2

T.S. Eliot ve Şair Sorumluluğu


  • Oluşturulma Tarihi : 05.01.2016 07:51
  • Güncelleme Tarihi :

Çağımızda bireyler, içine düştüğü sanal alemin renkli dünyasında kendi mutsuzluğunun, ve kullanmadığı için edilginleşen ruh yapısının üretici ve kışkırtıcı beyinsel fonksiyonlarının mezarında ağlarken, hızla geçen zaman karşısında acizliği de artmaktadır. Yalnızlığında ve belki de yabancılaşmanın içi boş ve gereksiz yaşam sahnelerinin çürümüş iplerine tutunurken ayakta kalmanın anlamını sorgulamaya bile mecali ve özbenlik  pırıltıları kalmamış gibi  yorgundur.

         Ben de yorgunum.

Bir süredir tekrar okumaya başladığım T.S.Eliot’un yazıları beynimde dolaşıyor… Ozanı, “Düşünceden çok düşüncenin karşılığı olabilecek coşkuyu” bulmakla görevlendirirken, nesnel bağlılaşım (Objektive Correlative) bulmakla kendini ve çağına göre de sorumluluğunu yerine getirmiş olacağını betimliyor. Ancak bir koşulla… Her şeyi parçalamak… Dili ve anlamı bile…

         Kent yoruyor insanı… Ve zaten hayatın-sistemin böldüğü parçalardan bir daldayız.

T.S. Eliot, bu yaklaşımıyla aslında dizede değil, sözcüğün içindeki gizi, söylemi, enerjiyi ortaya çıkarmaya ve şairleri de bir laboratuardaymış gibi var olan bu derinliğe girmesini, söz-sözcük içindeki enerji anaforunu yakalamaya veya patlatarak birlikte yok olmaya veya var olmaya yöneltiyor.

Yani, şairin yaşadığı gerçekliklerle bağı direk kurmak yerine, dilin kullanım ve derinliğindeki gizemi bilinçaltı ile buluşturup o anda ürettiği sanat objesinin dolayımlı - bağlılaşık  yoluyla-üretim süreci içindeki keşif-yaratım  coşumunun, özgül-özgün yansıtıcı anaforun  şiirde anlam kurucu olmasını önceliyor…

 

Şairin düşünce süzgeci içinde olgunlaşıp şekillenen hayatta da karşılığı olan söylemler için sürekli bir metafora girilmesini öneriyor…

 

Objeleri deforme etmenin, içindeki anlamı ve çağrışımının peşinden koşmanın önemini vurgularken, ifadenin dip sözcükleri; sözcüğün içindeki derinliği algılamak adına farklı bir üretim sürecinin kapısını da aralıyor. Tüketici süjenin uyarılmasını önceliyor…

         İtirazsız susuyorum…

Eliot burada haklı galiba… Bence de okuyucuyu sarsmak gerekir… Karşılıklık ilişkisi olan şey, hayatın içindeki alternanslardan farklı değildir, zaten. Burada bütün mesele, öncelikle  şairin kendi duygularını dile getirirken hayatını işgal eden o dar ve sığ ruh-düşünce  (oda kavramı) yapısından sıyrılarak kurgulamanın kullanılan dil içindeki yeni kazanım ve keşiflerindeki samimiyeti içinde hissedilenin–yansımanın da dış özgürlüğünün içine girmesidir…

Şair, öncelikle kendinin buna inanması, samimi olması ve ilkeli duruşuyla yapıt ile kurulan köprünün süreç içindeki duyumsal ve yapısal özelliğini hayat değerleriyle buluşturması gerekmektedir.

