Sayfa Yükleniyor...
İnsan-toplum ilişkileri içinde sanatın işlevi ve sorunları açısından irdelenmesi gereken ama açılımı yaparken öncelikle tarafsızlığı da gerektiren bir konu olması nedeniyle çok önemli.
Evet, uzayı fetheden, teknolojik çağın verileriyle uzaklığı yakın eden bir zaman diliminde insanın kendi içsel yolculuğundan uzaklaşması ve etken belirleyici olması gerekirken bazı teknik dehaların üretimlerine sadık ve bağımlı kalması çağımızın iletişim kavramını daha yaşamsal olarak tartışılmasını gündemimize taşımıştır.
İlk insanın, insanlaşma sürecinin belirtisi olan sesin etkileme gücünü bulması ve bu güce inanması, sesten sözcüğe, sözcükten ifade yeteneğini geliştirmesi veya çizgi karmaşasıyla oluşan şekillerle kendini ifade etmeye başlaması ve en önemlisi homo-sapiens ilkel insan olarak yeteneğini ve gücünü keşfetmesi sonucunda oluşan tarihsel süreçte yapılanlar binlerce yıllık yolculuğuyla ilkel sanatın temelini oluşturmuştur.
Sesin sözcüğe, sözcüğün ifadeye, sessel ifadenin çizgilerle yazıya dönüşmesi doğaya hakim olmak güdüsü ile üretilen her sözcük, yazınsal söyleme ulaşması, beden dili ile ifadenin dansı ve doğal nesnelerin çarpışmasıyla oluşan ritmin müziği, karmaşık çizgilerle yapılan betimlemelerin resim ve karikatürü, tapınç objesi olarak büyük ve güçlü algıladığı ve kurgularında şekillenen korkunun toteme dönüşmesinin heykeli doğurmasını ilkel sanat ve yaratıcılarını ilkel sanatçı olarak kabul etmemizi zorunlu kılmaktadır.
Görüldüğü gibi, aslında insanlık tarihi sanat tarihiyle başlamaktadır. Yani, insanın insanlaşma süreci kendini ifade etmek ve korkularını, özlemlerini, umutlarını betimlemekle başlamaktadır. Bütün bunları yapan sanat olsun diye mi yaptı! Hayır Tümüyle doğal bir tepkime ve süreç içinde topluluk içinde ayrıcalıklı konuma geçme çabasıdır
İlkel kabile şefini düşünün Korkunç suratlı bir totemin etrafında çığlık çığlığa ve belirsiz hareketlerle dans ederken, transa geçmiş kabile şefi; verimli bir av, komşu kabileye karşı zafer ve gücün transformasyonunu yapar ve sonuç, genellikle telkin ettiği gibidir.
Peki, kabile büyücüsü bu kadar yetenekli ve bu kadar güçlüyse neden kendisi muktedir gücüyle ava gitmiyor, neden kabile savaşlarında en ön saflarda yer almıyor da, gaza getirdiği-etkilediği zavallı kabile üyeleri gidiyor?
İşte günümüz sanatçılarının atası bu kabile şefi veya büyücüsü
Sınıfsal konumu veya kültürel algısıyla şekillenen duygu ve düşüncelerinin bir yansısı olarak bulunduğu ortamda ve yaşadığı sahnede sürekli kendini ( öncelikle kendini) ve sonra toplumu rahatsız eden bütün oluşumlara, gelişmelere karşı kitleyi harekete geçirmek, uyarmak ve rahatsız olduğu yaşamsal normların değişmesi için yönlendirmeye çalışması güdüsünü, kabile şefi ve o döneme göre kabile büyücüsünün mirasını günümüz sanatçıları devralmıştır. Yani, atalarından farkı yoktur... Öyle ki, kendi hoşnut olmadığı her olgunun değişimi veya kitleye mal edilerek yok edilmesi talebini estetik formasyonda yansıtırken atalarına da sadık kalmaktadır.
Buradan hareketle tanımlara geçtiğimizde bana göre sanat; sosyolojik tarihin estetize edilmiş şeklidir. Çağına tanık olmak ve düşünsel donanımını estetik fenomenlerle yapıtlarında sunup kitleyle paylaşırken içsel yapıda taleplerini, özlemlerini, umutlarını da kitleye mal ederek değişimin istediği normlarda gelişmesini istemektedir.
Peki bunu başarıyor mu?
