Sayfa Yükleniyor...
Kimyasal silahları kim yapıyor? Kim Bağdatın ölüm makinelerine verdi! Nerde kullanılacaktı tonlarca kimyasal silahlar Toprağın verimini arttırmak için miydi? Hava kirliliğini yok edip kaliteli bir yaşam oluşturmak için miydi? Bol meyve, bol süt, bol yumurta ve güler yüzlü bir annenin bakışlarına gül dikmek için miydi? Halepçenin celladına tütün ve elma kokusunu veren kimdi?
Gecenin karanlığını aydınlığa koşan taylara armağan eden çocukların, pencereden yaralı da olsa Basradan, Fao ölüm bataklığından gelecek asker oğlunu bekleyen annelerin umudunu, hayatını kahreden bitiren o kimyasal bombaları ölüme armağan eden hangi batı hangi haçlı, hangi katildi Ağzında annesinin memesi, ağzında bir damla süt ve derin sıcaklıktan başka olmayan o çocukları ve annelerini öldüren, ölümlerine bomba göndererek, üreterek katkıda bulunan kapital zebanilerini, katillerini tarih ve hayat affetmeyecektir. Ben ordaydım
Binlerce insan, binlerce tavuk ve kedi, ve köpek, binlerce kuş ve umudu soluyarak ölen yoksul insanlar! Nasıl bir geceydi, nasıl bir karanlık nasıl bir vicdandı, beni öldüren. Ah tatlı bir uykuda kalan çocukların avuçlarında annelerinin keçeye dönmüş bir tutam saçlarından, dokunduğu yarin yanağından, hayatı alıp götüren derin bir uykunun sessizliğinden arta kalan çocuk bendim. Bendim annemin sıcak memesine son kez dokunup orda ölen. Sessiz sedasız ve ağıtsız bir perdeden düşer gibi ağaç dallarından. Çocuktum... Dinim, dilim ırkım yoktu Yalnızca bir kuştum. Rüzgardım Yıldızlardan, ışıkların umudundan ve bir zılgıt dağların yüreğinden. Çocuktum, kediydim, umuttum, ölüydüm
Vay limen, ağ limen lavo limen bavo limen diyamın limen İş bo iğvede!
Zaman hızla akıyordu. Aynı coğrafyada, kuzeyin güneyinde karanlık bir hayatın ortasında Savaş tamtamları son hızla ve kulakları sağır edercesine çaldığı bir zaman diliminde. Iraklı yöneticiler, Bağdatın bombalanması halinde hiç değilse bir kısmını ve o bölgedeki çocukları korumak adına, birkaç kat betondan yapılma sığınaklara bin dört yüz çocuğu sakladılar. Penceresi olmayan bu uzun tabutun içinde yapılan konaklama yerleri ve yemek, su stokları başlarındaki yöneticilerle aylarca yaşayacak kadar yeterliydi Anneler, babalar çocuklarını güvende hissetmenin direnciyle gece yapılan ve televizyonlarda naklen izlediğimiz saldırıları az hasarla ve yıkıntılarla atlatıyordu.
Ben yine ordaydım Ve ben çırılçıplak bir hayatın tanığıydım.
Ben açlıktan ölen çocukların en küçüğü, yakılan evlerin içinde küle dönen umutların dumanıydım. Ben o coğrafyanın kardeşi ve ölen bütün babaların kendisiydim. Iraktaydım. Savaştaydım. Kürttüm, Araptım, Süryaniydim,Türkmendim. Ölüydüm, yaralıydım ve Irakın kendisiydim Ekmek, su ve ilaç yoktu. Her yer savaş alanı ve her gün bombalanırken ve her yer kapalıyken perişan halkın yıkıntılar arasında yükselen ağıtları, diri diri gömülen yakınlarını kurtaramamanın, yaralı aile bireylerine çare olamamanın hüznü ve çaresizliğiydim. Çırpınandım Savaş, açlık, ölüm, ayrılık, kan, acı ve hayatta çırılçıplak ve kimsesizdim Her gün binlerce genç ile öldürüldüm. Binlerce bomba yağdırıldı ruhumun kentlerine, varoşlarına. Köydüm, ve kasabalar işgal küvetlerinin acımasız ve orantısız güç kullanmaları karşısında dağılandım. Yıkılmış, teslim olmayandım Onuruydum hayatın...
