Sayfa Yükleniyor...
Bir şairi tanımanın ve yazdığı şiirleri okuyarak keşfetmenin, paylaştıkça çoğalmanın keyfi farklı olur. Hele bu şair bütün insani değerlerini korumuş, rengarenk insan dokusunun kardeşçe yaşandığı bir coğrafyadan beslenmişse.
Antakya. Tersine akan ve bütün kurallara inat sevgiye koşan bir ırmağın kıyısında ruhsal ve düşünsel anaforlarını şiirin gizemli karakterinde yakalamışsa, elbette olağan söylemin dışında bir dünya, sözcüklerden oluşan doğal bir olgunluk içinde duyumsadıkları ve yansıttıkları da farklı olur.
Böyle bir coğrafyadan ve kadim bir kültürden beslenen şairin dizeleri de, kendine özgü bir algının öznesi olur. Mahlep kokulu, defne yaprağının bitmeyen öyküsü içinde şair hayata ve insana da farklı bakar. İşte o farklılığın güzel sesi sevgili Mesrur Sabahoğlu.
Yıldızların yangın yerine koştukları bir hayat diliminde gökyüzüne baktığında ellerinin sıcaklığını yüreğinde saklayarak okşadığı sözcüklerin sırrını yakalamıştır dizelerinde. Genç bir şair olarak Sabahoğlu, geleneksel yapının berraklığı içindeyken, ruhunu yitirmiş büyük kentlerdeki yaşama tanıklığı ve yaşadıklarının dizelere sığınması rastlantı değildir. Şiir burada beslenir. Şair burada acı çeker ve burada olgunlaşır başakları, yazacaklarının. Ve göç başlar, önce kentlere, sonra kendine. Çoğul yalnızlığında yalnızca kendisi yoktur. Bütün kent ve bütün insanlar. İşte yazmanın, şiire sığınmanın kutsal yolculuğu başlar. Şiirler artık hayatın yolunu aydınlatan birer ateşböceğine dönüşür ve sürükler şairi geleceğin ırmaklarına. vururken kum rüzgarları mavi camlara / yağmurları başlardı ayrılıkların/..boy atar sardunyalar zamansız..
Mesrur Sabahoğlunun şiirlerini topladığı Erguvan Yalnızlık yapıtını okuduğumuzda, bir oranda son yıllardaki Türk şiirimizin de özetini veya gelmiş olduğu aşamayı da görmüş oluruz. Çünkü şair, yaşadığı toplumun kültürel algısının bir sonucudur. Yaşadığı çağın hayat ırmaklarından yağmur taneleri, hüzün gözyaşları ve az da olsa kavuşmanın buruk çığlıklarını, yaşamsal yansının içinde tanık olarak yazdığı ürünlerle dönemsel kültürel kalıtın bir aynasını da taşımaktadır. O ülkenin şiir düzeyini de özetler konumdadır. Sorumluluğu çoktur şairin, bu nedenle... Yapay mutluluklar peşinden koşarken tam tersine içinden soğuk ırmaklar taşımaktadır. Dolaştığı kentin tam ortasından geçen Asi nehrinin tersine aktığı gibi. Hayat yukarıdan aşağıya inişin ve içindeki fırtınalarla aşağıdan yukarıya çıkışın yarattığı alternansların etki alanı içinde gidip gelirken yola düşen sözcükleri toplayıp gece karanlığına dalan ateş böceklerinin kanat izlerinde yağmak üzere olan yağmurun yumuşak ellerini insanlara, doğaya, hayata armağan etmektedir. Bu müthiş serüvenin tarihsel tanıklığına soyunan sözcüklerin kendi aralarında oluşturduğu ses uyumu veya içsel müziğin de bilincinde olan Sabahoğlu, etkilendiği Arap müziğinin veya Arap coğrafyasındaki dramların hazin ve uzun havalarındaki çığlıkları bir ağıta dönüştürmeden bilinçle hazırladığı kalıplara dökerek tanıklığın ayak izlerini bizlere ulaştırmaktadır. Şair burada salt görüneni değil, görüneni etkileyen faktörlerin yapı taşlarını da dizelerinde taşımaktadır. Ve galiba burada şairin suskun kaldığı yerde içindeki çığlığı bakışlarıyla hayatın tıkanan damarlarına; savaşa ve mazlum halkların yanına bir direnç ve umut yumağındaki yollardan hayata kanat veren turnalara, serçelere, güvercinlere armağan etmektedir.