Galiba evet. Galiba derken, kuşku anlamında belirsizliği içeriyorsa da, bir oranda demek daha doğru olacak sanırım. Sanat akımlarının oluşum ve etkinlik süreçlerinde hep bir önceki anlayışın çağın kültürel algısına göre yetersiz kalması, duygu ve düşüncenin istenilen güce ulaşılamamış olmasının yattığını görmekteyiz. Buradan hareketle sanatın devrimci bir karaktere sahip olduğunu, diyalektik olarak da toplumsal değişimin veya gerekliliğin motoru olduğu da bilinmektedir Değişim, sürekli ileri ve farklı ifade yöntemlerinin peş peşe gelmesi insanın da sosyo-ekonomik yapının kültürel yansımasıyla değişim taleplerini sürekli kılmaktadır.
Yani, sürekli değişim talebi, hedefe ulaşılamamayı; hedefin de sürekli değişkenler arasında olmasını getirmektedir ki bu da mutsuzluk olarak sanatçı yapıya yansır.Her çağda, öznel koşullar sonucunda değişmeyen gerçek olarak algılanmamak, izlenmemek, dinlenmemek ve belki de en önemlisi yaşanılan çağda hakim sisteme aykırı düşmek ( ki, karakteristik yapı onu gerektirir), yerine göre bedel ödemek gibi sorunların etkin olması yetmiyormuş gibi günümüzde tekno-sanat kavramlarıyla boğuşması sanatçıyı, üreten objeyi bunalıma sokmuştur Bunalıma giren bir kişilik ne kadar sağlıklı karar verebilir
Sağlıklı karar nedir?
Ve kime göre sağlıklı gibi soru ve sorunların kuşattığı hayatta sanatçı yol ayırımına gelmiştir.
Ülkemize ve hayatın gerçeklerine dönelim.
Genç Cumhuriyetin çağdaş yapılanmasında en büyük görev sanatçıya verilmiştir. Sosyal devrimlerin yerleşmesi, yayılması ve kökleşerek yeni kuşakların yetiştirilmesi projesinde sanatçı aldığı /üstlendiği misyonlukla yapıtlarını sunarken ve paylaşırken belki de dönemsel olarak en doyumlu tarihsel boyutu yaşamıştır. Radyo sınırlı, iletişim araçları sınırlı, televizyon yok, internet yok Tümüyle yapıtlarıyla direkt algılayıcı, paylaşımcı ve çoğaltıcı kitleyle karşı karşıyadır. Ne yazarsanız ne sunarsanız tümüyle okuyucu-izleyici kitleyle yan yana çoğalmakta ve paylaşımın hazzıyla ün ve para da kazanılmaktadır. Kitaplar elden ele, sinemalar tıklım tıklım, şiir matinelerinde şairler ayakta izlenmektedir
Bir yere kadar Hayat devam ediyor, dünya hızla farklı politik yapılanmaların kıskacında, emek-sermaye çatışması, romantizmin, idealizmin yerini realist yapılanmanın ateşli kıvılcımları yayılmakta ve bu aşkın peşinde koşanlar acı bedeller ödemektedir. Teknolojik gelişmeler insanı hızla kuşatmakta ve tek sesli bir hayatın ret edilmesi öncelikle sanatçıyı ve konumunu sorgulamaktadır. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de farklı düşünmenin bedelleri ödenmiş ve halen de ödenmektedir.
Sanatsal üretimler tarihin en üst paylaşım skalasında yer alırken, yaşanılan toplumsal hareketler, dünya paylaşım savaşları, modernleşme, değişen insan talepleri, hak ve özgürlükler ister istemez sanat ortamının paylaşım modelini de hızla değiştirmiştir
Olması gerektiği yerde olmayan ve hızla değişen insan topluluğunun özentileri, farklı kulvarlarda dağılırken okuyucu, izleyici kitlesinin beğeni ve özlemleri hep dağınık hayaller peşinde sınırlı kalmıştır. Demirtaş Ceyhunun 1980 sonrası bir dönemde yaptığı araştırmada, emekçi kesimin en çok pembe dizi okuduğunu saptaması, okuyucu kitlesinin küçük burjuva özentilerini yansıtmasını hızla yayılan Televizyon dizilerinin toplumda yarattığı düşünsel ve etik deformasyonu açısından önemli bir veriydi.
(*) UASB-Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliği