Sayfa Yükleniyor...
Çocukluğumuzdan günümüze kadar geçen kısa zaman diliminde; binlerce yıllık değer yargılarımızın televizyon dediğimiz kara kutu ile bir çırpıda değiştiğinin farkında mıyız?
Daha dün konuşulması bile yasak olan birçok konunun, simgenin, bugün özgürce ifade ediliyor olmasını, değerlendirilip yeniden şekillendirilmesini izlerken hiç şaşırmadan gayet olağan akışı içinde zamanın akıntısında sürüklenip gidiyoruz...
Daha dün, yasalarla korunan devlet adamlarını değerlendirmek, belletilen resmi tarih dışında farklı bir ifade ile yorumlamak yasak iken bugün çok rahat özel yaşamı, aşkları, artıları ve zaaflarıyla değerlendirip hatta televizyonda açık oturumlarla bütün dünya ile paylaşmaya başladık...
Kutsal kitap ile ilgili söyleşiler... Yazılı ayetlerin günümüzdeki geçerliliği ve çağın rengine göre değişen anlamlarını veya sakladığı imgelerin açıklanmasını çoluk çocuk dinci, imancı veya ateist insanların önünde kıyasıya tartışmaya başladık...
Mahalle aralarında dolaşan çöpçatan yaşlıların yerini TV ve internet alınca hepimiz ister istemez, ilgiyle o programları; tanışma, evlendirme, boşanma sayfalarına göz atmayı olağan bir işmiş gibi hayatımızda yer verip kanıksadık Aile kurumunun etik değerlerini hiçe sayan muhabbetlerin ekranlara taşındığı ve alenen herkesin önünde sınır koymadan konuşulduğu saatlere geldik...
Üst kimlik olarak herkesin Türk belletildiği bir ülkede, tarihsel olarak diğer etnik kimliklerin; Kürt, Rum, Ermeni, Çerkez, Arap, Boşnak, Çingene demenin veya öznel ve farklı bir renk olarak kültürel değerlerin sahiplenilmesi, konuşulması, değerlendirilmesi hele mevcut sistemi eleştirel şekilde incelenmesi, savunulması yıllar önce hayal iken, şimdi artık her köşede çok rahat ve kamuya açık alanlarda, televizyon veya radyo programlarında örnekleriyle ve geçmişin despot uygulamalarını da eleştirerek dillendirilmesi gayet doğal bir hal aldı.
Aslında kuşak olarak biz de bu değişimin ırmağında öylesine yasaklar bağında büyütüldük ki, algılatılan söylemler dışına çıktığımızda ürkekçe etrafımıza bakmayı hala sürdürüyoruz. Kürtçe konuşmanın, Arapça konuşmanın, kiliseye gitmenin, tekkede zikir yapmanın, cem evi açmanın, dini ibadetlerin açık ve korkmadan yerine getirilmesi, konusal düşüncelerin, sınıfsal sorunların ve ideolojik çelişkilerin ifade edilmesinin ağır bir bedelle ödendiği bir hayattan, canlı ve kanlı bir tarihten, kötü bir rüyadan uyandık.
Her şeyi tartışıyoruz Her şeyi konuşuyoruz... Peki, gerçekten özgür müyüz?
Her şeyi dile getirebiliyor muyuz, duygu ve düşüncelerimizi paylaşabiliyor muyuz? Veya korkusuz ve samimi miyiz, laf olsun diye mi konuşuyoruz? Birilerine hoş gözükmek veya toplumda farklı bir konuma ulaşmak için mi çırpınıyoruz? Özgür birey ve özgür toplumun sınırları nerede biter? Psikolojik olarak çağımız insanının ruhsal yapısı ne kadar sağlam! Hangisi doğru? Kim dürüst, kim havari, kim yurtsever, kim devrimci?
Bir an farkında olmadan bütün bu tartışmalar veya bilgi paylaşımını yönetici erkin çizdiği sınırlar içinde yapıldığını unutuyoruz. Çağın; bireyi özgürleştirmediğini tam tersine yıkılan tabular yerine başka değerler koyarak işgalini veya sömürü mekanizmasını sürdürdüğünü göremiyoruz.
Bireyi bir tüketici, bütün değerleri meta olarak gören global liberalizmin, vahşi kapitalizmin insanlığa bahşettiği özgürlükler ancak onu beslediğin sınırlar içinde vardır. Görülen, görülmeyen mekanizmalar tarafından çizilen yaşam alanları ve ifade özgürlüğü ancak sistemi beslediğin sürece vardır.
Hepimizin, dünya anahtarına dönüşen interneti siz uluslararası özgürleşmeye veya tröstlere karşı ayaklanmaya, mevcut savaşlara veya sisteme karşı toplumsal bir reflekse dönüştürüp kullanmaya başladığınız anda, teknoloji şalteri iner... Karanlıkta ve yapayalnız kalırsınız...
Peki, ne yapmalı?
Önce lokal olarak başlamak gerekir elbette... Etnik ayrımcılık yapmadan aynı gemide bulunmanın ve aynı kaderi paylaşımın bilinciyle ortak paydada buluşmak,ortak değerleri önceleyerek karşılıklı sevgi ve saygı çemberi içinde alternatif iletişim ve paylaşım modüllerini oluşturmak gerekir.Kendi enerji alanlarını oluşturup, aykırı ve alternatif iletişim kanallarını kurmak gerekir ki,şimdilik biraz zor...Elbette mümkün ama biraz daha zamanı var diyelim...Öncelikle hayatımızı kuşatan kırmızı çizgileri görelim... Yasalar, örf, adet, gelenek, din, ideoloji, ekonomi, psikoloji, iklim, coğrafya, doğal kaynaklar ve hayatımızı şekillendiren olgular ve kuramlar...
Arada sırada refleks olarak uyku sersemliği devam ediyor... Çünkü uyanmanın da bir bedeli vardır... Tıpkı bugünlere gelinceye kadar insanın özgürleşmesi ve özgürce düşüncesini ifade edebilmesi için verilen bedeller gibi... Kabullenen, hayatı sorgulamadan yaşayan insanların çoğul yaşadığı bu dünyada; uyanış ve taleplerin dillendirilmesini tümüyle özgürleşmenin ve bağımsızlığın bedelini kanla ödeyen havarilere, felsefenin ve teknolojik gelişimlere borçlu olduğumuzu unutmadan, hayata baktığımızda gördüğümüz panorama hiç de mükemmel değildir...
Devrimci havariler bizden Teknoloji, faşist sistemden... Tabular toplumdan...
Arada sıkışıp kaldık... Neyse bu arada hayatı , toplumları, tabuları eleştiren yalnızca biz değiliz.. Cochabamyalı Kızılderili kadının İsa peygamberi eleştiren şarkısını dinleyelim. Ve umudumuzu koruyalım!
Küçük baba kullarına / Kızım, kızım der durursun / Ama madem çükün yoktur / Sen nasıl baba olursun Tembel, tembel der kınarsın / Kullarını küçük baba / Oysa kendin yan yatarsın / Hiç kıpırdamadan haçta Küçük tilki, kuyruğun gür / Kızda, kadında gözlerin / Sıçan suratlı ihtiyar / Suratın da çopur senin Yollayacak mısın bana / Dayak atmayacak koca...