Sayfa Yükleniyor...
Televizyon kanallarının çoğalması, okuma alışkanlığı olmayan toplumlar için tam bir uyuşturucu etkisiyle yönetici kapitalist erkin zaferiydi. Sınıfsal değil, düşünsel konumları itibariyle hep emekçiden yana, mazlumdan yana tavır koyan sanatçılar teknolojik gelişimin ürünü olan görsel medya karşısında debelenirken, internetin yayılması, gerçek sanat için tam anlamıyla bir yıkım ve toplumdan izole edilme sürecini başlatırken, sanatçı için de gettolaşmayı ve küçük ama idealist, kırılmış ama dirençli bir devrimcitoplumcu sanat anlayışını daha sıkı bağlarla hayata sarılmayı gündeme getirdi.
Artık, okuyucu kuyrukları bitmiş, şiir matinelerinde sevgili adayları, ahbap çavuş ilişkileriyle oluşan küçük topluluklar kitleden koparak kendi varoluş kriterlerini koruma çabalarıyla ayakta kalmaya yönelmiştir. Peki ne yapmalı? Biz kuşak olarak teorik algıdan hareketle, deneysel yaşam verileriyle sanatın-sanatçının karşı karşıya kaldığı bu çıkmazları çözmek zorundayız.
Yıl 1981. Yurtdışında on iki ülkeden emekçilerle aynı koğuştayız. Genç Japon şairi bana ülkesindeki buna benzer sorunları ve geliştirdikleri çözümleri anlatıyor Çalışma manyağı olan bir toplumun kitap okumaya zamanı yoktur. Kapitalizmin ahtapot kolları yaşamın bütün soluk alınan sanat yollarını kapatmıştır. Yazarlar ve yayınevleri toplanıp, sektör olarak çözüm ararlar... Ve bulurlar Basılı kitaplar okunmuyorsa, insanların kitap okuyacak zamanları yoksa, o zaman o kitabı okutmanın yöntemlerini bulmak ve geliştirmek gerekirdi
İşe gidiş ve dönüşlerinde dinleterek onların hayatında yer almaya karar verirler
Basılı kitap yerine kasete kaydedilmiş ve seslendirilmiş dramatize edilmiş kitap-kasetleri piyasaya sürerler. Yolda herkesin kaset çaları ve kulaklıkla dinlediği kaset-kitap satışları rekor kırar İşe gidip gelirken,dinlenirken,uyurken herkes roman-öykü veya şiiri dinleyerek paylaşımın üst boyutunu yaşar Birbirlerine kaset-kitap armağanları yaygınlaşır O yıllarda internet yok. Tümüyle sese dayalı, tıpkı ilk atalarında olduğu gibi paylaşım ve coşum yaşanır. Bu örneklemeyi 1982 yılında İzmir de yayınlanan Ortaklaşa dergisinde öneri olarak yazıldı. Ancak ülkemin yayın tröstleri veya bizden yana duran hiçbir yayınevinden tık çıkmadı.
Koşullar değişti. Hayat zorlaştırıldı. İş çıkışında dinlenme zamanında bile ek iş arayan insan topluluğu içinde ayakta kalmanın, beslenebilmenin, barınmanın, özgürleşmenin ve insani taleplerin önüne geçtiği bir zaman diliminde internetin ve sanal dünyanın renksiz hayalleri çoğalırken sanatın ve sanatçının işi daha da zorlaştı.
Yazar ve ressam makinelerin, bilgisayar programlarının hayatımızda hızla yer aldığı günümüzde, sanatçının hayata, topluma ve insana yabancılaşması karşısında, sipariş roman ve dizilerin ruhsuzluğu ve sanat adı altında tüketim toplumuna doğru gidişin önünü kesmek için farklı alternatifler geliştirme gereği hızla yayılmaktadır.
Ruhun,duygunun ve düşüncenin bu kıvrımları elbette salt bize özgü değildir.
Aynı sorun, aynı sancı yurtdışında da yaşanmaktadır.Melankolik yaşam tarzıyla sanatın sunulduğu bütün salonlar boş Yıllar önce Doğu Almanyanın en ünlü şairi güzel insan dostum Gisela Kraft ile konuştuğumuzda, düzenledikleri sanatsal sunumlarda girişin paralı olduğunu ve ancak belirli bir kesimle kucaklaşabildiklerini anlattıklarında şaşırmamıştım. Kuzey Afrikada, Avrupada, Balkanlarda ve Kafkasyada katıldığım bütün etkinlikler de aynı sorun yaşanmakta ve yalnızca kendini görevliymiş gibi hisseden veya üretim ortaklığını yaşayan sanatçı arkadaşların katılımıyla birbirimizi dinlemeye başlamamız, ulaşmak istediğimiz kitleden uzaklaşmamız veya o kitleye ulaşamayışımız nedeniyle sanatın ve sanatçının egolarını çoğaltmıştır. Nasıl çoğalmasın ki! Kıyıda köşede kalan az okuyucuyu kapmanın, okuyucu kitlesini bir damara bağlamanın mücadelesini veren sanatçı ve ajansları özgür üretim ve paylaşım platformunu hızla kaybettikçe daha da hırçınlaşmış ve kendi kabuğu içinde daha da kırılganlaşmıştır.