Sevgili kahin dostum, merhum Desiderius Erasmus’un “Sır kalemi kullanmadadır” sözü ile baktığımızda, Bu sır; insanın, ayakta duruşu ve dilini kullanmaya başlamasıyla çözülmeye başlar... Biliyoruz ki, ilkel insanlarda dil, şiirin tabii halidir… Yani düşünce ile yüklemlenmemiş, zenginleştirilmemiş veya kısır yeni yeni pırıltıların döküldüğü zaman diliminde söylenen şey imlenen, imgelenen her şey Eliot’un özlediği, kurguladığı saf şiirsel söylemin coşumu olarak değerlendirilebilir. Çünkü, insanoğlunun ilk sanatsal tavrı çizgiden sonra sesin anlam yüklenmesi ile başlar. Yani ilk şiirde düşünce yoktur. İfade ve tanımlarla birlikte seslerin benzeşmesi ve birbirine dönüşümü ile düşüncenin filizlendiğini söylerken, “Şiir için temel olanın, insan  düşüncelerinden çok coşkularının çağrıştırılması mıdır”

Şiir için temel, düşünceden çok coşkularının çağrıştırılması anlayışına pek katıldığımı söyleyemem. Şiiri düşünce anaforundan soyutlanmış salt ilham-vecd-psikolojik travma sonucu olarak görmemek gerekir. Tanımlar elbette insanoğlunun gelişmişlik boyutuna bağlı olarak  değişebilir. Şiir nedir… Düşünce nedir… Coşku nedir… Dil nedir… Her kavramı her olguyu diyalektik alternansları içinde insanın gereksinimi doğrultusunda her çağda farklı adlandırılarak yorumlanmış veya yorumlanacağına da inanıyorum.

 

Düşünceden soyutlanmış, duygudan, coşkudan soyutlanmış bir şiir düşünemiyorum…Veya benim tanımıma uygun düşmüyor. Giambattista Vico’nun “İlkel insanların eylemlerine rehberlik eden yalnız hayal güçleri idi. Akıl yokluğu, ilk insanların tabii olarak şair olmalarına sebep olmuştur” derken ilk insanın doğal şair olduğunu ve düşünce boyutu oluşmadan önce de şiirsel ifadelerin olabileceğini imliyor. Ama bunu büyülü bir atmosfer içinde o dönemin yorumlanışında o döneme ait bir kesit olarak değerlendirmek veya kabul etmek gerekiyor. T.S.Eliot’un yaşadığı veya şimdiki bizim çağımızda değil…

 

Sanatta, edebiyatta, şiirde yaşamı imgesel olarak yansıtan ürünlerde o ürünlerin düşünsel yönsemelerinde, toplumsal karakterler içinden yaptıkları belirli seçimlerde bütün renklerin olağanüstü sunumu olmalıdır. Düşünsel olumlama veya yadsımalarında ve yaratıcı tipikleştirmelerinde fantastik öğelerin oluşumunu, düşüncenin yansımasındaki coşumu, sanat için olmazsa olmaz anaforu olarak değerlendirsek bile bu imgeler sistemi içinde özünden, hayattan kopuk olmamalıdır…

 

T.S.Eilot’un “Çorak Ülke” yapıtında belirttiği “Uygarlığımız büyük bir çeşitlilik ve karmaşıklık sergilemektedir; bu çeşitlilik ve karmaşıklık, katıksız bir duyarlığa yansıyarak, çeşitli ve karmakarışık sonuçlar yaratmalıdır. Şair gittikçe daha kavrayışlı olmak zorundadır. Daha imalı ve daha dolaylı bir ifade edinmelidir. Dili, söylemek istediği şeye uygun kılmak için zorlamalı, gerekirse bozmalıdır”

         İşte burada hemfikiriz...

Dili söylemek istediği şeye uygun kılmak için zorlamalı ve gerekirse bozulmalıdır… Hayat ve dil arasındaki örgünün şair duyarlılığında tutucu yansıması yoktur. Dil özgürleştikçe, hayatın özgürleşmesine kapılar açılmaktadır. Çünkü şiir kendi içinde saklanmış kanatlarını kendi sesinden ödünç almak zorundadır. İşte sonsuza kadar devam edecek olan anaforun sözcük içindeki gücü, kendini ve hayatı değiştiren gücü yine kendi ses ırmağından yakalamalıdır…

 

Kendini, duyarlılığını, düşünceyi ve coşkularını buluşturacak çağrışımları bulmak zamanıdır. Objektive Correlative… Nesnelerle karşılıklı ilişkisi içinde olan şeyleri de kuşanarak çıkmak zamanıdır… Sahneye… Meydanlara… Cepheye… Halaya…

T.S. Eliot ve Şair Sorumluluğu
Ümit Yaşar Işıkhan
Yazarımız Kim ?

Ümit Yaşar Işıkhan