Sayfa Yükleniyor...
Adalet, insanın sadece hukuk kitaplarında karşılaştığı bir kavram değildir. O, hayatın tam ortasında, ilişkilerimizde, toplumsal düzenimizde ve hatta ruh sağlığımızda derin izler bırakır. Haksızlığa uğradığında içi sıkışan, öfkesi dinmeyen ya da umudunu kaybeden bir insan, aslında yalnızca bir hak kaybı yaşamaz; ruhunda da bir yara açılır. Peki, adalet duygusunun eksikliği bireyin psikolojisini nasıl etkiler?
Adalet, varoluşumuzun temel taşlarından biridir. İnsan, yaşadığı dünyanın anlamlı ve öngörülebilir olmasını ister. Eğer adaletin olmadığına inanırsa, bu inanç zamanla güvensizlik, çaresizlik ve kaygıyı besler. Günümüzde birçok insanın hayatına dokunan adaletsizlik hikâyelerine baktığımızda, yalnızca hukuki bir sistemin eksikliğini değil, aynı zamanda derin bir psikolojik kırılmayı da görürüz.
Hümanist psikolojiye göre bireyin sağlıklı gelişimi için kendini değerli ve güvende hissetmesi gerekir. Ancak, haksızlığa uğramış ya da bir başkasının haksızlığa uğradığını görmüş insanlar, zamanla bu güveni yitirir. "Nasıl olsa adalet yerini bulmaz" düşüncesi, yalnızca bireysel bir umutsuzluk yaratmaz; toplumu da derinden sarsar. İnsanlar kendilerini güçsüz hissettiklerinde ya içe kapanır ve sessizleşirler ya da öfkelerini kontrol edemez hale gelirler. İki durumda da ruh sağlığı ciddi bir darbe alır.
Adaletsizliğin insan psikolojisinde yol açtığı en büyük etkilerden biri de anlam kaybıdır. Viktor Frankl'ın belirttiği gibi, insanın acıya dayanabilmesi için onun bir anlamı olmalıdır. Ancak, bir insan haksızlığa uğradığında ve hiçbir telafi yolu bulamadığında, yaşadığı acının hiçbir anlamı olmadığını düşünmeye başlar. İşte bu noktada, depresyon ve varoluşsal boşluk hissi derinleşir.
Peki, çözüm ne? Adaletin yalnızca mahkeme salonlarında aranacak bir kavram olmadığı bilinciyle hareket etmeliyiz. Bir toplumun gerçekten sağlıklı olabilmesi, toplumu oluşturan bireylerin kendilerini duyulmuş, kendilerine değer verilmiş ve kendilerini güvende hissetmesine bağlıdır. Hukuki mekanizmalar kadar, toplumsal vicdanın da güçlü olması gerekir. Bir insan haksızlığa uğradığında yalnız bırakılmadığını bilirse, ruhundaki yaralar daha hızlı iyileşir.
Sonuç olarak, adaletin eksik olduğu bir dünyada insan sadece haklarını değil, ruhsal dengesini de kaybeder. Adaletin sağlandığı bir toplumda ise birey, kendini daha huzurlu, daha güçlü ve en önemlisi daha anlamlı bir hayatın içinde hisseder. Çünkü adalet, yalnızca bir hukuk meselesi değil, insan olmanın temel koşullarından biridir.