşkınlık içindeyiz…

Oymalı taşların birbiriyle seviştiği, sarılarak müthiş motiflerin birbirine dolandığı evlerin duvarları yerine şekilsiz ve ruhsuz yükselen beton iskeletleri, duvarları ve bahçesiz evlerde yaşayan insanları algılamakta zorlanıyorduk. Yüzlerce polis, yüzlerce zabıta bu kenti işgal etmişti. Akşam saatlerinde tütün ve incir mağazalarından dağılan işçilerin çokluğuna ve kadınların çalışıyor olmasına hep şaşırırdık.

Mardin’de oymalı taş avlulu, bahçeli evler gitmiş, birbirini boğazlayan, birbirinin tepesine binen renksiz tuğlalı evler  ruhumuzu öldürüyordu. Saygı ve sevgi gösterileri farklı, kavga ve sonrası muhabbetler bizi şaşırtırdı.

NOLUYOR YA !

Mardin’de, kalabalık ailelerin yaşadığı evlerde yer sofrası kurulur, önce aile büyükleri, sonra diğerleri oturup yemek yerdi. Kalabalık oldukları için aynı an da yemek yemeleri mümkün değildi. İzmir de, küçük aileler… hop, herkes aynı an da sofrada yemek yer ve elden ele tabaklar mutfağa taşınırdı. Mardin’de erkeklerin ev de bir iş yapması yadırganır ve ayıplanırdı. Önce yemeğin en güzel yerinden yer, sofrayı ve tabakları kaldırmaz, su içme sırası bile önce onlardaydı. Oysa İzmir de kim kime-dumduma.. Erkeklerin egemenliği, ayrıcalığı yoktu.  Herkes aynı anda, yemekte, eğlencede, gezmede… Dışarda, herkesin göreceği şekilde yemek yenmez, yiyenler de ayıplanır ve  hoş görülmezdi…Ya yaşlı biri gördüyse, hamile bir kadın veya çocuk görüp de canı çektiyse, ya alacak paraları yoksa… Bu nedenle toplum içinde, elinde yiyecekle gezemezsin… Ramazan da oruç tutmasan bile, bunu kimseye söyleyemezsin, kimsenin önünde yemek yiyemezsin… Büyük konuştuğu zaman küçükler susar, dinlerlerdi. Her akşam evde pişen yemekten hemen yan komşulara kokusu gitmiştir diye birer tepsi gönderilir, onlardan gelen yemek de ret edilmezdi. Yemekten sonra mutlaka çay içilir, meyve ve çerez tabakları dolaşırdı. Sonra yaşlılardan öyküler ve masallar.. Sonra gökyüzünün derinliğini seyrederek, sonsuzluğun ışık seline sarılıp rüyalarımızı beslerdik.

İzmir böyle mi ya!  Kim kime dumduma…

Kadın erkek herkes çalışmak zorunda. Ellerinde yiyecekleriyle dolaşıyor insanlar… Yaşlıyı, yoksul insanları takan yok… Yemekten sonra herkes kapı önü muhabbeti... Bazı akşamlar, şarap içen komşuların kavgaları… Kanlı bıçaklı… Yarım saat sonra kavga eden birbirini kesmek-biçmek isteyen insanlar yan yana. İçmeye devam… Büyükleri takan yok… Herkesin elinde çiğdem kapı önünde çıt… çıt… Yazlık sinemalar… Cincibir gazozu, tütün kolonyaları… Pereja kokusu. Fuarın çılgınlığı… Aynalar, dönme dolaplar, sihirbazlar, şarkıcılar, akasyalar, yüzlerce otobüs… Beyaz saçlı buharlı trenlerin buhar demetleri arasında sarılanlar, ağlayanlar… Binlerce insan… koşturanlar, gezenler, parklarda oturanlar.. Pazarcılar, gevrekçiler, odun ateşinde pişen kahverengi yumurtaların yanındaki boyozlar… İlk defa gördüğümüz  enginarlar.. Hayat çılgınca akarken biz şaşkın şaşkın bakardık…

Noluyo ya! Mardin’den, küçük ama derli toplu kentten gelen bizler bu müthiş kargaşa içinde kaybolmamak için birbirimize kenetlendik. Diğer kentlerden gelenler de aynısını yapıyordu. Hemen hemşeri sokakları ve mahalleler oluşmaya başlamıştı… Aslında bu korku işaretiydi… Tıpkı yurtdışında yaşayan azınlıkların hep aynı sokakta, mahallede ve olanaklıysa aynı iş yerinde çalışmalarının temelinde şaşkınlık ve korku vardı. Küçük kentte, hayata hâkimsin. Her yer bildiğin ve herkes tanıdığındır. Bu nedenle orda yaşayanlar daha özgüvenlidir. Ve daha mutludur… Kaygıları yoktur. Paylaşımcı ve dürüst olmak zorundadır. Çünkü herkes birbirini tanır. Geleneksel hale gelmiş mahalle baskıları, toplumsal düzen ve saygıyı zorunlu kılardı. Hırsızlık yok, herkes seni ayıplar ve dışlardı… 

Büyük kent… Sanayi kenti… Limankenti… Eğlence ve ticaretin birbirini beslediği levanten kültürün damgasını vurduğu veya şekillendirdiği İzmir kenti. Yaşam kültürü; eğlence, paylaşım, sevgi, saygı, iş hayatı, komşuluk ilişkileri, arkadaşlıklar, aşklar ve kavgalar farklıydı. Ben de farklıydım… Ne Mardinli kalabildim, ne de İzmirli olabildim…

MARDİN’DEN İZMİR’E -1
Ümit Yaşar Işıkhan
Yazarımız Kim ?

Ümit Yaşar Işıkhan