Sayfa Yükleniyor...
Şiir toplumların yol aydınlığıdır.
Şiir özgürlüktür, direniştir, aşktır, ekmektir.
Şiir hayatın kaynağı ve sonucudur. Şiirsiz hayat suyu kesilmiş ırmakların kupkuru yataklarıdır. Güllerin ölümü ve deve dikenlerinin hayatımızı ve yolumuzu işgal etmesidir.
Savaşan toplumlar için direnç ve dayanışma harcıdır. Yoksul halklara ekmek ve süt bulma umududur. Kuru toprakların yeşermesine olan inançtır. Şiir barıştır, kardeşlik ve yarin yanağından gayrı her şeyde ortak olabilmektir.
Yani hayatı ve insanı ilgilendiren her şeyin özdeğinde yatan sözcüklerin içindeki büyünün, gün yüzüne çıkması veya simyacının ağlamasıdır.
Şiir, geleceğin aydınlığı, geçmişin pırıltılı aynasıdır ve şair, tanığıdır zamanın
İşte püf noktası burada galiba
Şair gerçekten yaşadığı zamana tanık olabiliyor mu?
Veya günümüz şairi, yaşadığı çağa tanıklığını yapabiliyor mu?
Hayır...Açık ve net olarak ve sözü dolandırmadan, hayır diyorum...
Şiir, hiçbir çağda bu kadar derin bir bunalıma girmemişti. Şair, hiçbir çağda bu kadar duyarsız ve kendi içsel hapishanesine kapanmamıştı. Şair, çağa tanıklığı bir yana kendi hayatına bile yabancı ve aciz durumda.
Avrupa da şiir bitti. Siber-bilişim çağı veya ağır sanayi döneminin bitmesi ve internet çağı ile kendi yalnızlığını ifade etmekten, aciz duruma düşen şair, intihar etti. Sınıfsal çelişkilerini yitiren veya sınıfsal olarak talepleri biten, sermayeye; kapitalizme, iktidara teslim olan ruh haliyle yaşayan ölüler sınıfına giren şairlerin, son fotoğrafı iki bin yılında çerçevelendi.
Artık, gelişmiş ülkelerde veya bizim gibi balans ayarı bozuk çarpık kapitalizmin hüküm sürdüğü ülkelerde direnen, aydınlığa koşan ve devrim talebi olan şiir ve şair devri bitti.
Şair çağının tanığı olarak; bunalım çağının, nevrotik ruh yapısının sesine boğuldukça, şiirin kan kaybettiğinin bile farkında olmadan, egolarını tatmin etmenin tuzağına düşerek atalarına ihanet etmektedir.
Her kuşak, tanıklığını şiirleriyle yapar. Tanık olarak kalan şiir, şairden daha uzun ömrüyle insanlığın ortak paydasında paylaşıldıkça şairini de yaşatır. Tabi, tanıklığını yaptıysa...
Halk zulüm altında inlerken, şair meyhanede kendini arıyorsa... İşkenceler karşısında, polis devletine karşı suskunluğunu sevgilide arıyorsa... İşçi sınıfının pembe dizilerine kapılıp gidiyorsa, kültürel talebi olan kardeşlerine sırtını dönüyorsa, komşularımızda kan gövdeyi götürürken yüreği sızlamıyorsa, vatanlarından sürülen yoksul insanlara dizeleriyle yoldaş olamıyorsa... Dünya, mazlum halkların mezarına dönüşürken şair gözleri kapalı, kör ve sağırsa ve kalemi ve elleri kırılmışsa. Hayata, özgürleşmeye, çevreye dair talepleri yoksa o şair zaten ölmüş demektir. O şiir yok demektir.
Hayattan kopuk bir düşünce ve ruh halinin egemen olduğu günümüz şairlerinden umudu kestim. Şiir; Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin, Enver Gökçe, Ahmed Arif, Cemal Süreya, Behçet Necatigil, A.Muhip Dranas, Tevfik Fikret, Rıfat Ilgaz, A.Kadir, Sabahattin Ali ve bu ülkenin devrimci damarından beslenen,hayata dair talebi olan,geleceğin yol fenercilerinden sonra meşale söndü.
O güzel insanlar o güzel atlarına binip gittiler
Bunca suskunluğa rağmen umudumu koruyorum. Şiir yine de bu topraklarda yeniden filizlenecektir. Yeniden direnen halkların barış bayrağını taşıyarak barikatlardan özgürlüğe kanat olacaktır.
Geçtiğimiz günlerde 21 Mart. Dünya şiir gününü kutladık... Türk şairlerinden; 1996 yılında PEN Başkanı Tarık Günersel ve Günseli İnalın önerisi ile Unesconun 1999 yılında kabul ettiği ve bütün dünyada kutlanmaya başlayan Dünya Şiir Gününün, gerçek anlamda bir demokrasi, özgürlük ve insan hakları meşalesine dönüşmesini diliyorum.