Gelişen sanal hayat karşısında sanatçının yalnızlığı, sanal sanatsal üretime karşı; dokunmanın, tanışmanın, bakışmanın duyarlılığını ve güzelliğini ifade ettikçe ve kendi surları içinde geleneksel hayatı savundukça yalnızlaşması ve kötü; ruhsuz çağın gelişimi karşısında yenilgiye uğraması sanatçı yapıda onarılmaz travmaların yaşanmasına da neden olmuştur.
Sistemin yarattığı sömürü dizgesinde popülist sanata hizmet etmeyen idealist sanatçıların hızla azalması; kalanların örgütlü mücadelede pasif kalmaları yenilgilerine farklı bir boyut kazandırmıştır.
Birçok etkinlikte okuyan biz, dinleyen biz, paylaşan ve alkışlayan yalnızca bizdik. Birçok ülkede olduğu gibi,ülkemizde de ,yalnızca etkinliğe katılan şair ve yazarların dinleyici olduğu bu etkinlikler maalesef bireysel tatminden öteye gitmemektedir. Bu nedenle yaşadığımız çağın verilerini ve koşullarını ret etmek değil,sanatçı kimliğin kültürel boyutuna göre algılanıp toplumsal kazanımlara dönüştürülmesi gerekir.
Peki ne yapmalı?
Büyük emek ve özveriyle hazırlanan sanatsal sunumlara kitleyi çekmek, bu hayatı daha yaşanılır kılmak, demokratik hak ve taleplerde bulunmak, toplumu özlenen çağdaş yaşam ve düşünsel boyutuna taşımak, paylaşarak çoğalmak, kitleyle kucaklaşmak nasıl olmalıdır!
Elbette çözüm üretmek zorunda olan yine sanatçılardır. Ve tek kurtuluş yolu;teknolojik verileri sistemin hizmetinde değil halkların özgürleşmesinde, demokratik ortak yaşamda, barış ve sevgiyi çoğaltan oluşumlarda ve bu amaçla kurulmuş örgütlerde bulmak gerekir.
1986 yılında Temmuz edebiyat dergisinde düşünsel temeli oluşturulan, Türkiyenin ilk uluslararası Düşün Sanat Dergisi Homeros ile temeli atılan, 1999 yılında yurt dışında birçok ülke devrimci sanatçılarıyla güçlenen ve 2008 yılında yasal boyut kazanan UASB- Uluslar arası Aktivist Sanatçılar Birliğini oluştururken, içsel olarak temel kaygımız buydu.
Bu nedenle, eğer ulaşılmak istenen kitleyi salonlara getiremiyorsak, biz kitlenin olduğu yere gidelim anlayışımız etken oldu. İnsanlar, emekçiler, öğrenciler nerdeyse biz etkinliklerimizi orda yapalım diye yola çıktık. İzmirin en kalabalık yeri olan Kemeraltı girişine, Cumhuriyet alanında, pazaryerlerinde standımızı kurup şiirlerimizi okuyalım, ressamlarımızı münzevi bodrum katlarından kurtarıp şövalelerini alanlara taşıyarak halkın arasında yapıtlarının paylaşımını sağlayalım, müzisyenlerimiz spot ışıkları altındaki salondan dışarı çıkıp,rahat koltukların olmadığı, gerekirse ayakta; halkın arasında yüreklerimizi paylaşalım.. Yani, Sanatçılar Dışarı ana sloganımızla eyleme geçtiğimizde birçok sanatçı arkadaşımız sanatı ucuzlattığımız tavrıyla burun kıvırdılar. Ancak biz, bu alanlarda hedefimizi gerçekleştirirken, halkın şaşkın bakışlarını, paylaşımcı tavırlarını gördükçe ne kadar haklı olduğumuzu görüp bu küçük ama kararlı uluslararası sanatsal yapılanmamıza katıldılar.
Doğrusu buydu Halkı salonlara çekemiyorsan, sen halkın ayağına gideceksin. Aslolan sevdanı, yürek ve düşünsel paylaşımın gerçekleştirilmesi anlayışımız, farkında olmadan bütün Türkiye de birçok sanat etkinliklerinde örnek alındığını görmek haklı olduğumuzun da kanıtı oldu. İki şık var. Ya teknolojiye yenilip sanal ve ruhsuz iletişimin içine, popülist kültürün kölesi olacaksın veya her şeye karşın her alanda ve her koşulda halkınla özgürlükçü sanatsal anlayışınla kucaklaşacaksın. Fabrikaların önü, pazaryerleri, üniversite avluları, hastane bahçeleri, hapishane duvarları, yaşlılar yurdunun giriş kapısı, yani hayatın binlerce yürekle aktığı her alan, her ırmak bizim. Bu nedenle... SANATÇILAR DIŞARI...
(*) UASB-Uluslar arası Aktivist Sanatçılar Birliği