Sayfa Yükleniyor...
Kardeşlik, aynı kaderi paylaşmanın bilincidir.
Nedir barış...Nedir kardeşlik..
Maalesef, insanın, hayatı algılamakta zorluk çektiği bir zaman dilimindeyiz.
Her şeyin sanal bir görüngü, hayal gibi yaşandığı çağımızda "Barış" ve "Kardeşlik" gibi kavramların halen tartışılıyor olması bunca teknolojik gelişmelere rağmen insanoğlunun hala ilkel yönünü yok etmediğini göstermektedir. Bir çok olayda dingin, soğuk kanlı ve akılcı davranması gereken olgun insanlarda, şiddetin baskın olmasını; en gelişmiş insanın bile halen ilkel atalarından devraldığı mirasın, bilincin ötesinde güncel hayatta şiddete yatkın bir fenomene dönüştüğünü göstermektedir..
Çağdaş düşünceden beslenen herhangi bir insanın hiç beklenmedik bir anda, barışçıl insan formatını yırtıp çıkan saldırgan ruh halinin esiri olması, günümüz insanını birey-toplum etkileşimi içinde öncü olma güdüsünün merkezine saldırganlığı koyması ilginç bir psiko-dram halinin sorgulanmasını da gündeme getirmektedir.
Psikolojik bir bütünlük olarak değerlendirilen insanın, yaşadığı toplumsal süreçte kendi içinde saklanan bir canavara dönüşmesi, toplumsal baskının yarattığı travmanın, bilinçten bilinçaltına fırlamasının geçiş noktasıdır ki, tehlike burada başlamaktadır.
Bu aşamada, Marksist literatürden beslenen ve sol jargon içinde yetiştiğini savlayan ve kültürel birikimi gereğince nesnel düşünmesi, hayatı ve olayları sınıfsal değerlendirmesi gereken bazı bireylerin ırkçılığa yakın söylemi içinde hapis kalması kendi içsel yapısı içinde çelişkilere neden olmaktadır.
Lafa geldiğinde herkesin barışı savunduğu, öteki ile aynılaştığı ve bir aydın olarak, bilimsel olarak da savunduğu görüşlerin o an rastlantısal olarak bulunduğu kitlenin etkisinde kalarak baskın söyleme yakın bir role soyunması toplum içinde bir birey olarak kabul görmesinin gereği gibi görülüyorsa da, bunu destekleyen içsel zayıflık olduğu bilinmektedir.
Donanımlı bir bireyin, içinde bulunduğu ortamda yer alan kitlenin ortalama düşünce yapısının; çoğunluğun yanında yer almaması gerekirken, kendini azınlıkta hissettiğinde susması veya eleştirdiği düşünce yapısının yanında yer alması affedilir gibi değil.
Bireyin kendi içselliği içinde yaptığı söyleşinin temeli doğrulara yelken açarken, kitle içinde baskın anlayışa yakın düşünmeye veya katılımcı olması çelişki yaratıyorsa da, çağın bir hastalığı olarak değerlendirilmektedir..
Sağlıklı toplum, sağlıklı düşünen ve düşündüğünü eyleme dönüştüren bireylerin çoğunluğuna bağlıdır. Yani netleşmiş bir bilincin inançla savunulması, nesnel değerlendirme ve egoların denetlenmesine bağlıdır ki, gerçek aydın formatı burada ortaya çıkmaktadır.
Toplumsal düşünceyi ve eylemleri belirleyen nesnel koşulların tarihsel gelişimi; sınıfsal bilinç ile taçlandırılmasıyla mümkün iken, her şeyin anlık veya bulunduğu ortama göre şekil alması, ve tavır konulması gereken alandan da sıyrılıp yalnızca beğeni-ego tatmini veya çıkar ilişkiler perdesine gizlenerek farklı ve değişken tavırlara dönüşmesi insanın-bireyin halen hayvansı özelliklerini köreltemediğinin kanıtıdır.