Ve yıllardır, ilk defa şiir bildirisi ile hayatı kucaklayan Afşar Timuçini kutluyorum. Dilerim Şiirimiz, bildirideki ırmağın kaynağına ulaşır.
Şiirin ölüm kalım savaşı verdiği bir dünyada yaşıyoruz.
Gerici güçler gerçek bilimi gerçek felsefeyi gerçek sanatı boğma yolunda bütün çabalarını ortaya koyarken ince bilge kırılgan şiir, gökdelenlerin, siyasetlerin, çıkarların, markaların adaletsizliklerin, tankların altında eziliyor. Bir kazanma hırsıyla dünyaya ele geçiren sermaye herkese ileri teknoloji ürünleri pazarlarken şiiri de bütün gerçek değerlerle birlikte yok etmek istiyor. İletişim araçlarının yetkinliğine karşın yanlış bilinç üretmeyi görev bilenler yüzyılların getirdiği değerleri geçersiz kılmaya, parayı tanrı sayan bir uydurma değerler dizgesini yaşama geçirmeye çalışıyor.
Evrensel cahillik her gün biraz daha yaygınlaşıyor, kurumlaşıyor, kökleşiyor, saldırganlaşıyor. Hiçbir değer tanımama konusunda kararlı görünen dünya sermaye güçleri bu amaçlarını gerçekleştirme yolunda adım, adım ilerlerken demokrat görünen demokrasi düşmanlarından, ahlak değerlerini her şeyin üstünde tutar görünen ahlak düşkünlerinden, devrimciliği kimseye bırakmayan kurulu düzen yardakçılarından alabildiğine destek görüyor.
Bu yüzden şiire bugün daha çok gereksinimimiz var.
Kurtuluşun yalan yanlış tasarılarda, köksüz temelsiz düşlerde, ikiyüzlü ya da çokyüzlü ilişkilerde, basit ve bayağı siyasetlerde olmadığını, güçlünün eline bakmanın onursuzluk olduğunu bilenler dünyanın ancak şiirle, şiiri yaratanlarla ve şiiri özümleyenlerle kurtulabileceğini de biliyor. Şiir bize daha da insan olma yolunda neler yapmamız gerektiğinin öngörüsünü sağlıyor.
Şiir bize kim olduğumuzu, insan için ne yapmamız gerektiğini, insana adanmanın nasıl bir şey olduğunu öğretiyor. Şiir kimseyi öldürmüyor, kendi için bir şeyler elde etmek istemiyor, insanlığı üçe, dörde, beşe bölmeyi düşünmüyor; insana güzelin yüceliğini duyururken aç yatan çocuklar için, işsiz babalar için, acılı anneler için daha doğru bir dünya kurmaya çalışıyor. Şiir insan olmanın ve insana adanmanın bilincidir. Şiir, ışıktır, umuttur, savaştır, inanıştır, arayıştır. Şiir, ün değildir, unvan değildir, zenginlik değildir, bir köşeyi tutmak, bir yeri ele geçirmek ve orada cahilliğin ve çıkarcılığın saltanatını kurmak değildir. Kendilerini şiire adayanlar, yüce duyguların gerçek savaşçıları, gelin hep birlikte dünyayı şiirle kurtaralım; çünkü bugünkü koşullarda şiirden başka hiçbir şey bize aydınlıkların yolunu açacak gibi görünmüyor.
Ne güzel bir bildiri... İşte şairin duruşu ve yapması gerekenlerin kısa bir özeti...
Bu ülkede, gerçek şair tanımına uyan kaç şairimiz kaldı!
Kaç şiirin yüreği kanıyor bu savaş ortamında. Kaç dize, hayata tanıklığın bayrağını taşıyor. Kaç şiir doğuracak aydınlığın kıvılcımını. Elbette zaman gösterecektir. Ve elbet, barışa uzanan yolun çiçeklerini ve fenerlerini yakan ozanlar geçecektir, yaşadığımız zamanın sayfalarından.
Bir ülkenin en büyük felaketi, şairlerin suskunluğudur.
Şiir, insandan, toplumdan, gerçeklerden, hayattan ve haklıdan uzaklaştıysa artık orda adaletten söz edilemeyeceğini biliyorum... Bu nedenle; önce adalet, önce barış, iş, aş, ekmek ve hürriyet Önce demokrasi, doğal hayat, çevre ve hayvan hakları. Önce aşk, önce direnmek ve geleceğe uzanan yolun aydınlığı olmak
İşte şiir İşte şairin ilk ve son durağı... Önce kendine sonra bütün insanlığa karşı dürüst olmak... İnadına kelebek kanadı ve inadına hayata akan su olmak