Kadınlar Böyledir, Erkekler Şöyledir: Cinsiyetçi Konuşmanın Görünmez Yükü


  • Oluşturulma Tarihi : 26.11.2025 08:44
  • Güncelleme Tarihi : 26.11.2025 08:44

Toplumda sıkça duyduğumuz bazı cümleler vardır: “Kadınlar çok konuşur” “Erkekler duygularını gösteremez” “Kadınlar detaycıdır” “Erkekler mantıkla hareket eder” Elbette ki kadın erkek arasında farklar vardır fakat bu farkların zamanla kadın erkekler üzerinde etiketlemeye sebep olması ve bu etiketlemenin de zaman içinde ilişkisel problemlere sebep olması kaçınılmazdır. Gündelik konuşmalarda bu ifadeler kimi zaman hafif bir şaka, kimi zaman bir sohbeti ilerletme aracı gibi görünür. Ancak bu masum görünen genellemeler, ilişkilerin dokusuna işleyen görünmez bir yük taşır: Etiketleme.

Etiketler, insanların karmaşıklığını basitçe ayırmaya çalışan zihinsel kestirmelerdir. Fakat sorun şudur: İnsan karmaşıklığını basitleştirirken aynı zamanda onu yanlış temsil eder, sınırları daraltır. Bir kimliği varsayımlara indirger. Üstelik en çok da en yakın ilişkilere zarar verir. Bir cinsiyete atfedilen özellik, bireyin sessizce inşa olan hapishanesidir.

Toplumsal olarak “kadın” ya da “erkek” kategorisine yüklenen roller, ilişkideki bireyleri kendi doğal davranışlarının dışına itebilir. Bir kadın öfkelendiğinde “Kadın milleti işte” denildiğinde, aslında kadının öfkesi değil, cinsiyeti hedef alınmış olur. Bir erkek için “Erkek adam kırılmaz” denildiğinde gerçek duygu değil, toplumsal beklenti öne çıkar. Bu noktada ilişki artık iki bireyin kurduğu bir bağ olmaktan çıkar; iki rolün sahne aldığı bir oyuna dönüşür. Ve bazen ortaya şunlar çıkabilir;

Kadın kendini fazla duygusal olmamak için bastırır. Erkek güçlü görünmek için duygularını gizler.
İki taraf da kendi iç sesini değil, öğrenilmiş kalıpları takip eder. Ve bir süre sonra ilişkide yaşanan sorunların kaynağı “kişiler” değil, “roller” olur.

Etiketler, iletişimi değil, varsayımları büyütür. Bir ilişkide en büyük kopukluk iletişim eksikliğinden çok, yanlış iletişimden doğar. Cinsiyetçi dil ise yanlış iletişimin en güçlü tetikleyicilerinden biridir.

“Kadınlar trip atar” diye düşünen biri, partnerinin rahatsızlığını ciddiye almaz. Kadınlar ağlayarak ifade eder denmesi partnerin kadınların duygularını görmezden gelmesine sebep olabilir. Anlaşıldığını hissedemeyen kadınların tepkilerini göstermede ısrarcı olmaları ise tepkisellik olarak etiketlenebilir.

“Erkekler konuşarak çözemez” diye inanan biri, partnerine ifade alanı açmaz. Böylece ilişki, iki tarafın gerçek ihtiyaçlarının duyulmadığı bir kulak tıkaçları sahnesine döner. Oysa her bireyin motivasyonu, hassasiyeti, korkusu, üzüntüsü, öfkesi kendine özgüdür. Cinsiyet bu duyguları belirlemez; yalnızca toplumun onları yorumlama şeklini çerçeveler. Etiketlemek, sorumluluktan kaçmanın rahatlatıcı yolu gibi görünür. Cinsiyetçi söylemler, çoğu zaman sorumluluk almaktan kaçmanın da bir aracı haline gelir. “Erkek adam anlamaz”, “Kadınları memnun etmek zor” bu cümleler bireylerin kendini geliştirme zorunluluğunu ortadan kaldırır. Çünkü sorun “benim davranışım” değil, “cinsiyetimin doğasıymış” gibi sunulur. Böylece iletişim becerisi geliştirmek, empati kurmak, öz eleştiri yapmak geri planda kalır. Oysa ilişkilerde ilerlemenin tek yolu bireysel sorumluluktur. Cinsiyetçi kalıplar ise sorumluluğu soyut, değişmez bir kategoriye atarak kişisel dönüşümün önünü kapatır. Yakınlık, benzerlikten değil, farklılığı anlamaktan doğar. Toplum bizi hep benzerliklerin ilişkiyi güçlendireceğine inandırdı. Oysa ilişkiyi güçlendiren şey benzerlikler değil, farklılıkların anlaşılması ve kabulüdür. Cinsiyetçi kalıplar iki kişiyi birbirine benzetmeye çalışır: Kadın “duygusal” olmalı, erkek “güçlü” olmalı, kadın “detaycı”, erkek “basit düşünen” olmalıdır. Fakat gerçek yakınlık, bu ezberlerle değil, bireyin kendi özgün sesini ilişkiye taşımasıyla oluşur. “Kadın olduğu için” değil, “Bu kişi böyle hissettiği için” yaklaşabilmektir yakınlığı inşa eden. Etiketsiz bir dil, ilişkilerde nefes açan bir alan yaratır. Dil sadece ifade aracı değil; düşüncenin inşa edildiği zemindir. Cinsiyetçi dil farkında olmadan ilişkilere otoriter bir çerçeve çizer.

Bu çerçeve kaldırıldığında: Duygular daha özgür, ihtiyaçlar daha görünür. İletişim daha dürüst, bireyler daha gerçek olur. Bazen tek bir cümlenin içinde bile ilişkiyi kıran bir yargı gizlidir. “Sen kadınsın, daha anlayışlı olmalısın” yerine “Bu durumda ne hissettiğini anlamak istiyorum” dersin, ilişki bir anda başka bir seviyeye geçer. Cinsiyetçi kalıpların yerine merakı, varsayımların yerine iletişimi koyduğumuzda ilişkilerde hem duygusal güven hem de karşılıklı saygı çok daha kolay yeşerir. Etiket değil, gerçek insanlar ilişki kurar.

Kadınları ve erkekleri kategoriler hâlinde konuşmak, ilişkileri büyük bir haksızlıkla gölgeler. Çünkü ilişki bir kadınla bir erkek arasında değil; iki insan arasında yaşanır. İnsan ise kategoriye sığmaz. Sığdırılmaya çalışıldığında da ya taşar ya kırılır. İlişkilerimizin daha sağlıklı, daha yakın, daha güvenli olmasını istiyorsak cinsiyetçi etiketleri değil; merakı, iletişimi ve bireyselliği beslemeliyiz. Çünkü ilişkiler stereotiplerden değil; iki insanın yan yana durma cesaretinden doğar.

 

Kadınlar Böyledir, Erkekler Şöyledir: Cinsiyetçi Konuşmanın Görünmez Yükü
Ege Ece Birsel
Yazarımız Kim ?

Ege Ece Birsel