Başta Amerika askerleri olmak üzere bütün emperyal haçlı güçleri aç köpekler gibi ülkemin tarihine, insanıma, hayatıma saldırıyordu. Yaşlıları öldürdüler, binlerce kadına tecavüz ettiler, gençler Ebu Garip Hapishanesinde kobay olarak bütün işkence yöntemlerinden geçirildiler. Hayatı talan ettiler. Ben gençtim, ben hayattım, ben ölüydüm Ebu garip Hapishanesi Ebu Garip işkence hanesi ve insanları parçalayan mezbahası. Ebu Garip cehennemi. Tanrının girmediği, olmadığı, inkar edildiği, satıldığı ve dipsiz bir kuyuda acının çığlıkları Parçalar sırayla ayrıldı bedenimden. Lif lif koparıldı kaslarım, organlarım, sinirlerim Köpeklere verdiler, kendileri gibi aç köpeklere verdiler organlarımızı, paramparça ve gülerek kan kırmızı şarabın esrikliğinde yediler... Tecavüz ettiler, ruhunu paramparça ettiler inancın. Ve her gün yeni bir sayfa açtılar bedenimizde. Karanlık ve kanla yazılmış dilimizi kestiler; parmaklarımızı, ayaklarımızı, yüreğimizi, aşklarımızı ve ölümü sundular sabaha kadar süren işkencelerin, eğlencelerinde
Sonra sığınakları bombalandı yüreğimin. Kalın beton yığınlarını delen bombalarla yeraltında yaşama sığınan çocuklarımı parçaladılar. Kurtulan olmadı o küçük, günahsız çocuklardan. Bombaların yarattığı basınçla duvarlara yapışmış çocuk bedenlerinin izlerini ve tırnaklarına dokundum. Beton soğuktu, beton utanç içindeydi. Ayak izlerinin altında ezilmiş oyuncaklar vardı emperyal köpeklerin. Üslerine, karargâhlarına döndüler kanlı dişleriyle. Ve utanmadan çocuklarına, öldürdükleri çocukların oyuncaklarını götürdüler. Her yer yanıyordu. Ben yanıyordum. Cehennemin ilk kapısında duran zebaniler hayatı ve beni yakıyordu. Bağırdım Çılgınca bağırdım Tanrım sen yoktun Tanrım bütün zulüm sahneleri ve dünyanın acı çığlıkları ordaydı. Ve hiç gelmeyen sessizlik. Artık ölüydüm.
Doymadılar siyah saçlı petrol kuyularına; doymadılar çölün bütün kum vahalarına Mezarlığa çevirdiler Irakı, Suriyeyi, Mısırı, Tunusu, Cezayiri, Libyayı, Srebrenitsayı, ülkemin güneyde kalan yüreğini Saldırdılar Kudurmuş itler gibi kuyrukları birbirine değmeden geçtiler hayallerimizin üstünden. Tankları, topları, uçakları, ilaçları ve yemekleri vardı. İçkileri ve fahişeleri, çocukları ve tanrıları vardı bu zavallı uşakların maaşları vardı, çikolataları Ve çoğu kendi ülkesinde aç ve serseri, kendi ülkesinde bir köpek değerinde sürünen zavallı mahlukat ve zavallı kapitalizmin bekçisi. Ve utanmadan tanrılarına koştular her Cumartesi günü, her Pazar şarabına ve papazın günah odasına. Ve utanmadan çocuklarına sarıldılar ellerinde masum çocuk kanlarıyla. Sevgililerine sarıldılar tenlerinde binlerce genç kızın çığlıklarla yanmış elleriyle Birer kahraman geçinecekler göğüslerinde tenekeden onursuzluk madalyalarıyla. Ve günü geldiğinde yine bir köpek gibi kıvrılıp yatacaklar kimsesiz katiller cehenneminde.
Ellerinde listeyle bekleyecek onları öldürdükleri çocuklar. Suratlarına tükürmek için orda olacak bütün mazlum halkların, yoksul bakışları. Ve ben en önde olacağım bu bandonun. Ve ben ilk tükürüğü sallayacağım haçlı katillerin suratına. Ve sonra oturup tütsülerini yakacağım barışın aziz kardeşlerine, mazlumlara, genç ölenlere, genç annelere, sevgililere ve sonra şarkıya döküp bütün coşkulu aşkları, dağlara, meydanlara, barikatlara bir gölge gibi gideceğim. Gittim Giden ve gelen ben Ölen ve doğan çocuklar bendim.