Sayfa Yükleniyor...
"Ada değildir insan, bütün hiç değildir bir başına; anakaranın bir parçasıdır, bir damladır okyanusta; bir toprak tanesini alıp götürse deniz, küçülür Avrupa, sanki yiten bir burunmuş, dostlarının ya da senin bir yurtluğunmuş gibi, ölünce bir insan eksilirim ben, çünkü insanoğlunun bir parçasıyım; işte bundandır ki sorup durma çanların kimin için çaldığını; senin için çalıyor."
Şair John Donne'ın bir katedralde başrahip olduğu dönemdeki vaazlarından etkilenen Ernest Hemingwayin yazdığı Çanlar kimin için çalıyor romanı başta olmak üzere ;Cengiz Aytmatov-Cemile, Tolstoy-Savaş ve Barış, Heinrich Böll-Babasız Evler, Pierre Boulle-Kwai Köprüsü, Jerzy. Kosinsky-Boyalı Kuş, Erich Maria Remargue-, Batı Cephesinde yeni bir şey yok, Markus Zuzak-Kitap Hırsızı-Jerzy Andrzejewski-Küller ve Elmas,Henri Barbusse-Ateş, Steven Pressfield-Ateş Geçitleri,( Pers ve Grek kuvvetleri, MÖ 480 yılının), Boris Pasternak-Doktor Jivago, James Jones- İnsanlar Yaşadıkça, Erich Maria Remarque-İnsanları seveceksin, Anna Frank-Hatıra Defteri ve bizimkilerden, Turgut Özakman- Şu Çılgın Türkler, ve Diriliş , Halide Edip -Ateşten Gömlek, Attilâ İlhan- Allahın Süngüleri, Gâzi Paşa gibi yapıtlar yaşanılan acıların,ayrılıkların,ölümlerin ve bütün yıkımlara rağmen insanın yüreğini mermiye dönüştüren aşkların tanıkları olarak hayatımızda yerini almıştır.
Wolfgang Borchert, Pablo Neruda, Wislava Szymborska, Nicolas Guıllen, Demyan Bednıy, Wolf Biermann, David Fernandez Cherıcıan, Joseph Brodsy, Markos Çirimokos, Paul Eluard, Semyon Gudzenko, Mihail İsakovskı, Max Jakob, Attila Jozef, Harold Pınter, Kostas Karyotakıs, Jacques Prevert,Isaac Rosenberg, Mihalis Stasınopulos , César Vallejo, Jóhannes Jónasson, Charles Bukowski, Anadoludan; Köroğlu, Yunus Emre, Ömer Hayyam, Tevfik Fikret, Nazım Hikmet, Orhan Veli, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Rıfat Ilgaz, H. Hüseyin Korkmazgil, Arif Damar, İsmet Özel, A.Kadir, Necip Fazıl Kısakürek gibi birçok şair, dizeleriyle, şiirleriyle dönemsel tanıklığını yaparak hep direnişin ve savaşa karşı barışın ırmaklarından beslendiler. Bu arada temelini yine edebiyattan alan teknolojik gelişmelerin insanlığa armağan ettiği sinema ile beyaz perdede, insanlığın yaşamış olduğu acılar ve yıkımlar daha gerçekçi bir ifade ile görsel yansı ve efektleriyle insanlığın ruhuna, beynine bu acılar işlendi.
Peki, işlendi de ne oldu! İnsanlar bu yıkımlardan, milyonlarca insanın ölümünden, sakat kalışından, öksüz çocukların dramından ve her savaş sonrasında açlıktan ve yoksulluktan kırılan insanlardan ders alındı mı? Neden en çok savaş romanları sattı, neden en çok bu filmler izlendi rahat koltuklu, patlamış mısırlı, gazozlu sinemalarda Naklen yayınla milyonlarca insanın öldüğü, parçalandığı, yoksullaştığı ve tanımsız acılar yaşadığı Irak savaşı sırasında bizler, kuyruğunu bacakları arasında saklayan it, süt dökmüş kedi gibi televizyonun başında oturup hiç konuşmadan ve hiç yazmadan sustuk. Ve korkularımızı birbirimizden saklayarak, hiçbir şey olmamış gibi travmalarımızla yaşamayı sürdürdük. Halepçe de çocuklar, Filistinde anneler, Pakistanda, Afganistan da gençler, Bosna da bütün hayat ve kendi ülkemizde kıran savaşları sürerken sırtımızı dönüp oturduk!
