NAZIM HİKMET’İN SÜRGÜN ARKADAŞLARI


  • Oluşturulma Tarihi : 06.06.2015 08:08
  • Güncelleme Tarihi :
NAZIM HİKMET’İN SÜRGÜN ARKADAŞLARI  yazının resmi

“ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya”.

ona sorarsanız : “lafı bile edilmez, mikroskobik bir zaman.”
bana sorarsanız : “on senesi ömrümün.”
bir kurşun kalemim vardı ben içeri düştüğüm sene.
bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
ona sorarsanız: “bütün bir hayat.”
bana sorarsanız : “adam sen de, bir iki hafta.”

Koca bir çınarın gölgesinde kalmışız gibi akıp duruyor hayat. Gölgelikte, derelerin dibinde bir yosunun balığa kaçar gibi süzülmesinin içinde; hem balık, hem dere, hem yosun olmanın ortak paydasında akıp duruyoruz..

Dünya şairimiz Nazım Hikmet aramızdan ayrıldığından beri, onun deyimiyle: elli iki  kez güneşin etrafında döndü dünya… Ve biz o çılgın döngünün mikro hücresi olarak peşinden koşuyoruz zamanın.

Bu ülkenin ve Türk şirinin yüz akı Nazım Hikmet... Her dilde ve her renkten ve inançtan insanların, mazlum halkların şairi, sevdası, kavgası, aşkları..

Otuz yıldır yurt dışında hangi ülkeye, hangi festivale gittiysem... Türkiye’den katıldığımızı söylediğimde, karşımdaki şairler heyecanla…  “Oo Nazım Hikmet’in memleketi”…

Yurt dışına, değişik ülke şiir festivallerine katılan bütün arkadaşlarım buna benzer onur  sayfasını yaşamışlardır… Bu süre içinde elbette Nazım Hikmet’i tanıyan, bilen, seven ve üzülen  birçok şairle de tanışma olanağını buluyorsunuz..

Hepsi de sanki aynı zaman diliminin aynı kahramanları gibi; şiirleri ve  toplumsal kaygıları nedeniyle  bedel ödemiş insanlardı. Elleri aşk ve emek kokardı… Ama hiçbiri vatandaşlıktan çıkarılmamıştı… Bir süreliğine veya ülkelerindeki iktidarlar değişinceye kadar sürgüne gönderilmişlerse de bir süre sonra vatanlarına dönmüşlerdir..

1986 yılında Irak-Bağdat “Mirbed Uluslar arası Şiir Festivali” Dostum güzel insan şair Abdullatif Benderoğlu  heyecanla, Irak’ın en ünlü şairiyle tanıştıracağını söylüyor… Babil Hotelin lobisinde oturan  Abdulvahap El Beyati… Tanıştırıyor… Türkiye’den geldiğimizi duyunca gözleri buğulandı El Beyati’nin…

Nazım Hikmet’in memleketi…

Moskova’da tanışmışlar… İkisi de sürgün… Eleştiriye, gerçekleri söyleyenlere tahammülü olmayan ülkelerindeki faşist yöneticilerin kurbanları… Nazım Hikmet’in vatan hasretini, Mehmet’e olan özlemini anlatıyor… Gözleri yaşarıyor orta boylu, yağız esmer ve üst dudağını süsleyen ince  bıyıklarıyla, El Beyati… “Hep ufuklara bakardı Nazım… Aniden gelecek bir haber bekler gibiydi… Dalardı sustuğunda… Her şeyi vardı… Şan, şöhret, hayranları, kadınlar, ama buruktu Nazım… Gülerken bile gözlerinde hüzün okunuyordu. Buruktu… Vatan hasretiyle yandı Nazım… Oğluna olan hasretiyle gitti, kardeşim.”

   Abdülvahap El Beyati, İspanya Madrid’de Irak Büyükelçiliğinde ataşe olarak hayatını sürdürüyor… Ailece ordalar… Küçük, zayıf esmer kızıyla tanıştırıyor… Üniversite öğrencisi ve şiiri seviyor… Özellikle Nazım Hikmet’i… Bizi masada bırakıp odasına çıkıyor şair… Elinde şiirlerle geliyor… Nazımla kol kola yürür gibi dimdik ve kartal bakışlarıyla sevdamıza dokunuyor…

Nazım’a yazdığı şiirleri  mırıldanıyor yavaşça…

Sürgünden Dönmek 
Yeniden doğmaktır ölüm
Dönüştür kucaklaşmak sarılmaktır sımsıkı
Kumlarla çakıllarla sislerle kayalarla
Işıklar söndü ve unutuldu bir çiçek 
Açık duran bir kitapta
Bir bülbül bekledi ormanda
-Nazım geldi! Kim çaldı kapıyı
Sürgünden döndü Nazım bulutlarla kuşlarla
Ve deniz beklerken O’nu
Ağaçlar taşları devirdi coşkuyla
Açın kapıları Nazım geldi Anadolu’ya 
Asma kütükleri suluyor
Zeytin fidanları dikiyor tepelere dağlara
Ve teriyle ıslanıyor kirpikleri
Açın kapıları açın… Nazım geldi. 

Bu şiiri Arapça okuduğunda  gözleri yaşardı  El Beyati, gürül gürül akan bir ırmağın hüzün melodisini Arapça’nın  mistik ve derin söylemiyle ruhumuzu yıkadı… Şimdi aynı şiirin Türkçesi’ne bakıyorum da  müzik… Ruh yok… Gitmiş... Bu nedenle  şiiri ana dilinde  dinlemek gerekir galiba… Zaman durdu… Biz geçtik… Şairler geçti hayat sahnesinden…

Salona uzun saçlı uzun boylu ve yakışıklı bir adam giriyor… Arkasında gazeteci ordusu, kadınlar, kızlar, gençler… Hayranları… Tanışıyoruz… Arap Dünyasının en ünlü şairi Nizar Kabbani… Bizdeki Ümit Yaşar Oğuzcan gibi… Aşk şairi diye başlamış daha sonra ”Esmerani” kitabıyla Arap şiir anlayışını değiştiren, ”Haziran hareketi” ile  Araplarda devrimci şiiri, toplumcu şiiri yerleştiren ve sistemi, İsrail karşısındaki yenilgileri nedeniyle uyuşuk Arap liderlerini eleştirdiği için sürgüne gönderilen ve sürgündeyken Nazımla Paris’te tanışan adam… Beyaz bir atın yelesine benzeyen saçlarıyla beyaz ten ve renkli gözleriyle büyüleyici bir şair… Arapça bildiğim için kendimi tanıtıyorum… Türkiye’yi ve şiirimizin durumunu soruyor… Anlatıyorum… Nazım babaya geliyor sıra..

“Ah Nazım… Kardeşim… Ustam… Hüzünlü prensim… Ne güzel ve ne kadar hüzünlüydü… Bizim Ortadoğu’nun, Müslüman şairlerin gururuydu Avrupa’da… Onda bulduğum sıcaklığı hiçbir şairde bulamadım… Ortak değerlerimiz bizi yakınlaştırmıştı… Devrimci şiirin şark usulü ve şark gerçekleriyle hayata aktarılmasını ondan öğrendik… Bin bir gecenin masallarını andıran gürül gürül akan şiirlerinde yıkandık… Arap şiirindeki müziğe bayılıyordu Nazım. Yazık oldu”

Sonra… Desenka  Maksimoviç… 1990 yılında Belgrad’ta… Balkan Yazarlar Birliği toplantısında, bana Nazım’ı, aşkını anlatıyor… “Uzun boylu, mavi gözlü ve çok yakışıklı bir şairdi… Bütün bayan şairler ona hayrandık… Belki de aşıktık.. Ama hiçbirimiz bunu söyleyemedik… Yazamadık da… Sürekli bir yerlerde olduğunu duyardık radyodan… Gazetelerden… Yazık oldu… Erken öldü… Bak  90 yaşındayım… Ve halen yaşıyorum… Bunu da şiire ve hayranlarıma borçluyum”... Sonsuza kadar sevdamızdasın Nazım baba… Rahat uyu… Senin yaktığın meşale ile hala devam ediyor bu kavga… Yıldızlar yoldaşın olsun..

 

NAZIM HİKMET’İN SÜRGÜN ARKADAŞLARI
Ümit Yaşar Işıkhan
Yazarımız Kim ?

Ümit Yaşar Işıkhan