Sayfa Yükleniyor...
Şiir; hayatın insana bağışladığı ve bütün köreltici faktörlere rağmen korumaya çalıştığı insan olma bilincinin ilkel seziden beslenen özlü söylemidir. Algının körelmemiş insani boyutla hayata akışı ve toplumla paylaşımın en büyülü söz dizgesidir, desem abartı olmaz.
Şiir okurken veya yorumlamaya çalışırken farklı bir ruh haline bürünüyor insan. Hem koca bir adamsın, hem de sıkıştığı yerden kaçan bir çocuk işgal ediyor bakışlarını. Hele çocuk yaşta, gençliğin ilk algı ve duyarlılığıyla dizelere anlam katan söylemler daha da heyecanlandırıyor insanı. Biz de bir zamanlar gençtik söylemine sığınmadan, bütün bilgiçliğine rağmen o atmosfere girebilmenin heyecanı ve sorumluluğu da kuşatır beyninizi. Az önce biz o paydadaydık, ama şimdi hayatın körelmiş yanlarını da alarak bildiğin ama yıllar öncesinde kalmış bir dünyaya giriyorsun. Hele okuduğun şiirler yaşının ötesinde erken büyümüş, insana özgü bütün sevdaların basamaklarından bir çırpıda geçmiş genç bir insanın dizeleri, şiirleriyse karşında, ister istemez kendine çeki düzen verme ihtiyacını hissedersin. Hep söylerim, konuşur gibi sade olmalı hayat. Çünkü hiçbir kurala bağlı kalmaksızın yapacağınız yorum veya algı yansısının manyetik alanı, oluşan anafor karşısında sen de o öznenin bir parçası haline geliyorsun. Belki farkında olmadan beş yüz yıllık çınar kadar yaşlı kimliğinden sıyrılıp, sevgilinin yarım kalan bir bakışının peşinden gidersin. Galiba her şey ortak nokta, ortak yaşam ve duyarlılığın yakalanmasına bağlı. Ve galiba böyle oldu.
Bu ülkede şiir bitmiştir. Aşkları ve kavgaları olmayan toplumların şiiri de olmaz temel yargımı bozguna uğratırken o yalnızca panelden panele usta dediği şair ağabeylerinin peşinde koşturarak bu iğrenç ve soylu ortamın kenarında haklı ve onurlu bir insan duruşuyla geleceğe dönük umutlarımıza ışık yaktı. O güzel bir çocuk ve duruşuyla örnek bir şairdi. Doğru bir ırmağın kıyısında geleceğe akacak pırıl pırıl bir hayatın tanığı ve sözcüsü olmaya adaydı. Elbette bu işin somut sınavı yok. Ancak, söylemi ve duruşu bir olan yapıların duyarlılık ve yansıtma-paylaşma kararlılığıyla kendi çizgisini çizecekti.
Bu çocuk, bu genç şair sevgili Cihan Barış Budaktan başkası değildi...
Tanımlardan veya poetik açılımlardan yola çıkmadan, doğal haliyle hayatın algılanımı ve sunumun hep var olacağına inananlardan biri olarak Cihan Barışın yazdığı, şiirin-şiirlerin değerlendirmesini yapmadan önce o ilkel ama güzel-sade-temiz duygu ve düşüncelerin bende bıraktığı izdüşümlerinden yola çıkarak paylaşmanın esrikliğini yaşadım.
Kapitalizmin, hayatın bütün faktörlerini metalaştırdığı bir zaman diliminde, inatla insansı özellikleri taşıyan ve koruyan söylemlerin ne kadar anlamlı olduğunu bilen bir kuşağın bireyi olarak; genç bir şairin yürek paylaşımını okuduğumda, pırıl pırıl bir hayatın özlemlerini taşıyan dizelerdeki hüznü ve gelecek güzel günlere olan inancımı da pekiştirdi.
Ortaokul sıralarında bir çocuk, hayatı algıladığı ve olması gereken şekliyle duygu ve düşüncelerini okul gazetesinde arkadaşlarıyla paylaşan, hayatı algısı oranında yüreğini günlük bir gazetede haftada iki gün köşesinde bizlere sunan, bu yetmezmiş gibi 14 yaşında Yitik Düşlerin Ardından isimli şiir yapıtıyla bizi kucaklamaya çalışan genç-çocuk şair.
Sanatsal sunumlarda, ürettiğini kitleyle paylaşmada fiziksel yaşın, gelecek açısından önemli olduğunu ve gelecek başarıların da göstergesi olduğunu biliyorum.