Bütün hayatı paylaştığımız bir zaman diliminde bunca yıkıma ve zulme karşı sanatçılar; şairler, yazarlar hiçbir şey olmamış gibi çocukların ve kedilerin gözlerine baktı. Bunca deneye rağmen bütün bu savaş tamtamlarını çalan lobilere karşı, ulusal ve uluslararası sanatçı toplulukları olarak refleks-tepki gösteremedik İnsanlığın bunca acı deneylerine rağmen; yaşadığımız bu ahir zamanda hala savaşların devam etmesini önleyemedik
Peki, bunca film, bunca şiir ve bunca roman boşuna mı yazıldı, okundu. Boşuna mı doldurdu ruhumuzu barış adına. Sevgi ve kardeşlik adına. Yoksa yeni bir tüketim piyasası mı oluşturuldu sırtımızdan! Yeni senaryolar mı yeni romanlar mı, yeni şiirlere maya mı oldu bunca ölüm Hayır, boşuna değildi, çekilen bunca acı. Diyalektik olarak mutlaka karşılığı olacaktır. Mutlaka barış kazanacak, mutlaka insanlık daha olgun ve duyarlı bir çağa ulaşacaktır.
Yıllar önce savaş yaşadığım Irakta açlığına rağmen halkın şiir dinlemesine, sevmesine şaşırmıştım. Şiir bebeğe süt, hastaya ilaç, anneye ekmek olmuyordu. Cephede ölen gençlerini geri getirmiyordu, ayrılan insanları buluşturmuyordu, şeker ve kalem, defter olamıyordu. Ama çocuğa süt, anneye ekmek, hastaya ilaç bulma umudunu, kavuşma ve daha güzel günlere ulaşma umudunu veriyordu. Şiir bir yaşam ırmağıydı o toplumlarda. Filistini de faşist ve barbar İsrailin bütün katliamlarına rağmen ayakta tutan, direnmesini sağlayan, bir gün zafere ulaşma umudunu taşıyan ve dinleyenlerin kanını mermiye dönüştüren yine şiir olmuştur.
Edebiyatın günümüzde; özellikle sanal kitabın yaygınlaştığı bir zaman diliminde üstlendiği görev salt yaşadığı çağı ruhsuz bir ayna süzgecinden geçirip yansıtması değil, daha aktif ve direngen ruhunu yaşam içinde görünür kılmasını zorunlu kılmaktadır. Aslında; korkak, ödlek olan sanatçıdan bunu beklemek zor, bilimsel olarak da doğru gözükmeyebilir ama değişen hayat normları karşısında; biraz daha yapıtlarının dışına çıkarak alnındaki ışığı özgürlüğe, sevgiye, barışa koşan insanların yolunda fenere dönüştürmesidir. Yani, kör kuyusunda, billur köşkünde, meyhane zebanisi gibi oturup salt kendi ego tatmini peşinden koşmayıp beslendiği kaynağa, hayatın değişen normlarına, insanı özgürleştiren kanala sarılması gerekmektedir.
Günümüzde bütün yazarların teknoloji karşısında şaşkın ördeğe dönüştüğünü biliyoruz. İnternetin yarattığı illüzyon, sanal kitap ve tv film veya dizilerin tecimsel renk kuşağında oluşturulan kara delik tehlikesi her gün biraz daha büyüyor. Ve yaratıcı obje olarak yazar bu tuzaklara karşı daha direngen ve aktif olması gerekirken, maalesef birçoğu günü kurtarmak adına sistemin popülist kültür maşasında bir saman alevine dönüşüyor.
İkinci paylaşım savaşında Hitler gezici gaz otobüsleriyle Yahudileri boğazlarken,her gün binlerce insan globalizmin temelini atan savaş mağduru olarak acılar içinde kıvranırken, faşist Mussolini Arnavutluğu işgal ederken, yüz milyonlarca insan ölürken, Vladimir Nabokovun seks fantezilerini anlattığı, Lolita gibi yapıtlar piyasayı dolduruyorsa.Veya eften püften bireysel ego doyum ve hastalıkların bir tarih dizgesi içinde insanlara sunuluyorsa ve Alan memnun satan memnun ise, şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz gerekir..Hayatı aydınlatan öncü rolü ile yaşamı kutsayan sanat ölüyor mu ? Sanatın görevi bunları yapmak değildir diyen cicim sanatçılar da vardır. Önce sanat, önce yaratıcı haz diyenler de vardır; ama kendi adıma, savaşta ölen bir çocuğun yaşamasını, gülümsemesini, ne Picassonun Guernicası, ne Goyanın kurşuna dizilme tablosuna, ne de savaş edebiyatı ve sinemasının bütün müthiş yapıtlarına değişmem