Şiddet; etobur bir yaratık olan insanın genlerinde; atalarından kalma öldürme güdüsünün ve kan görmenin bir yengi coşumunu mu hissettiriyor.. Üstün olma ve hakim olma, farklı ve güçlü olmanın bir uzantısı mı acaba.. Bu nedenle mi en küçük bir kıvılcımda barışçıl tutumunun yerini saldırgan ve gözü kara tehlikeli bir yaratığı ortaya çıkarıyor !
İnsanın, toplumun hiddet ve şiddet potansiyelini istediği gibi yorumlayan ve kullanan mühendislerin sistemin emrinde olması, geleceğimizin tehlikede olduğunu gösteriyor. Böl yönet veya böl kapıştır ideolojisinin açık olarak bilindiği bir zaman diliminde halkların hala bu oyuna gelmesinin mantığı anlaşılır gibi değil. Şiddetten beslenen sistemin yarattığı korku imparatorluğunun en belirgin göstergesi, güncel hayatımızda daha önce var olan ama sesleri çıkmayan ambulansların, sirenlerin, polis ve askerin hayatımızın içinde hızla yer almasıdır. Bu psikolojik yaptırımlara ek olarak ,güncel medyanın da aynı karanlık sayfalarda yer alması gün geçtikçe yalnızlaştırılan insanın edilgenliğini, teslimiyetini hızlandırmaktadır.
Yalnızlaşan insanın; egolarına yenilen ve talepleri sürekli artan, doyumsuzluğunu körükleyen ideolojik boşluklar-travmalar saldırmanın yok etmenin alt yapısını oluştururken bu tuzağa düşen zayıf karakterli insanların, ideolojik farklılığıyla, hümanist duruşuyla inandığımız aydınların da yer alması bizleri şaşırtmaktadır.
Nasıl oluyor da halkçı, toplumcu kimliğiyle inandığımız insanlar suskun kalıyor.. Çevremizi işgal eden savaşlara ve insan ölümlerine, toplumsal şiddete sırtını dönüp görmemezlikten gelebiliyor. Şiddetin anaforu içinde kalan insanların ırkı, dini veya diline göre tepkisel tavır geliştirebiliyor !
Hayatı ve sorunları değerlendirdiğimizde, gerçek düşmanın; çatışmalardan yarar sağlayan kapitalizmin globalleşen emelleri ve uygulayıcıları olduğunu biliyoruz.
İnsanlık; düşmanı, emperyalist güçlerin bireyi ve ulus devletleri ayrıştırarak oluşturdukları sömürü dizgesi içinde düşmanlıkları kışkırtmaları, halkları bölerek birbirlerine karşı kullanmaları bayatlamış bir yöntem olmasına rağmen hala birçok ülkede aynı senaryoların gerçekleştirilmesi, düşünen bireyden, aydınlanan toplumlara kadar özgürlükçü bir hareketin, barıştan yana omuz omuza mücadele etmenin de yolunu açtığını da biliyoruz.
İnsanlık tarihi boyunca yaşanan deneyler, artık aydınlanan toplumların, gerçek kardeşlik duyguları içinde aynı kaderi paylaştığını kavramaları, mazlum halkların birbirini anlaması ve algılaması ile emperyalizme karşı birlikte hareket etmenin gerekliliğinin de bilincini oluşturmuştur..
Barış; ancak savaş ortamı veya olasılığı var ise önem kazanmaktadır. Kardeşlik ise, aynı kaderi paylaşmanın bilincidir. Çağımızda özellikle mazlum halkların bu duyarlılıkla gerçek düşmanlarını bilme ve kendi aralarında asgari ölçülerde sevgi ve hoşgörünün temel alındığı sınıfsal dayanışmalarla direnç oluşturmaları dışında seçeneği bulunmamaktadır.
Bu aşamada toplumların gerçek temsilcileri olan aydınların, sanatçıların halklarını aydınlatmak, birlik ve dayanışmanın ortak paydasında buluşarak barış ve kardeşliğe öncü olmak gibi tarihsel sorumlulukları vardır.
Çünkü bütün dinlerin ve ırkların ortak paydası insandır. Etobur bile olsa, barışın da gerçek kahramanı, kardeşliğin de ortak paydası burada saklanmaktadır.
Barışı, sevgiyi ve kardeşliği aynı sofrada paylaşan insana, saygı ve merhaba