Yunanistandan Yannis Ritsosun 25, kuşak olarak beslendiğimiz Sovyet Rusyanın en önemli şari Alexandr Blokun 24 yaşında, Dünya şairi Fransız Louis Aragon, Paul Eluard 22, Meksikadan Oktavio Paz 22, Kuzey Vietnemdan Ksuan Dieu 21,Macar devrimci şiirin babası Sandor Petöfi 21, Vietnamdan Anh Tho 20, Rusyadan Vladimir Mayakovski, Sergey Yeseninin 19,yine Rusyadan Semyon Kirsanov ve Şiliden Vicente Huidobro, Perudan Javier Heraud, Bosna-Hersekten İzzet Sarayliç 18, Macaristanın ünlü şairi Attila Josef, 17, Ekvatordan Gonzalo Escudero, Bulgaristandan Atanas Dalçev 16, Nikaraguadan Roben Dario, Bulgaristandan Mladen Isayevin 13 yaşında şiirlerini yayınlamaya başladığını düşündüğümüzde sevgili Cihan Barış Budakın 13-14 yaşlarında sanatsal bir eylem olarak şiirleriyle ne kadar önemli bir çıkış yaptığını, birey-toplum sentezinde duygu ve düşüncelerini bizimle paylaşırken yaşının ötesinde durduğunu göstermeye yeterlidir.
Kendi ulusal bağlamımızda baktığımızda, dünya şairimiz ve sevdamızın evrensel sesi Nazım Hikmetin 11 yaşında şiir yazmaya başladığını, yaşadığı ortam ve ülke sorunlarını o yaşlarda bile naif bir yansımasında şiirin alt yapısını oluşturduğunu görmekteyiz. Örnekleri çoğaltırsak; şiirimizin ses bayrağı Fazıl Hüsnü Dağlarcanın 19, Orhan Veli ve Cemal Süreyanın 22, Hasan Hüseyin Korkmazgilin 32, Ahmet Tellinin 33, Ahmet Arifin 41 yaşında şiirlerini/yapıtlarını yayınladıklarını düşünürsek, toplumcu gerçekçi Türk şiirinin en genç neferi olarak sevgili Cihan Barış Budakın gelecekteki mükemmel şiirinin ayak sesleri şimdiden duyulmaktadır.
Şiir üretiminin fiziki yaş ile ilintisi elbette ayrı bir araştırma konusudur. Yaşla orantılı olarak duyguları körelmiş, ruhu kirlenmiş bir yapının yaşadığı ortam gerçekleri karşısında naifliğini, tarafsızlığını ne kadar korur? Yaşanılan ortam ve sistemin dayattığı popülist kültür atmosferinde ne kadar direnilir? İşgal altındaki hayatın ve doğal olarak dilin saflığı ne kadar korunabilir? Bu nedenle olgun bireylerin şiir üretimleri; poetik formasyona yakın gibi hissedilse bile içsel-ruhsal korunmuşluklarının mümkün olmadığına inanıyorum. Bunedenle her şeyin bir zamanı, her üretimin kendine özgü alt yapı koşulları vardır. Yaşın getirdiği kendine özgü algı ve söylem, diyalektik olarak değişime mahkumdur. İşte bu aşamada şiir serüvenine erken başlayan şairlerin geleceğe dönük umut taşımaları, direngen yapılarıyla orantılı olarak algı ve birikimleriyle belirli bir yaştan sonra başlayan şairlerden daha avantajlı konumda olduklarına inanıyorum.
Genç şair Barışın hayatını incelediğimde erken yaşlarda gazetede yazması, toplumsal kaygısı, yaşının ötesinde duyarlılığı ve şiirindeki başarılı imge kurgusu 14 yaşında gazeteciliğe başlayan Şilili dünya şairi Pablo Nerudayı çağrıştırdı. Böylesine ortak noktaların oluşu, aynı sevdanın aynı sofrasında, konuk oluşu, tarihsel bir rastlantı olması bile onurdur. Ve elbette aynı şarkıyı söylemenin de bir bedeli vardır. Toplumcu şiir geleneğinin ustası ve bayraktarı olan Sandor Petöfinin dediği gibi ey şairler gireceksiniz halkla kol kola / alevlerin fırtınaların içinden geçeceksiniz / hiç durmadan yürüyeceksiniz, hiç durmadan yani, üretim. Çağına ve hayata tanıklığın aşk sarmalında dizelerini nöbete dikeceksin.
Ancak üretici şair kadar tüketici okuyucunun da Şilili şair Vincente Huıdobronun dediği gibi yeni dünyalar bulun, tartın sözcükleri / güç vermiyorsa sıfat, yok eder çünkü küçük bir tanrıdır şair uyarısına da dikkat etmeleri gerekecek. Veya Brezilyalı şair Jorge de Limanın dediği gibi altın almadım yeryüzünden / kardeşlerimden kan almadım /hancılar, beni bana bırakın yaban balı aldım bitkilerden / sulardan tuz, gökten ışık aldım / Tanrıya sunmak için İşte şairin yaptığı ve yapabileceklerin renginde buluşmaktır bütün bu eylemler.
İşte hayatın bu noktasında, bu zaman diliminde genç bir şair olarak, oyun çağındayken hayatı sorgulamak, şiirleriyle tarihe tanıklık etmek, direnç ve duyarlılığını yakalayan sevgili Cihan Barış (Evrensel Barış) Budaka bu zorlu, anlamlı ve onurlu yolculuğunda başarılar diliyorum. Çünkü ellerinde ve gözlerinde o aydınlık yarınlara koşacak ışığı görüyorum. İyi yolculuklar küçük kardeşim Barış