Sabahoğlunda genel olarak çocukluğundaki coğrafyanın ve kültürel edinimlerinin şimdiki yaşam koşulları içindeki muhasebesini; kırsal kesimin naifliğini, doğadan insana kadar uzanan üretim ve paylaşım sürecinin sadeliğini ve güzelliğini dizeleriyle bizimle paylaşırken şimdiki büyük kent çıkmazları içindeki insanın da acizliğini ve çelişkilerini tarafsız bir gözle şiirleriyle bize ulaştırmaktadır. Bir kuyumcu titizliğiyle biriktirdiklerini devrimci içtenlikle yansıtırken, kaybolan değerlerin ve işgal edilen hayatın bütün paydalarında umudunu ve direncini korumaktadır.Ünlü Sovyet Şairi Demyan Bednıyin Benim Şiirim isimli şiirinde söylediği gibi uşağı değilim esin perisinin.. / halkımın koynunda nöbetteyim.. içtenliğini, Sabahoğlunun birçok şiirinde görmek mümkün.
Mesrurun şiirlerindeki lirizm, sadelik ve dizeler arasındaki sesin ritmik akışı, yaşanmışlığın biriktirdiği öfkeden çok ustaca kurgulanmış bir akış içinde okuyucuyu da kendi büyüsüne çekmektedir.
Bir tanım arıyordu şair hayata, kavgaya, aşka. Tıpkı yüzyıllardır baskılara, çelişkilere, direnen ve bedel ödeyen havarilerin peşinde koştuğu eşit ve adil bir dünya özlemine sarılır, yediveren hüznünde zamanın. Şair kendi naif duyarlılığıyla değişimin ve hayatın sırrını bulur. Kırabilse sözcüklerin kabuğunu /..Bakır ustalarını/..deri değiştiren mevsimler../aykırı buluşmaları /poyraz ile camı sonra yorgun elleriyle insanlar ellerinde bavullarla düşerler istasyonların kırık hayallerine. Bunlar terkedilmiş yaşlılardır, oyuncağı yalnızlık olan çocuklar. Şair onlarla gider yoksul bakımevlerinden, hayatın terk edilmiş bulvarlarına. Uyandığında defne kokar avuçları. Çünkü gece boyu umuda koşan çocukların ıslaklığını asi nehrine taşımıştır.
Kır çiçekleri açan gecelere soyunurdu zaman imgeleminde, bütün bu kıyılardan sırtını çevirmeden geçen şairin kendisi vardır. Uykusuz da olsa geri döner yaşlıların ve çocukların bitmeyen umutlarına. Barışın resmini çiz denize düşen güneşin../egenin iki yakasını /zeytin dallarını dizeleriyle, Şair Sabahoğlu, şiirini kurgularken rahat ve akıcı kendi içsesin ritmi ile yürümeye devam ettiğini görmekteyiz. Asıl olan da budur zaten. Kendin olmak. Kendi söyleminin şiirini yakalamak ve paylaşmak. Sevgili Mesrur birçok şiirinde o derinliği yakalamış olmanın rahatlığını bize hissettirmektedir.
Hüzün, duyarlı yapının sığınağı şairi de kuşatır ve protestoya dönüşür kahramanlık madalyaları, gümüş zamanlarıyla geldiler dizesinde, işsizler ve topraksız köylüler, Çukurova sürgünüdür bütün ezilmişliklerine rağmen umut yüklü bakışlarıyla. ey hüzün aç kollarını ve kır tutkunu /aç insanlar geliyor Çukurova yorgunu. Son Ermeni köyü, Vakıflı Köyünden Batmana, oradan Filistine uzanan dizeleriyle savaşa karşı duruşunu yeryüzü cehennemi Irakın ünlü Ebu Garibe kadar uzatırken yüreği de kanamaktadır.
Şilinin ünlü şairi Vıcente Huıdobro, Şiir Sanatı isimli şiirinde Dizeler anahtar olsun / binlerce kapıyı açan.. dediği gibi genç şairimizin dizelerinde dağlardan gürül gürül akan bir ırmağın berraklığı / anlaşılırlığı içinde kendi mecrasını oluştururken halktan ve hayatın gerçeklerinden kopuk değildir. O ırmağın akışında Ünlü Macar şairi Sandor Petofinin Çağımız Şairlerine adlı şiirinde dediği gibi ey şairler gireceksiniz halkla kol kola / alevlerin, fırtınaların içinden geçeceksiniz / hiç durmadan yürüyeceksiniz, ama hiç durmadan.
Şairin ve şiirin kanadığı çağda olmanın, yangına koşan kelebek kanatlarında renk olmanın ve çığlık... Ve çığlık... Ve yeniden çığlık olup dizelere akmanın ölüm rahatlığındaki bedeni dürterek yeniden savaşa, inanca, aşka, şarkılara, kavuşmalara ulaşmanın ulağı olan şair, bu çağda kendi çıkmazlarından çıkıp ellerini aydınlığa, umuda açan bir yalvaç olarak sürekli yolda olmak zorundadır Bu zorlu süreçte, sevgili dostum Mesrur Sabahoğlu zaten yola çıktı. Aşkla ve halkla, kendi ırmağı içinde, bir çocuk yüreğinin naif bakışlarıyla...